Sabır mı Daha Faziletlidir Şükür mü?

Ebubekir Sıddîk (r.a) bir kuşa hitaben 'Ey kuş! Keşke senin gibi olsaydım. Beşer olarak yaratılmasaydım!' demiştir.

Ebu Zer ve Talha 'Isınlan bir ağaç olmak isterdim!' demişlerdir.
Hz. Osman 'Öldüğüm zaman dirilmemek isterdim!' demiştir. Hz. Aişe 'Unutulmuş olmayı isterdim!' demiştir.

Hz. Ömer Kur'an'dan bir ayet dinlediği zaman, korkusundan bayılarak düşerdi. Birkaç gün hastadır diye ziyaret edilirdi. Birgün yerden bir saman çöpü alarak şöyle dedi: 'Keşke ben bu çöp olsaydım. Keşke ben anılır birşey olmasaydım. Keşke ben unutulmuş olsaydım. Keşke annem beni doğurmasaydı'.
Hz. Ömer'in yanağında göz yaşlarından iki siyah iz vardı. O şöyle demiştir: 'Kim Allah'tan korkarsa öfkesini dindirmez, tüm Allah'tan ittika ederse, her istediğini yapmaz. Eğer kıyamet olma-saydı muhakkak sizin gördüğünüzün hilâfı olacaktı!'

Hz. Ömer 'Güneş durulduğu (ve ışığı söndürüldüğü) zaman' ayetini okuyup 'Defterler açıldığı zaman' (Tevkir/10) ayetine varınca bayılıp düştü. Birgün başkasının evinin yanından geçti. Ev sahibi namaz kılıyor ve Tûr suresini okuyordu. Hz. Ömer durup dinledi. Kişi 'Rabbinin azabı muhakkak vukû bulacaktır. Onu geri çevirecek hiçbirşey yoktur (Tûr/7-8) ayetine gelince, merkebinden indi, duvara yaslandı. Bir zaman durduktan sonra evine dönüp bir ay hasta yattı. Halk durmadan onu ziyaret etti ve hastalığının sonucunu bilmiyorlardı.

Hz. Ali (r.a), sabah namazından selâm vererek çıktığında üzüntüye kapılmış bir halde mübarek elini evirip çeviriyor ve şöyle diyordu 'Ben Hz. Muhammed'in ashabını gördüm. Bugün onlara benzer bir kişi görmüyorum. Onlar tozlu topraklı, benizleri sapsarı ve gözlerinin arasında keçinin dizlerinde olduğu gibi izler olduğu halde sabahlardı. Onlar bütün geceyi secde ve kıyam etmek sûretiyle Allah'ın kitabını okuyarak alın ve ayakları arasında uyuklarlardı! Sabahladıkları zaman, Allah'ı anarlar, ağaçların rüzgârlı bir günde, sağa sola eğildiği gibi uzanırlardı. Elbiselerini ıslatacak kadar gözlerinden yaşlar akardı. Yemin olsun, sanki ben şu kavmi gafil olarak gecelemiş görüyorum!'

Hz. Ali bunları söyledikten sonra kalkıp meclisten ayrıldı. Artık İbn Mülcem denilen adam tarafından vuruluncaya kadar güldüğü görülmedi.

İmrân b. Hüseyin der ki: 'İstiyordum ki bir kül olaydım. Şiddetli bir günde rüzgârlar beni saçıp savursaydı!'

Ebu Ubeyde Âmir b. Cerrah (r.a) şöyle demiştir: Bir koç olup ailemin beni kesip etimi yeyip suyumu içmelerini isterdim'.

Ali Zeynelâbidîn b. Hüseyin'in abdest aldığı zaman, beti benzi sararırdı. Ehli kendisine 'Abdest anında sende meydana gelen bu durum nedir?' diye sorunca, şöyle demiştir: 'Siz kimin huzurunda duracağımı biliyor musunuz?'

Musa b. Mes'ud der ki: 'Biz Süfyan es-Sevrî'nin yanına oturduğumuzda sanki ateş bizi çepeçevre sarmıştı. Bu da onun gözümüze görünen korku ve üzüntüsünden ileri geliyordu'.
Mudir el-Karî birgün 'İşte kitabınız! Aleyhinize konuşuyor, gerçeği söylüyor. Çünkü biz yaptıklarınızı yazıyorduk!' (Câsiye/29) ayetini okuduğunda Abdülvahid b. Zeyd bayılıncaya kadar ağladı. Ayıldığında şunları haykırdı: 'Senin izzetine yemin olsun. Gücüm yettiği müddetçe artık ebediyyen sana isyan etmeyeceğim. Bu bakımdan tevfîkinle taatin üzerinde bana yardımcı ol!'

