ÖLÜM KORKUSU

Ölüm..!

Türkçe’de dört harfli ve pek çok kimse için belki en soğuk kelime, "ölüm.!"

Tasavvuru bile insanları ürkütmeye yetiyor.

Ölüm.! Kaçınılmaz son! Toprağa girmek, toprak olmak, toprak dolmak!

Bir tasavvuf erinin sözleri ile;

"Hangi güzel yüz ki,

Toprak olmadı!

Hangi güzel göz ki,

Toprak dolmadı.!

Çoğu kimsenin, hiç yokmuş ve asla olmayacakmış gibi davrandığı, ama kimsenin hiç bir zaman kaçamayacağı, hayata gölerini aşmış herkesin, her canlının bu hayattaki son durağı! Kaçınılmaz gerçek!

Bu büyük gerçek karşısında kimilerinin beti benzi atarken, kimileri de ölümden habersiz gibi yaşar.

Sorası gelir insanın, önce kendine, sonra herkese; "Haberin var mı ha..?

Necip Fazıl’ın sorduğu gibi;



"Şu geçeni durdursam,

Çekip de eteğinden!

Soruversem,

Haberin var mı öleceğinden?"

Geride kalanların bir gece bile misafir etmekten çekindikleri! En sevdiklerini bile hiç gözlerini kırpmadan bir çukura attıklarında ve "bitti!" "gitti!" diye ilan ettikleri son; ölüm!

Gerçekten bir "son" mu? Bir saniye önce diri olan kişi, ölümle artık cansız mı? Cansız beden..! Hatta beden bile değil; "ceset!"

O güzelim bedeni "cesed"e çeviren bu müthiş değişim ne? İnsanoğlunun hazin sonu, gerçekten bir "son" mu? Yani bir "yok oluş" mu?

Bu harikulade hayat, bu muhteşem yaratılış, "ölüm" gibi bir sonla kesin bir "yok oluş" ise hayatın anlamı ne?


Ve,

Ne oluyor, nasıl oluyor da her şey birden bire bitiveriyor? Nasıl?

Ne oluyor ve nasıl oluyor da dünyayı parmağında oynatanlar, parmağını bile oynatacak mecalden yoksun kalıyor? Gören göz görmez, işiten kulak işitmez oluyor.! Neden?

„Son“ bu mu? Sonumuz bu mu olacak? „Toprak“ mı?

Öyleyse bu hayatı niye yaşıyoruz? Bunca zahmet, bunca koşuşturma neden? Ne anlamı var bütün bunların? Bütün yollar bir gün bir çukura çıkacak ya da inecek olduktan sonra?!

Ölüm, meçhule bir yolculuk mu yoksa..?

Yine şairin dediği gibi;

"Demir almak vakti gelmişse zamandan,mandan,

Meçhule doğru bir gemi kalkar bu limandan!

Gidenler memnun ki yerlerinden,

Çok seneler geçti;

Dönen yok seferinden.!"



Öyle ya, kimse dönmediğine göre!



Ya memnun değillerse ve de dönemiyorlarsa?

Bütün korkuların temelinde

ÖLÜM Ve,

Ne oluyor, nasıl oluyor da her şey birden bire bitiveriyor? Nasıl?

Ne oluyor ve nasıl oluyor da dünyayı parmağında oynatanlar, parmağını bile oynatacak mecalden yoksun kalıyor? Gören göz görmez, işiten kulak işitmez oluyor.! Neden?

„Son“ bu mu? Sonumuz bu mu olacak? „Toprak“ mı?

Öyleyse bu hayatı niye yaşıyoruz? Bunca zahmet, bunca koşuşturma neden? Ne anlamı var bütün bunların? Bütün yollar bir gün bir çukura çıkacak ya da inecek olduktan sonra?!

Ölüm, meçhule bir yolculuk mu yoksa..?

Yine şairin dediği gibi;

"Demir almak vakti gelmişse zamandan,mandan,

Meçhule doğru bir gemi kalkar bu limandan!

