RUHSATLA AMEL ETMEDE FIKHÎ ÖLÇÜLER

Ruhsat, insanların özrüne binaen ve kendilerine bir kolaylık olmak üzere, ikinci derecede meşru kılınan şeydir. Yolculuk halinde Rama-zan orucunu tutamayıp kazaya bırakmak gibi.

Ruhsat, "mevcut bir özürden dolayı, şer'î bir hükmü zorluktan ko-laylığa tebdil etmektir". Bu kolaylaştırmada aslî hüküm sabit kalır ve özür geçtiği zaman azimetle amel etme mükellefiyeti geri gelir.
Özür sahiplerine rahatlık ve genişlik olsun diye, "ruhsat" adı ile aslî hükümde yapılan bu değişiklik bazı nevilere ayrılmaktadır. Şöyle ki:

a) İstenmeyen bir işi yapmaya zorlanmış kimseye tanınan kolaylık,

b) Müsafire tanınan kolaylıklar,

c) Mühim bir işte çaresiz kalana verilen müsaade.

Bu gibi ruhsatlar verilmeden önce bir özrün bulunması gerekmekte ve bu mazeret dinimizin şahıslara tanıdığı kolaylığın dayanağını teşkil etmektedir.

İnsanların aczi ilerleyip mazereti şiddetlenince, ya üzerindeki vazi-feleri yapamayacak veya o mükellefiyeti yerine getirirken çok büyük zahmetlere katlanacaktır. Erhamü'r-Rahimîn olan Cenâb-ı Hak, kulu-nun özrü sebebiyle ya mükellefiyette indirme (kısaltma ve azaltma)

yapmıştır: Sefere çıkan kimsenin kılacağı dört rek'atli namazları iki rek'at olarak eda etmesi gibi. Veya yolculuk yapan kimseye Ramazan orucunu diğer günlerde tutmasına izin verilmesi gibi. Bunlardan birinci-ye "ruhsat-ı iskât", ikinciye "ruhsat-ı terfih" adı verilmektedir.

Ruhsatla amel etmeye dayanak olarak kabul edilen özürleri açıkla-yalım:

YOLCULUK:
90 km.lik mesafedeki bir yere veya daha uzaktaki bir mahalle yol-culuk yapan müslüman, dinimizin tanıdığı ruhsat hükümlerinden fayda-lanıp şu yolda hareket edebilir:

a) Ayağına giydiği mestin üzerine üç gün üç gece (yetmiş iki saat) mesh edebilir.

b) Dilerse, Ramazan orucunu bayramdan sonraki günlerden birine tehir edebilir. Şayet tutacak olursa azimetle amel yolunu tercih etmiş sayılır (1).

c) Zengin bulunan bir kimsenin kurban kesme mecburiyeti, nafile-ye dönüşmüş olur. Yani yolculuğun ortaya çıkardığı zorluklar sebebiy-le, kurban kesmediği için ahiret sorumluluğu kalkar. Buradaki hafifle-me, meşruiyetin kaldırılması değil, mecburiyetin kaldırılması olmaktadır. Binaenaleyh, müsafir bulunan kimse, dilerse nafile olarak kurban kesebilir.

d) Yolculuğun devam ettiği sırada, cuma namazını terk edip onun yerine öğle namazını kılabilir.

e) Dört rek'atli farzları kendi başına kıldığı zaman iki rek'at olarak eda eder. Bu bahiste diğerlerinden bir farklılık ve meselede bir incelik vardır. Ona açıklık getirmeyi zaruri buluyoruz. "Namazlar ilk defa farz kılındığında mukim ve müsafir için ikişer rek'at olarak emrolunmuştur. Daha sonra mukimin namazı dörde çıkarılmıştır" (2). Binaenaleyh, mü-safirin namazı, ilk emredildiği şekilde devam ettiği için, azimet mânâsında bir ruhsat olmaktadır.

HASTALIK HALİ:

Bir müslüman, canına veya herhangi bir uzvuna zarar gelmesinden korkarsa, yahut hastalığının geç iyileşmesinden endişe ederse, ruhsatla amel edip farz namazları oturarak eda edebilir. Özrün ağırlığı ve şiddeti sebebiyle, oturmak kabil olmadığı zaman yattığı yerden imâ ile kılabilir,
Hastalığı sebebiyle cemaatle namaz kılmaya gidemeyen kimse, mazur sayılmış ve namazlarını evinde eda etmesine ruhsat verilmiştir. Camiye gidemeyişi, mazereti sebebiyle olduğundan namazlarını cemaatle kılmışcasına sevap verileceği müjdelenmiştir.

Aşırı derecedeki yaşlılık (pîr-i fânîlik), tedavisi kabil olmayan bir hastalık mesabesinde olduğundan, oruç tutma gücünü kaybetmiş bu-lunan bir ihtiyar, ramazan orucuna bedel olarak fidye verebilir. Bu hü-küm, son derece acze düşmüş yaşlıya dinimizin tanıdığı bir ruhsat ol-maktadır.

UMUM BELVÂ HALİ:

Pire, sivrisinek ve tahta kurusu gibi haşerelerin elbiseye bulaştırdı-ğı kan, halkın umumuna ârız olan bir hal ve kaçınılması imkânsız bir mazeret olarak kabul edilmiştir. Böyle bir elbise kişinin üzerinde iken kılınan namaz sahih görülmüştür. Çünkü bundan korunmak çok zor-dur. Yollardaki çamur da bu kabildendir. Üzerimize sıçrayan çamurda necasetin kendisi görülmüyorsa, çamurun içinde kaybolmuş bulunan kısım, umum belvaya girmekte ve o üzerimizde iken kılınacak nama-zın cevazı, ruhsat-ı şer'î içine girmiş olmaktadır.

Âciz durumda bulunan bir kimse, ruhsatla amel etmeyeyim diye, üzerine düşen vazifeyi terk edemez. Böyle bir çekingenlik, dinimize ay-kırı bir hal olduğu için, asla caiz değildir. Mesela su bulamayan bir kim-senin, namazı kazaya bırakması doğru olmayıp, teyemmüm ederek ibadetini ifa etmesi gerekir.

Ayakta durmaktan aciz bulunan bir kimsenin oturarak namaz kılmaya kudreti bulunduğu halde, daha güç haller için verilmiş ruhsat yo-luna meylederek yattığı yerden imâ ile namaz kılması, dinî esaslara uygun bir hareket değildir (3). Çünkü bir iş, zorlaştıkça dinî müsaade genişler; kolaylık geldiği zaman ruhsat daralır.

Sözlerimizi bir hadis-i şerif meâli ile noktalamak isteriz: "Şüphe yok ki Allah Teâlâ, ruhsatlardan faydalanarak amel edilmesini se-ver. Nitekim zatına isyan edilmesinden hoşlanmaz" (4).


(1) Bakınız: Sûre-i Bakara, 184.
(2) Müslim, c. 2, sh. 142.
(3) el-Mîzânü'l-Kübrâ, c. 1, sh. 12.
(4) Feyzü'l-Kadir, c. 2, sh.