Onun yanında bir ayet okunduğu zaman gür bir çığlık atar ve birkaç gün ne yaptığını bilmez olurdu. Hatta 'Husâm' kabilesinden bir kişi onun yanına vardı ve kendisine 'Takva sahiplerini binek üzerinde ikram ile Rahman''ın huzuruna toplayacağımız gün, mücrimleri de yaya ve susuz olarak cehenneme süreceğiz'. (Meryem/85-86) ayetini okuduğunda dedi ki: 'Ben mücrimlerde-nim, muttakîlerden değilim. Ey hafız! Bu ayeti bana ikinci bir defa okur musun?' Bunun üzerine hafız ayeti ikinci bir defa okudu. Adamdan bir çığlık koptu ve ahirete iltihak etti.

Yahya el-Bekka'nın103 yanında "Sen onların rablerine arzedildiklerini (hesaba çekildiklerini) göreydin' (En'âm/30) ayeti okunduğunda bir çığlık atarak bayıldı ve dört ay hasta yattı. Onu Basra'nın civarında yaşayanlar bile ziyarete geldiler.

Mâlik b. Dinar der ki: Ben Kâbe-i Muazzama 'yi ziyaret ederken ibadet eden bir cariye gördüm. Kâbe'nin örtüsüne sarılmış şöyle diyordu: 'Yarab! Nice şehvetler vardır ki lezzetleri gitti, mesuliyetleri kaldı. Yarab! Acaba ateşten başka senin vereceğin bir cezan yok mudur?' Bunu hem söylüyor, hem ağlıyordu. Fecir doğuncaya kadar bu hale devam etti.
Mâlik dedi ki: Bunu gördüğüm zaman elimi başıma koyup çığlık kopararak şöyle dedim: 'Ey Mâlik! Annen senin matemini tutsun! (İşte bu kadından ibret al)!'

Rivayet ediliyor ki Fudayl b. Iyaz, Arefe günü, halk dua ederken, o ciğeri yanmış ve ilk evladını kaybetmiş bir anne gibi, güneş bâtıncaya kadar ağladı. Güneş battıktan sonra sakalını tutup başını göğe kaldırdı ve şöyle dedi: 'Eğer affetmişsen de onun (kendi nefsini kastediyor) senden duyduğu mahcubiyeti ne korkunç!' Bunları söyledikten sonra halka katıldı.
İbn Abbas'a (r.a) korkanların hali sorulunca şöyle dedi: "Onların kalpleri, korkudan ötürü yaralıdır. Gözleri yaşlıdır. Onlar 'Biz nasıl sevinelim? Zira arkamızda ölüm vardır! derler. Kıyamet ise "bizim va'dolunduğumuz yerdir. Cehennem üzerinde yolumuz vardır. Rabbimiz olan Allah'ın huzurunda duracağımız yer vardır".

Hasan Basrî, katıla katıla gülen bir gencin yanından geçip onun bir kavimle beraber bir mecliste oturduğunu gördü ve şöyle dedi:
- Ey genç! Sen sırat köprüsünü geçtin mi?
- Hayır!
- Sen cennet veya cehenneme gideceğini biliyor musun?
- Hayır!
- O halde, bu gülmek nereden geliyor?
Râvî diyor ki o genç, o günden itibaren gülerken görülmedi.

Hammâd b. Abdirabbihi, oturduğu zaman bacakları üzerinde otururdu. Kendisine 'Bağdaş kurarak otursan olmaz mı?' diye soruldu. O da 'Bağdaş kurarak oturmak, Allah'ın azabından emin olanın oturuşudur. Ben ise, emin değilim! Çünkü Allah'a isyan etmişimdir' diye cevap verdi!

Ömer b. Abdülâziz 'Allah Teâlâ, bu gafleti kullarının kalbine bir rahmet-i ilâhîsi olarak bırakmıştır ki kullar, Allah'ın korkusundan ölmesinler' demiştir.

Mâlik b. Dinar derdi ki: 'Ben isterdim ki öldüğüm zaman etrafımdakilere emredeyim. Beni bağlasınlar, boynuma zincirler taksınlar. Sonra kaçan kölenin efendisine götürüldüğü gibi rabbimin huzuruna götürsünler'.