Gidenler memnun ki yerlerinden,

Çok seneler geçti;

Dönen yok seferinden.!"



Öyle ya, kimse dönmediğine göre!



Ya memnun değillerse ve de dönemiyorlarsa?

Bütün korkuların temelinde


ÖLÜM KORKUSU



Bir yere kadar hayatı anlamlandıran ve kişinin yaşamını disipline eden bir duygu iken, kişinin günlük yaşamını bile olumsuz yönde etkiliyor olması, ölüm korkusunu daha da önemli kılıyor.



İnsanın ölümü üç şekilde algıladığını görüyoruz;


I. Kişinin kendi ölümü,


"Her an ölecekmişim gibi oluyor. O kadar korkuyorum ki, yalnız kalmam mümkün değil. Bana bir şey olur da, hastaneye götürecek kimse olmaz diye endişe ettiğim için sürekli yanımda birileri olsun istiyorum. Evde yalnız kalamıyorum. Dışarı yalnız çıkamıyorum. Çok mecbur kalır da, dışarı çıkmak zorunda kalırsam, hastane yakınında bir park ya da pastanede saatlerce oturuyorum.

Almanya'da yaşadığım şehirde şehir dışında bir evim vardı. Çok güzel ve manzaralı bir yerdi. Sırf bu yüzden taşındım. Bir ev tuttum. Caddenin bir ucunda bir hastane, diğer tarafı da aşka bir hastane var. Biri olmazsa öbürüne yetişirim diye düşünüyorum.İlaçlar bazen biraz hafifletir gibi oluyor, ama ölüm hiç aklımdan çıkmıyor. Ölümü bir türlü aklım almıyor. Nasıl olacak bilemiyorum. Hele ölümden sonrası? Var mı, yok mu diye saatlerce kurup kaldırıyorum. Aniden kalbim durursa ben ne yaparım. En ufak bir şikayetim olsa, bir yerim ağrısa hemen paniğe kapılıyorum, yerimde duramıyorum. Koşturup doktora gidiyorum. Bir yığın tetkikler, tahliller yaptırıyorum. Bir şey yok diyorlar, ama her an bir şey olacak endişesi beynimi kemiriyor. Birden şiddetlenen heyecan ve korkudan kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor."

II. Yakınlarının ölümü,

“Ölümden çok etkilenirdim, beş yıl önce ilk defa çarpıntı ile başlayan korkunç bir ölüm korkusu hissettim. Acile kaldırdılar. Tetkikler yapıldı, bir şey çıkmadı, ama ben bundan kurtulamadım. Sanki beynim boşlukta, ben boşluktayım.

Hep babam geliyor gözümün önüne, rüyalarımdan çıkmıyor. Ben dört yaşındayken, görevde vurulmuştu. Bana söylemediler, gazetede resmini gördüğümde anlamıştım öldüğünü! Çocuğum olduğunda da babamı gördüm rüyada. Bir topluluk içinde oturmuş dua ediyordu. Biz de ellerimizi kaldırmış amin diyorduk. Kardeşim bir dizinde, ben bir dizinde..! Sıcaklığını öyle bir hissettim ki, anlatamam!

Eşimin mesleği de babamla aynı, korkuyorum. Onu da kaybedeceğim sanıyorum. Eşim ölürse çocuğum benim yaşayacaklarımı aynen yaşar diye ödüm kopuyor. Kalbim hızla çarpıyor, boğazım düğümleniyor, boğulacak gibi oluyorum.”

III. Başkalarının ölümü.

"Her an kötü bir şey olacak hissi içindeyim. Trafik paniğe kapılıyorum. Bu yüzden araba kullanamaz oldum. Sürekli bir şey olsa hastaneye nasıl yetişirim diye düşünüyorum.

Kendime şaşıyorum. Nasıl böyle oldu. Ne önce, ne içerdeyken, ne de dışarı çıktıktan sonra öldürülmekten korkmadım.

