Bugün Kendisi ehl-i dinden olan, hatta tüm mesaisini bu yolda sarfeden birçok insanın çocuklarının, aynı yolun yolcusu olmadığı bir vâkıadır. Aynı şekilde, ehl-i din olmaya karar vermiş gençlerin önemli bir bölümünün, dine hayatlarında öyle çok da yer vermeyen ailelerden geldiği görülmektedir.
Bu iki zıt manzara, herkese cüz'î irade verildiğinin, sonuçta herkesin kendi tercihinden sorumlu olduğunun açık bir delili olsa gerektir. Yine bu manzara, ne ailemizin dindarlığının bir tenbellik ve gevşeme sebebi; ne ailemizin dine karşı kayıtsızlığının bir ümitsizlik sebebi olmaması gerektiğini de gösterir. Anneler ve babalar ne durumda olursa olsun, son tahlilde, herkes kendi kararını vermektedir. İşin bir yönü budur. Ama, bu yönün, işin çoluk-çocuğumuza karşı sorumluluk yönünü unutturmaması da gerekir.
Gerçekten son sözü herkes kendi iradesiyle söyler; ama o son söze gelinceye dek, bize düşen görevler bulunmaktadır. İşte bu noktada, halk arasında çok dolaşan "Mum dibini ışıtmaz" sözünü, bir vâkıayı ele veren, ama yanıltıcı bir söz olarak görüyorum. Birçok insan, çocuklarının istediği gibi olmaması karşısında, bu atasözüne sığınıyor gerçi.
Oysa bu söz, 'kaçınılmaz bir kural'ı değil, mevcut tavrın sonucunu bildiriyor. Yoksa, insan eğer sorumluluğunu bilse ve ona göre hareket etse, bir aile ortamının hiç de muma benzemediğini görmek pekâlâ mümkün olabilir. Eğer bu mümkün olmasaydı, mumun dibini ışıtmaması gibi, salih bir babaların çocuklarının salih olmaması şeklinde bir fıtrat kanunu bulunsaydı; meselâ İbrahim-İshak-Yakub-Yusuf.. diye uzanan, büyükdedenin de, dedenin de, babanın da, çocuğun da peygamber olduğu bir silsile sözkonusu olmazdı. Aynı şekilde, Davud-Süleyman, Zekeriya-Yahya, Meryem-İsa örneği de yaşanmazdı.
Bu Kur'ânî örnekler, Rabbini tam tanımış bir insanın, kendi dünyasını aydınlatmakla kalmayıp, kendi çocuğundan başlayarak etrafını da nasıl aydınlattığını göstermektedir. Aynı şekilde, Asr-ı Saadette de bunun bir dizi örneği görülür. En başta, her bir çocuğu birer ubudiyet timsalı olan Hz. Peygamber'in (a.s.m.) vefatını görmediği yegâne çocuğu olan Fâtıma (r.a.), bizzat Resulullah tarafından, 'Meryem'den sonra, cennet kadınlarının en şereflisi' olarak müjdelenir. Küçük yaşta terbiyesi Resulullah'a tevdi edilen ve onun yanında yetişen Hz. Ali ise, bir hadise göre, 'cennetin kendisini özlediği' bir insan olarak göze çarpar.
Bu nuranî silsile, sonrasında, Hz. Hasan ve Hüseyin'e; Hüseyin'in oğlu olup 'es-Seccâd' ünvanıyla da anılan, 'âbidlerin süsü' Zeynelâbidîn'e; sonraki imamlara; ayrıca, Abdülkâdir-i Geylânî, Ebulhasen-i Şazelî, Ahmed Bedevî, Şerif Cürcanî.. gibi mübarek isimlere uzanır ve bir manevî kahramanlar ve önderler silsilesi halinde bugünlere gelir. Aynı tabloyu, Ömer (r.a.) ile oğlu Abdullah, Abbas ve oğlu Abdullah, Zübeyr ve oğlu Abdullah şeklinde başlayıp devam eden silsile içinde okumak da -inkıtalar bir yana- mümkündür. Dehlevî ve Kettânî ailesi gibi, sonraki dönemlere ait silsileler de bunu gösterir. Tüm bu örnekler, "Mum dibini ışıtmaz" sözünün aile terbiyesine uyarlanmasına kesinlikle elvermemektedir.