Hatem el-Esamm şöyle derdi: 'Elverişlidir diye hiçbir yere aldanma! Çünkü cennetten daha elverişli yer yoktur. Oysa Adem'in başına gelen felâket cennette geldi. İbadetin çokuğu ile aldanma! Çünkü, İblis, uzun ibadetten sonra o düçar olduğu felâkete maruz kaldı. İlminin çokluğu ile aldanma! Çünkü Bel'am b. Baura Allah'ın. İsmi azamini biliyordu. Buna rağmen neye uğradığını dikkatle izle! Salih kimseleri görerek mağrur olma. Allah katında Hz. Muhammed Mustafa'dan daha büyük dereceli bir kimse olmadığı halde, kâfir akrabalarıyla düşmanları onun mülakatından fayda görmediler'.

Sırrî es-Sakatî şöyle demiştir: 'Muhakkak ki ben, hergün burnuma birkaç defa bakıyorum. Bunu da yüzümün kararması korkusundan yapıyorum'.

Ebu Hafs dedi ki: 'Kırk seneden beri Allah Teâlâ'nın bana öfke nazarıyla baktığını düşünüyorum. Benim amellerim de buna delâlet eder'.

İbn Mübârek, birgün arkadaşlarının huzuruna çıktı ve şöyle dedi: 'Ben dün akşam Allah'a karşı cüretkârlık yaptım. Ondan cennet istedim'.

Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin annesi, oğluna dedi ki:
- Ey oğul! Ben seni küçük iken de büyük iken de iyi bilirim. Sanki sen helâk edici bir yoldasın. Gördüklerimden anladığım kadarıyla bunu da gecen ve gündüzünde yapmış
olduklarından hissediyorum.
- Anneciğim! Allah Teâlâ'nın, ben günah işlerken muttali olup da benden nefret ettiğini, 'izzet ve celâlime yemin ederim seni affetmeyeceğim' dediğini işitmediğimden ben nasıl emin olabilirim?

Fudayl b. Iyaz der ki: 'Ben ne gönderilmiş bir peygamberin haline, ne de dergâh-ı izzete yakın olan bir meleğin haline ve ne de salih bir kulun haline gıpta ederim. Acaba bunlar kıyamet gününü görmeyecekler mi? Ancak ben, yaratılmamış bir kimsenin haline gıpta ediyorum'.

Rivayet ediliyor ki; Ensar-ı kiramdan bir gencin içine ateş korkusu girdi, durmadan ağlıyordu, bu durum onu evde hapsetti. Bunun üzerine, Hz. Peygamber gelip onun yanına girdi, boynuna sarıldı ve o genç o anda ölerek yere düştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Arkadaşınızın cenazesini techiz edin! Ateş korkusu, onun ciğerini parçalamıştır.104

İbn Meysere105 yatağına yattığı zaman şöyle derdi: 'Keşke annem beni doğurmasaydı'.
Bunun üzerine annesi kendisine 'Ey Meysere! Allah Teâlâ sana ihsân etmiştir. Seni İslâm dinine hidayet etmiştir' dedi.
O cevap olarak 'Evet! Fakat Allah Teâlâ bize ateşe varacağımızı bildirdi! Ateşten çıkacağımızı ise bildirmedi' dedi.

Ferkad b. Yakub es-Sebhî'ye şöyle soruldu: İsrailoğulları'ndan kulağına gelen en acaip şeyi bize haber verir misin?' Cevap olarak şöyle dedi: Kulağıma geldiğine göre, 'Beyt'ulMakdis'e beşyüz bakire kız girdi. Elbiseleri yün ve mesuh idi. Onlar Allah Teâlâ'nın vereceği sevap ve cezayı müzakere ettiler ve hepsi bir günde öldüler'.

Atâ es-Sülemî korkan kullardan biriydi. Hiçbir zaman Allah'tan cenneti istemezdi. Ancak Allah'tan af isterdi. Ona, hastalığında denildi ki: 'Senin canın hiçbir şey istemiyor mu?' O dedi ki: 'Cehennem korkusu, kalbimde şehvet için yer bırakmamıştır'. Deniliyor ki: Atâ ne başını kaldırıp göğe bakmış ne de kırk sene boyunca gülmüştür. Birgün başını kaldırdı, ürktü, düştü. Karnında büyük bir kopma meydana geldi. Gecenin bir kısmında mesh olma korkusundan bedenini yokluyordu. Onlara bir rüzgâr veya bir şimşek veya bir yiyecek kıtlığı isabet ettiği zaman derdi ki: 'Bu musibet, benden dolayı, halka isabet etmiştir!'
Derdi ki: 'Eğer Atâ (yani kendisi) ölseydi halk rahata kavuşurdu'.