Her ayak vardır bizde. Yanlış anlamayın, yüz kızartıcı hiç bir işimiz olmaz. Uyuşturucu da yok! Olmaz da! Gerçekten ölümden hiç korkmazdım. Bize biri iş, çek senet getirdi mi, o iş tamamdır. Çeki götürüp, ödeyecek olanın masasına bırakır, mühlet veririz. Kartımızı da iliştirir gideriz. Ödemekten kaçındığı çeki eline alınca bizi sorar, soracağı yerlere. İki gün sonra gider parayı alırız. Ya da..! Neyse!

Çok çatışmalarımız oldu. Yaralamalar. İki kişi için 25 yıl ceza aldım.

Biri planlı değildi. İstemeden oldu. Bazen böyle olur. 'Ya onlar, ya biz' havasına girdik. Aslında gözünü korkutmaktı amacım. Şans işte! Kendisine bir sıkarsak, korumalarına iki sıkarız. Çünkü bize gelecek kurşun onlardan olur. Öldü. Kaçak olduk. Ha bir, ha iki! Pek fark etmezdi. Ben kaçak olunca ortalık kendilerine kalacak zannedenlerden biri çıktı karşıma, herkesin içinde hakaret etti, kendisi istedi. Ben onun hesabını görmeseydim, bizimkiler benim hesabımı görürlerdi.

Onu vurduktan sonra artık kaçmanın bir anlamı yoktu. Bizimkiler de teslim olmamı istiyorlardı. Dışarıda olsam daha çok olaylar olacaktı. Teslim oldu. İki aftan sonra dışarıdayım. Eski düzen olmasa da önemli değil, biz ailece güçlüyüz, dokunamazlar. Bıraktık buralara gedik.

Ortalık daha sakin. Ama ben bu sefer kendimden korkuyorum. Ölüm içimde! Her an kalbim duracak diye endişe ediyorum, heyecana kapılıyorum. Kalbimin çarpıntısından boğazım tıkanıyor. Gece çarpıntıyla, kan ter içinde uyanıyorum. Sonra da gözüme uyku girmiyor."

Herkesin Ölümü Kendine!



Kişiyi en çok etkileyen elbette kendi ölümünün söz konusu olmasıdır. Bir çok korkuyu incelediğimizde diyebiliriz ki, pek çok şeyin korkusu, korkulan şeyin bizatihi kendisinden çok daha önemli görünür. Çoğu zaman korktuğumuz şey değil, onun için hissettiğimiz korku duygusundan zarar görürüz. Ancak bir şey hariç, ölüm!. Ölüm korkusu bir çok korkunun temelini teşkil edecek derecede etkilidir. Yani korku duyguları içinde ölümün korkusunun özel ve çok önemli bir yeri var.

Ölüm, insan hayatında sınıflandırılamayan tek olay.

„Hiç kimse başkalarının öldüğü gibi ölmemektedir. Ölüm, sınıflandırılamaz tür tek ve eşi benzeri olmayan bir olaydır.“ ( ) Louis - Vinset Thomas, Ölüm, (çev. Işın Gürbüz) İletişim yay. İst. 1991, s.1

Yalnız Gerçekleşen Olay; Ölüm

Herkes kendi ölümünü yaşayacak! Ve o “ölüm” bütün lezzetleri kıracak! Bundan kaçış yok. Tüm hayatınız boyuca kazandıklarınızı verseniz bile, uğrunda bedel olarak hayatınızı tükettiğiniz ve sahibi olduğunuzu sandıklarınızın tamamını da verseniz, geçen ömrünüzün bir saniyesini bile geri alamayacağınız kesin!

En ufak bir kayıptan etkilenen zayıf bir psikolojik yapıya sahip olan biz insanoğlu iliklerimize değil, ruhumuza kadar soyulacağımızı bile bile rahat olabilir miyiz?