Kendisi alim, velî, dindar ve faziletli birinin çocuğunun o yolda olmayacağı şeklinde bir fıtrî kanun olmadığını göstermektedir. Ama, hemen, "Onlar başkaydı" mazereti gelir aklımıza. "Onlar peygamberdi." "O Resulullah'tı." "Onlar sahabiydi." Böyle bir yorumla, zihinlerimizde, bu örnekleri kendimiz için geçersiz kılmaya meyyal düşünceler uyanır.
Evet, meselâ Muhammed-i Arabî, Resulullah'tı. Hem de, gününün üçte birini hanımlarına, çocuklarına ve torunlarına ayıran bir Resulullah'tı. Ve Kur'ân, mü'minleri, 'onda güzel bir örnek olduğu' konusunda uyarmış; buna binaen, bizatihî Resul-i Ekrem (a.s.m.) bir meselede ölçüsüz bir tavra girmesi muhtemel bazı sahabileri "Ben sizin için güzel bir örnek değil miyim?" diye uyarmıştı.
Durup hesabını yapalım: 'En güzel örnek' (a.s.m.)'ın ailesine ayırdığı zamanı, bizler de, kendi çoluk çocuğumuza ayırıyor muyuz? Yoksa ev çoğu zaman yemek yiyip televizyon seyrettiğimiz ve uyuduğumuz bir yerden mi ibaret kalıyor? Ailenin, Rabbinin nimetlerine beraberce muhatap olduğu yemek anları, Resulullah'ın yaptığı gibi, imanî sohbetlerle mi süsleniyor? Ayrıca, çocuğumuzun dünyasında neler var, ne okuyor, ne düşünüyor, soruları ne, arkadaşları kim, gününü nasıl yaşıyor, hangi derse çalışıyor.. biliyor muyuz? Bilenler herhalde vardır. Ama umumî tablonun bu olmadığı; dışarıdaki 'hizmet'lerle iştigal ederken 'içerideki'nin hep ihmale uğradığı açıkça görülüyor.
Biz bir mum olmaya niyetlenip hep dış daireye koşunca, elbette dibimiz karanlıkta kalıyor. Başkalarının çocuklarını irşada çalışırken, kendi çocuğumuz nice ders-i imanîden mahrum bırakılıyor. O yüzden, bu mâkus tablonun tersine dönmesi için, aile hayatlarımızın ciddi biçimde gözden geçirilmesi gerekiyor. Mum dibini ışıtmıyor gerçi; ama insan mum değil.
Yeter ki, lâmba olmaya karar kılalım; aydınlık, en yakın daireden başlamak üzere, her tarafa yayılıyor. Üstelik, ufak-tefek rüzgârlarla titreyip sönmeksizin...
Tr: 1 8 15 22 29 36 43 50 57 64 71 78 85 92 99 106 113 120 127 134 141
En: 7 14 21 28 35 42 49 56 63 70 77 84 91 98 105 112 119 126 133 140 147 154 161 168 175 182 189 196 203 210 217 224 231 238 245 252 259 266 273 280 287 294 301 308 315 322 329 336 343 350 357 364 371 378 385 392 399 406 413 420 427 434 441 448 455 462 469 476 483 490 497 504 511 518 525 532 539 546 553 560 567 574 581 588 595
Yorumlar
hakikat
Paz, 2007-10-14 15:18 — zekikoraygünümüz türkiyesina şahane özetleyen bir yazı..
babası hacı arkadaşım var namaza gelmiyor...
imam oğlu hafız arkadaşım var namaz kılmıyor...
ama niceleri de var kumar içki vb nerelerden gelip, nasıl temiz kaldığı hayret edilecek vaziyetteler.
Ben de katılıyorum sorun AİLE... çözüm ise öncelikle tüm aile bireyleri olarak televizyondan uzaklaşmakla başlamalı bence. cünkü o zaman zihinler cevrede olup biteni birazcık olsun idraka başlayabilir.. bizbiriyle konuşmaya başlayabilir ve inşalla çözüme gidebiliriz..
Yeni yorum gönder