Atâ der ki: Utbet'ül Gulâm ile beraber yola çıktık. İçimizde ihtiyar ve gençler vardı. Bunlar yatsı abdestiyle sabah namazını kılarlardı. Uzun zaman ayakta kaldıklarından dolayı ayakları şişti. Gözleri çukurlaştı. Derileri kemiklerine yapıştı. Damarları tambur teli gibi kaldılar. Derileri kavun kabukları gibi olduğu halde sabahlarlardı. Sanki mezardan çıkmışlardı. Allah'ın itaat eden kullarına nasıl ikrâm ettiğini, âsî kullarını nasıl perişan ettiğini anlatırlardı. Yürüdükleri sırada, onlardan biri bir yerden geçerken bayılarak düştü ve arkadaşları etrafında toplanıp ağlaştılar. Şiddetli soğuğa rağmen alnından ter dökülüyordu!

Arkadaşları su getirip onun yüzünü sildiler. O, gözlerini açınca arkadaşları durumunu sordular. Dedi ki: 'Ben Allah'a fiilen isyan ettiğimi hatırladım da ondan böyle oldum!'

Salih el-Murrî der ki: Âbid kişilerden birinin yanında "Yüzleri ateşin içinde "Vah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik! Peygamber'e itaat etseydik' diyeceklerdir". (Ahzab/66)
ayetini okuduğumda o kişi bayıldı. Ayıldıktan sonra 'Ey salih! Bana biraz daha okur musun? Ben kalbimde üzüntü görüyorum' dedi. Bu dilek üzerine şu ayeti okudum:
Oradan (o) gamdan her çıkmak istediklerinde oraya geri çevrilirler ve kendilerine 'Haydi tadın yangın azabını!' denir.(Hacc/22)

Bunun üzerine ölerek yere düştü.
Zurare b. Ebî Evfa106 cemaatin önünde sabah namazınıkıldırırken 'O sûr'a üfürüldüğü zaman...' (Müddesir/8) ayetiniokurken vefat etti.

Yezîd er-Rakkaşî, Ömer b. Abdülâziz'in huzuruna girdi. Halife dedi ki:
- Ey Yezidî Bana nasihat et!
- Ey mü'minlerin emîri! Sen ilk ölecek halife değilsin!
Bunun üzerine Halife ağladı ve dedi ki:
- Daha fazlasını söyle!
- Ey mü'minlerin emîri! Seninle Adem arasında ölmeyen hiçbir baba yoktur.
- Fazlasını söyle, ya Yezid!
- Ey mü'minlerin emîri! Seninle cennet ve cehennem arasında bir konak yoktur. (İkisinden biridir konağın). Bunun üzerine, halife baygın olarak yere düştü.

Meymun b. Mehram der ki: 'Şüphesiz ki cehennem onların hepsinin buluşma yeridir' (Hicr/43) ayeti nazil olduğu zaman, Selmân-ı Fârisî (r.a) bir çığlık atarak elini başına koydu, çıkıp üç gün kaçtı. Bir türlü onu zaptedemediler.

Davud et-Tâî, çocuğunun mezarı başında ağlayan ve şunları söyleyen bir kadını gördü: 'Ey oğul! Keşke bilseydim. Kurtlar önce hangi yanağından başladılar?' Bunu duyan Dâvud, bağırıp yere yığılı verdi.

Süfyan es-Sevrî hastalandı. Onun bevli zimmî bir doktora göste-rildi. Doktor 'Bu bevlin sahibi, korkudan ciğeri parçalanan bir kimsedir!' dedi. Sonra gelip Süfyan'ın nabzını ölçtü. Sonra 'Ben hanifler (bâtıldan hakka yönelen) içerisinde böyle birini daha görmüş değilim' dedi.

Ahmed b. Hanbel (r.a) der ki: "Allah Teâlâ'dan benim üzerime korkudan bir kapı açmasını diledim, açtı. Sonra aklımdan korktum ve şöyle dedim: 'Yarab! Gücüm yetecek kadar olsun!' Böylece kalbim sükûnete kavuştu".

Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: 'Ağlayın! Eğer ağlamanız gelmiyorsa, ağlar görünün! Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, eğer sizden biriniz ilmi bilseydi sesi kesilinceye kadar bağırırdı. Beli kırılıncaya kadar namaz kılardı'..