Bazen ikiz, arada üçüz, nadiren dördüz, beşiz doğmuş olsa da denebilir ki, insanoğlu yalnız doğar, belki birlikte yaşar ama mutlaka yalnız ölür. Sevdikleri ile, hatta bazı dönemlerde eşyaları ile birlikte gömülmüş olmaları bile tek başına ölmüş olma gerçeğini değiştirmez.

Birbirine benzemediği için sınıflandırılamayan ve başkalarına devredilemeyen tek şey; ölüm! Asla kaçamadığı, istese de istemese de, eninde sonunda başına gelecek bu müthiş olayı herkes tek başına tatmak zorunda. İşte, belki olayın en ürkütücü yönü de bu olsa gerek.

Kayıplarda önemli olan, kaybın kendisi değil, ona verilen önem ve atfedilen değerdir. Kaybedildiği düşünülen şeylerle, kaybeden arasında kurulmuş bağ, kişinin kayıp karşısında vereceği tepkinin derecesini tayin eder.

Ölüm ise, hayatla ve hayattakilerle kurulmuş bütün bağları etkiler; keser, kırar, koparır atar. Tüm elde edilenler ve biriktirilenler de elden alınır. Özellikle maddi bağlar tamamen kesilir. Kişinin parası pulu, malı mülkü, bağı bahçesi, menkulü gayrı menkulü, hanı hamamı, evi barkı; hulasa uğrunda bir ömür tükettiği tüm serveti elinden alınır. Sahibi olduğu ya da sahip olduğunu zannettiği şeyler üzerinde hiçbir söz hakkı, tasarruf imkanı kalmaz. İlgi duyduğu, yakını olduğu eşinden, dostundan, çoluğundan çocuğundan, sevenlerinden sevdiklerinden tam bir koparılışla karşı karşıya kalır. Hatta nice tehlikelerden sakındığı, bakıp koruduğu, beslediği, herkesten ve çok şeyden üstün tuttuğu, özenle süslediği vücudundan bile..!

Hem öyle bir ayrılış ve koparılış ki, kimsenin yardım edemediği, hafifletemediği, geciktirmeye gücünün yetmediği, kendi üzerine alamadığı, kimseninkine benzemeyen, sadece kendine özel bir ayrılış..!

Paskal’ın dediği gibi; "Bir başkasının yerine ölsem, dar ağacındaki bir dostumun yerini alsam bile, ölen o değil yine benim. Gözleri önünde kendisi için öldüğümü gören dostum, muhakkak ki ölümüme minnet veya pişmanlık duygusu ile katılacaktır. Ancak ölümü ikimiz de taban tabana zıt bir şekilde tecrübe etmiş olacağız. Mümkün olan bütün ölümler içinde yalnız bir tanesi vardır ki, diğerlerine benzemez. O da benim ölümümdür. Çünkü, diğer bütün ölümlerde en yakınlarımız bile ölse, benim dışımda kalırlar.” ( ) F.Karaca, s.48


Ölüm Korkusunun Sebepleri



Bütün insani korkuların ve kaygıların temelinde bulunan, en temel duygu ölüm korkusu. Kaçınılması ve uzak durulması asla mümkün olmayan “gerçek”; “ölüm!”

İnsanlar “değişim”ler karşısında tedirginlik hisseder. Bedensel ve ruhsal tedirginliğin az olması için, bedensel ve ruhsal uyum mekanizmaları devreye girer. Önceden tedbir almaya çalışır. Bu hazırlıklar kişinin yeni durumuna uyumunu kolaylaştırır ve kabullenmeyi sağlar.

Sağlıklı bir uyum ve problemsiz bir kabullenme için öncelikle doğru bilgilendirilme şarttır. Ve şüphesiz ki bu bilgi “kutsal”a dayalı olmak zorunda.!

Ölüm korkusunun ilk sebebi, ölümün deneylenemez olmasından kaynaklanan bilgisizliktir. Ölüm insanoğlu için birçok yönüyle hala bir meçhul! Tek bilgi kaynağı kutsal

Hayatın lezzetlerinden kopma,

Hazırlıksız yakalanma,

Sahip olunanların kaybı,

Sevenlerinden ve sevdiklerinden bir daha kavuşamamak üzere ayrılış kitaplar.