Sanki o şu hadîsin mânasına işaret etti: 'Eğer benim bildiğimi siz bilseydiniz muhakkak az güler, çok ağlardınız',

el-Anberî dedi ki: Muhaddisler Fudayl b. İyaz'ın kapısında toplandılar. Ağladığı ve mübarek sakalı titrediği halde pencereden başını çıkarıp onlara baktı ve şöyle nasihat etti: 'Kur'an'dan ayrılmayın! Namazdan ayrılmayın! Rahmet olasıcalar, bu zaman, hadîs zamanı değildir. Bu zaman ancak ağlamak, sızlamak, Allah'a karşı zillet göstermek, boğulmakta olan bir kimsenin duası gibi dua etmek zamanıdır. Bu zamanda ancak dilini koru, mekânını hafîfleştir, kalbini tedavi ettir. Bildiğini al, bilmediğini bırak'.

Fudayl b. İyaz birgün yürürken görüldü ve kendisine 'Nereye gidiyorsun?'diye sorulunca Bilmiyorum!' dedi. Korkudan, sersemleyerek yürüyordu.

Zerr b. Ömer, babası Ömer b. Zürare'ye107 dedi ki:
- Şu kelâmcıların durumu nedir ki konuşurlar.Hiçbiri ağlamaz. Sen konuştuğun zaman her taraftan ağlamak sesi geliyor.
- Ey oğul! İlk çocuğu ölen matemci kadın, para ile tutulan ağıtçı kadın gibi değildir!'.
Hikâye olunuyor ki bir kavim, ağlayan bir âbidi durdurup şöyle sordular:
- Rahmet olasıca! Seni ağlatan nedir?
- Beni ağlatan, korkan kimselerin kalplerinde hissettikleri bir çıbandır.
- O çıban nedir?
- O çıban, Allah'ın huzuruna arzolunmak için çağırılmamkorkusudur!

el-Havvas108 ağlayarak münâcâtındâ şöyle yalvarırdı: 'Kocadım, hizmetinden bedenim zayıf düştü. Beni âzâd eyle!'

Salih b. Bişr el-Murrî der ki: Bir ara, İbn Semmak bize misafir geldi. Dedi ki: 'Abidlerinizin acaipliklerinden bana birşey göster'. Onu, kamıştan yapılmış kulübeciğinde oturan bir kişiye götürdüm. Girmek için izin istedim. Baktık ki kişi selek örüyor, kişiye şu ayeti okudum:

Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sürüleneceklerdir; kaynar suda... Sonra da ateşte yakılacaklardır.(Mü'min/71-72)

Ayeti dinleyen kişi bir çığlık kopardı ve bayılarak yere serildi. Onun yanından çıkıp onu o halde bıraktık. Başkasının yanına girdik. Aynı ayeti okudum. O da bir çığlık attı ve baygın olarak yere serildi. Biz gidip üçüncü bir kişinin huzuruna girmek için izin istedik. O 'Eğer bizi rabbimizden meşgul etmeyecekseniz, giriniz!' dedi. Ona şu ayeti okudum:
Ve onlardan sonra sizi o yurda yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan ve tehdidimden korkan içindir.(İbrahim/14)

Ayeti dinleyen kişi bağırdı. Burun deliklerinden kan fışkırdı. Kan kesilinceye kadar, o kanın içinde kıvrandı. Biz onu da öylece bırakıp çıktık. Havvas'ı altı kişinin yanına götürdüm. Hepsinin yanından çıkıp onları baygın halde bırakıyorduk. Sonra onu yedin-cinin yanına götürdüm. İzin istedik, kulübenin içinden bir kadın 'Giriniz!' dedi. İçeri girdik. Namazgâhının üzerinde oturan bir pîr-i fânî vardı. Ona selâm verdik. Bizim selâmımızı hissetmedi. Ben yüksek bir sesle 'İyi bilin ki halk için yarın bir makam vardır' dedim. Bunun üzerine ihtiyar 'Rahmet olasıca! O makam kimin huzurundadır?' dedi. Sonra o ihtiyar ağzı açık, şaşkın bir vaziyette donakaldı. Gözlerini yükseklere dikmiş, sesli bir şekilde çağırıyordu. Zayıf bir sesi vardı 'Eyvah! Eyvah!' diyordu. Sesi kesilinceye kadar devam etti. Kadını bize dedi ki: 'Çıkınız! Artık bu saatte ondan fayda göremezsiniz!'

Sonra o kimselerin durumunu sordum. İşittim ki üç tanesi ayılmış, üçü de ölüp rabbine varmıştır. O ihtiyar ise, üç gün şaşkın ve hayretler içeresinde o halde kalmış, farz namazları bile edâ edememiş, üç günden sonra aklı başına gelmiştir.

Yezid b. Esved109 Abdallardandı. Hiçbir zaman gülmeyeceğine, yatarak uyumayacağına, yağlı yemek yemeyeceğine dair yemin etti. Bu yemin üzerinde iken güldüğü, uzanarak yattığı ve yağlı yemek yediği görülmedi. Ölünceye kadar bu durumda devam etti.

Haccac-ı Zâlim, Said b. Cübeyr'e dedi ki: 'Kulağıma geldiğine göre sen hiç gülmezmişsin?' Said 'Ben nasıl güleyim? Cehennem alevlendirilmiş, zincirler hazırlanmış, zebaniler de hazır beklemektedir' dedi.
Bir kişi Hasan Basrî'ye hitaben dedi ki:
- Ey Ebu Said! Nasıl sabahladın?
- Hayırla sabahladım!
- Halin nasıldır?
- Hâlimi benden soruyorsun. Gemiye biinip denizin ortasına varan, orada gemileri parçalanan ve her biri geminin bir tahtasına sarılan insanların halini ne sanıyorsun?
- Onlar çok tehlikeli bir haldedirler.
- İşte benim hâlim onların halinden daha tehlikelidir.

Ömer b. Abdülâziz'in bir cariyesi huzuruna vardı. Kendisine selâm verdi. Sonra efendisinin evinde bulunan mescide girip iki rek'at namaz kıldı. Uyku galebe çalıp uyuyakaldı. Uykusunda ağladı. Sonra uyandı ve şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin emîri! Yemin olsun, ben acaip birşey gördüm.
- Ne gördün?
- Cehennemi gördüm.Ehlinin üzerine alev dalgaları,saçıyordu. Sonra köprü getirildi. Ateş üzerine kuruldu.
- Devam et!
- Abdülmelik b. Mervan getirildi. Köprüye bindirildi. Az bir mesafe gider gitmez köprü onu sarstı, o cehenneme yuvarlandı.
- Devam et!
- Sonra Velid b. Abdülmelik getirildi. Köprüye bindirildi. Az bir mesafe gider gitmez köprü onu sarstı ve o da cehenneme doğru yuvarlandı.
- Devam et! Sonra Süleyman b. Abdülmelik getirildi. O da köprünün üzerinde az bir müddet yürüdükten sonra köprü onu kaydırdı. O da cehenneme düştü.
- Devam et!
- Sonra sen getirildin. Allah'a yemin ederim ki ey mü'minlerin emîri...

(Cariye bunu söyler söylemez) Ömer (r.a) bir çığlık koprarak bayılıp yere serildi. Cariye kalkıp onun kulağına şunları haykırdı: 'Ey mü'minlerin emîri! Seni gördüm. Vallahi kurtuldun. Seni gördüm. Vallahi kurtuldun'.

Ravi der ki: Cariye çağırıyordu. Ömer ise, korkusundan bağırıp ayaklarını yere vuruyordu.
Hikâye olunuyor ki Üveys el-Karanî kıssacının yanına gidip onu dinleyip ağlıyordu. Ateşi zikrettiği zaman, Üveys, çığlık attıktan sonra koşarak giderdi. Halk arkasına düşüp 'deli, deli' derlerdi.

Muaz b. Cebel (r.a) şöyle der: 'Mü'min bir kimse cehennem köprüsünü arkasında bırakmadıkça korkusu dinmez'. Tavus için yatak serilir o da uzanırdı, sonra buğday tanelerinin saçta zıpladıkları gibi zıplardı. Sonra kalkıp yatağı toplar, kıbleye yönelir, sabaha kadar ibâdete devam eder ve şöyle derdi: 'Cehennemi hatırlamak, korkanların uykusunu kaçırmıştır'.
Hasan Basrî şöyle demiştir: Bir kişi bin sene sonra cehennemden çıkacaktır. Keşke o kişi ben olaydım'.

O bu sözü, ebediyyen cehennemde kalmak ve son nefeste imansız gitmek korkusundan söylüyordu.
Rivayet ediliyor ki Hasan Basrî kırk sene gülmemiştir.