Bilgisizliğin yanında ölümün korkulu algılanması şu sebeplerle oluşur;

Varlığını varlığına bağladığı her şeyden kopuş,

Ölüm anında ıstırap çekme,

Bilmediği bir yere gitme, bilmediği bir boyuta dönüşme,

Hesaba çekilmek, bütün herkesin önünde her şeyin ortaya döküleceği inancı,

Ölümden sonra cezalandırılma, cehennemde azap

Mezarda çürüme, bedensel dağılma, bozulma, yok olma.

Bütün bunların meydana getirdiği tedirginlik korku bazen o dereceye varırki, kişi paniğe kapılmaktan kendini kurtaramaz, hastanelere koşar.

Hatta baze öyle durumlar olur ki, ölüm korkusu kişiyi tam bir psikoz tablosu içine sokup gerçek hayatla bağlantısını bile kesebilir.

*


“-Sabaha kadar yorgunluktan düşüp bayılana kadar namaz okuyor, acayip davranıyor, hiç durduğu yok! Özellikle namaz kılarken çok korkuyor. Bazen bir köşede korku içinde kendi kendine bir şeyler mırıldanıyor.”

“-Nasıl dururum? Beni siz mi durduracaksınız? Siz yanmıyorsunuz, ben yanıyorum! Dünya ve ahrette rezil rüsvay olmuşum. Beni kimse kurtaramaz. Ben cehennemliğim. Ailemi de cehenneme sürükledim. Hepimiz cehennemde yanıyoruz. Günahlarım ve pisliklerim benimle.

Beni çıldırtıyorlar. Benim duyduğum sesleri siz duymuyor musunuz? Ne duruyorsunuz? Ama siz benim yaptıklarımı yapmadınız! Biliyor musunuz, ben imamım! Camide bana muhbirlik yaptırdılar. Hizbullah mı nedir? Onları takip ediyorlarmış, camide örgütleniyorlarmış. ‘Bize haber vereceksin dediler!’ Ben Kur’an okuyanları ihbar ettim! Kur’an okuyan çocukları ihbar. Ama bildirmeseydim, beni öldürürlerdi!

Suçluyum, affı yok bunun!. Bittim ben, bittim! Cehennemlik oldum. Her gece cehennemde yanıyorum. Ben ateşe atıldım!”





“ÖLÜM”ÜN YORUMLANMASININ ÖNEMİ



Ölümün kaçınılmaz ve mutlak bir kayıp olduğunu düşünmek, ister istemez insanda önüne geçilmesi çok zor bir çöküntüye sebep olabilecektir. Bunun için ölümle birlikte bütün bu ayıpları telafi edecek bir yoruma olan ihtiyaç tartışılmaz derecede önemli.

Aksi halde ruh sağlığının bütün temellerinin sarsılması kaçınılmaz olabilir. Hatta sosyal yönden sağlıklı ve huzurlu olabilmek için de ölümün olumlu yorumlanması şart. Yoksa insanların zaptedilemez olması gibi bir büyük felaketle karşı karşıya kalınacağı kesindir.

Öyle bir yorum ki, insanlar, ölümle birlikte her şeyin bitmediğine, bitmeyeceğine kani olabilsin. Beden mezara girerken bilinç algılamaya, yani ruh yaşamaya hissetmeye devam etsin! Ölümün „mutlak bir yok oluş“ olmadığına, hiç bir tereddüte yer vermeyecek derecede kuvvetle inanılabilsin! Aynen Gazali’nin dediği gibi;

"Ölüm, bütün azaların kullanılmasının ruh için imkansızlaşmasından ibarettir. Bütün azalar alettir. Onları kullanan ruhtur. Ne zaman ki ruhun azalarda tasarrufu iptal onursa, ondan ilimler ve idrakler iptal olunmaz. Sevgiler ve üzüntüler iptal olunmaz. Elem ve üzüntüleri kabul olunması iptal olunmaz. İnsan hakikatte ilimler, elemler ve lezzetleri idrak eden mananın ta kendisidir. Bu mana ise ölmez. Yani yok olmaz. Ölümün manası ruhun bedendeki tasarrufunun kesilmesi, bedenin ruha alet olmaktan çıkması demektir.”( ) Gazali, İhya-i Ulumid-Din, s.356

“Ölüm” bu manada, ruhun ölümsüzlüğe doğuşu olmalıdır.