Ravî der ki: Ben onu oturarak gördüğüm zaman sanki boynu vurulmak için getirilmiş bir köle, bir esir gibiydi. Konuştuğu zaman sanki ahireti görüyormuş gibi onun hallerinden haber veriyordu. Sustuğu zaman sanki ateş gözleri arasında kızıştırılmıştı. Şiddetli üzüntü ve korkusundan dolayı kınandı. Bunun üzerine şöyle dedi: "Allah Teâlâ'nın bende hoşuna gitmeyen birtakım hallere muttali olup benden nefret edip 'Ey Hasan git! seni affetmiyorum' demeyeceğinden kim beni emin edebilir? Ben, garantisiz bir şekilde amel ediyorum".
İbn Semmak der ki: Birgün bir mecliste vaaz ettim. Oradan bir genç ayağa kalkıp şöyle dedi:
- Ey Ebu Abbas! Bugün bir kelime ile vaazettin ki biz ondan başkasını dinlemeseydik perva etmezdik.
- Rahmet olasıca! O kelime ne idi?
- O kelime senin 'ya cennette veya cehennemde uzun bir zaman durmak, korkanların kalbini paramparça etti' sözüdür.
Bunu söyledikten sonra yanımdan ayrıldı. Onu başka bir mecliste aradım, göremedim. Halini sordum. Bana hasta yattığını söylediler. Onu ziyaret etmek üzere yanına vardım kendisine şöyle sordum.
- Ey kardeşim! Senin hastalığın nedir?
- Ey Ebu Abbas! Bu hastalık senin 'Cennet veya cehennemde uzunca bir zaman durmak, korkanların kalbini paramparça etmiştir' sözünden geliyor.
Sonra vefat etti. Kendisini rüyamda gördüm ve şöyle sordum:
- Kardeşim, Allah Teâlâ sana nasıl bir muamele yaptı?
- Beni affetti. Bana rahmet etti ve cennete mazhar kıldı.
- Ne ile Allah Teâlâ seni cennete müstahak kıldı?
- O, meşhur kelime ile!

İşte bunlar, peygamberlerin, velî kulların, âlim ve salihlerin korkularıdır. Biz onlardan daha fazla korkmaya müstehakız. Fakat korku günahların çokluğundan değildir. Aksine kalplerin saflığından ve marifetin kemâlinden gelir. Aksi takdirde biz günahlarımızın azlığından ve ibâdetlerimizin çokluğundan emin olamayız. Şehvetimiz bizi çeker. Şekavetimiz bize galebe çalar. Durumumuzu mülâhaza etmekten, gafletimiz ve kalbimizin katılığı bizi menetmektedir. Göç etmenin yaklaşması bizi uyandırmadığı gibi, günahların çokluğu da müsbet olarak bizde bir hareket meydana getirmez. Allah'tan korkanların durumlarını müşahede etmek bizi korkutmuyor! Sonucun tehlikesi bizi ürkütmüyor!

Allah Teâlâ'dan dileğimiz, fazilet ve cömertliğiyle hallerimizi yed-i kudretiyle ıslah etmesidir. Tabiî eğer kalp hazır olmadan ve sadece dil ile istemek fayda veriyorsa...
Acaipliklerdendir ki biz dünyada servet istediğimiz zaman, tohum serpiyor, ağaç dikiyor, ticaret yapıyor, denizlerde sefer düzenliyor, çöllerin tehlikesine girişiyor, bütün bunlardan sonra serveti umuyoruz. Eğer biz ilim rütbesini istersek, fıkıh ilmini okuyor, onu ezberlemek ve tekrarlamak hususunda, yoruluyor, uykusuz kalıyoruz. Rızıklarımızın talebine var kuvvetimizle dalıyor, Allah Teâlâ'nın bize kefil olduğuna bir türlü güvenmiyor ve evimizde bu güvene dayanarak oturmuyoruz. 'Yarab! Bize rızık ver' demiyoruz. Sonra gözerimizi mukim ve daim olan mülke diktiğimizde sadece dilimizle 'Ey Allahım! Bizi affet, bize rahmet et! Allah o Allah'tır ki ümidimiz onadır. Onunla aziz oluruz' demekle iktifa ediyoruz. O zaman Allah Teâlâ bizi çağırarak şöyle der:
Hakîkaten, insan için kendi çalıştığından başkası yoktur. (Necm/39)

Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) Allah'ın affına güvendirmek) suretiyle sizi aldatmasın.(Fâtır/5)

Ey insan! Kerîm olan rabbına karşı seni aldatan ne?(İnfitar/6)

Sonra bütün bunlar bizi uyandırmıyor. Gurur ve boş temennilerin çukurundan bizi çıkarmıyor. Eğer Allah Teâlâ, nasûh tevbesi ile bize lütfetmezse ve tevbe-i nasûh vasıtasıyle elimizden tutup bizi o girdaptan kurtarmazsa bu dehşetli bir felakettir. Allah Teâlâ'dan dileğimiz bize tevbe nasip etmesidir. O'ndan dileğimiz kalplerimizin gizliliklerini, tevbeye teşvik etmesi, dilimizle tevbeyi bize son nasip kılmamasıdır. Aksi takdirde biz, deyip de amel etmeyen, dinleyip de kabul etmeyen kimselerden oluruz! Vaazı dinlediğimiz zaman ağlarız. Dinlediğimizle amel etme zamanı geldi mi isyan ederiz. Mahrumluk için bundan daha büyük bir alâmeti fârika yoktur!

Allah Teâlâ'dan minnet ve faziletiyle tevfîkini ve bizi hakîkate irşâd etmesini talep ederiz. Korkanların hallerini hikâye etmek hususunda verdiğimiz misallerle iktifa edelim. Çünkü bu dürten olan az birşey kabiliyetli kalpte yerleşip, tesir etmeye yeterlidir. Gafil kalbin üzerine denizler akıtılsa yine fayda vermez!

İsa b. Mâlik el-Hevlânî'nin sözünü ettiği rahib, rahiblerin hayırlılarındandır. Şunları söylemekle doğru söylemiştir: İsa, rahibin Beytül-Makdis'in kapısında hayran hayran ve mahzun ola-rak durduğunu görür. Nerdeyse rahib fazla ağlamaktan ötürü göz yaşlarını silemeyecek durumdaydı, İsa b. Mâlik dedi ki: Onu gördüğüm zaman görünüşü beni korkuttu ve dedim ki:
- Ey rahib! Bana ezberleyeceğim bir nasihat yap!
- Kardeşim! Ne ile sana nasihat edeyim? Eğer gücün yetiyorsa yırtıcı hayvanların ve zehirli haşeratın, kıskaca aldıkları bir kişinin yerinde olma! O kişi gaflete dalarsa yırtıcı hayvanların kendisini parçalamasından korkar! Bu kişinin kalbi ürkek ve kor kar bir vaziyettedir. Mağrur olanlar emin olurlarsa da o kişinin bütün gecesi korku içindedir. Tenbel olanlar sevinirlerse de o kişi bütün gün üzüntü içindedir.
Rahib bunları söyledikten sonra arkasını çevirip beni terketti. Dedim ki:
- Keşke bana daha fazlasını söyleseydin, belki bana fayda verirdi.
- Susamış bir kimseye az su da kifayet eder.

Rahib doğru söylemiştir. Çünkü saf olan kalp, az bir korku ile harekete geçer. Taşlaşmış kalpten ise, bütün nasihatlar kayar. Rahibin yırtıcı hayvanlar ve zehirli haşerat tarafından çepeçevre sarılmış takdirinin farazî olduğunun zannedilmesi uygun değildir. Aksine bu hakikattir; zira eğer sen basiret nuruyla iç âlemini görseydin onu yırtıcı ve zehirli hayvanların her çeşidiyle öfke, şehvet, hıkd, hased, kibir, ucub, riya ve benzerleri ile dopdolu görürdün. Oysa bu yırtıcılar durmadan seni parçalar, ciğerini sökerler, eğer bir an onlardan gafil kalırsan sana öldürücü darbeler indirirler. Ancak senin gözün onları görmekten perdelidir. Ne zaman ki perde kalkarsa ve kabrine konulursan, o yırtıcıları gö-rürsün. Hem de sûretler ve mânâlarına uygun şekillerine bürünerek sana görünürler. Akrep ve yılanları gözünle göreceksin! Kabrinde etrafını çepeçevre sarmışlardır. Oysa onlar senin şimdiki vasıfların niteliklerindir. Senin için onların sûretleri keşfolunmuştur. Eğer onları öldürmek ve yoketmek istiyorsan ki ölümden önce buna kudretin vardır derhal yap! Aksi takdirde kendini onların ısırması ve sokması için hazırla! Bedenine değil, kalbinin tam ortasına zehirlerini akıtacaklardır. Vesselâm!









103) Künyesi Yalıya b. Müslim veya İbn Süleym olan bu zat Basralıdır. H. 130'da vefat etmiştir.
104) İbn Ebî Dünya
105) Adı Amr b. Şurahbil olan bu zat Kûfelidir.
106) Kendisi Basra'nın kadısıydı. Güvenilir ve âbid bir kişidir.
107) Tam adı Zer b. Ömer b. Zürare el-Hemedanî el-Kûfî'dir.
108) Ebu İshak İbrahim b. Ahmed el-Havvas
109) Doğrusu Esved b. Yezid'dir. Kays en-Nehaî'nin oğludur. Kûfelidir. Bu zatın yaptığı İslâmî bakımdan bir vecibe değildir. Belki zühddür. İsteyen yapar, istemeyen yapmaz; zira nimetlerden nefsin azmayacağı şekilde istifade etmek caizdir.