Yoksa “İbn Sina’nın da işaret ettiği gibi; ölümün gerçekte ne olduğunu bilmemek, öldükten sonra ruhun da bedenle beraber tamamen yok olacağına inanmak, ölümle birlikte nefsin nereye intikal edeceğini kestirememek, ölüme neden olan hastalıkların acı ve ıstırabından başka ayrıca ölüm için de bir elemin var olduğunu düşünmek, cezalandırılmaktan korkmak, geride bırakacağı mal ve miras yüzünden üzüntü duymak” kaçınılmazdır. ( ) İbn Sina, Ölüm Korkusundan Kurtuluş, s.6-7



Ölüm Korkusunun Olumlu Yansımaları



Korku bizatihi olumsuz bir duygu değildir. Neticede kendisine zarar getirecek şeylerden sakındırarak korunmayı teşvik eder. Ölüm korkusu da esasta korunmak içindir, ama ölümden değil; “hayatı yanlış yaşamaktan!”

Ölüm gerçeğinin içerdiği anlamlar dikkate alındığı ölçüde insanoğluna getireceği yararları başka ne hangi sebeple sağlayabiliriz dersiniz?


Şöyle ki;



Sağlığı korumak,

Kaçınılması mümkün olmayan “hesap günü”nden korkarak başkalarının haklarına saygı,

Hayatı daha anlamlı yaşama gayreti,

İyilik yapma, yardın etme ihtiyacı duyma,

İnanma ve emniyet hissi,

Barışa yönelme,

Hayata sarılma, dünya nimetlerini değerlendirme,

Hayata tapınırcasına bağlanmama,

Dini hayata eğilim,

Sosyal hayata daha uyumlu olma.




Doğan her canlı ölmek için yeterince olgundur.



3 yorum

Re: ÖLÜM KORKUSU

çok derin

25.07.2013 - Zehirliok Ziyaretçisi

ALLAH hebinizden razi olsun

cok güzel bir net dün rasgeldim bu nete hemen kayit oldum cok hos ve guzel dinimiz hakkinda cok guzel bilgler veriyor bazi basliklari okuren hüzünleniyorum agliyasim geliyor ALLAH günahlarimizi af etsin gecmisde cok yanlis bir yoldaydim ALLAHA cok sükür simdi dogru yola giriyorum tüm arkadaslar ALLAH a emanet olun...

22.09.2007 - akin6161

BAŞAKLAR GİBİ

BAŞAKLAR GİBİ BİZİ,BİÇİP GİDİYOR ZAMAN.
SU GİBİ ÖMRÜMÜZÜ,İÇİP GİDİYOR ZAMAN.


ŞİMŞEKTEN ATLARIYLA,GEÇİP GİDİYOR ZAMAN.
SESSİZ KANATLARIYLA,UÇUP GİDİYOR ZAMAN.



BİR ÜRKEK CEYLAN GİBİ,KAÇIP GİDİYOR ZAMAN.
ÇAĞLARI PERDE-PERDE,AÇIP GİDİYOR ZAMAN.



SANKİ DURDUĞU YERDE,GÖÇÜP GİDİYOR ZAMAN.
SİLİNMEZ İZLERİNİ,SAÇIP GİDİYOR ZAMAN.
SIRASI GELENLERİ,SEÇİP GİDİYOR ZAMAN.




(Aklıma geldide,paylaşmak istedim.)

17.09.2007 - NaTuraL

Konular