Açlığın Faydaları, Tokluğun Zararları

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Nefislerinize karşı açlık ve susuzlukla mücâhede ediniz; çünkü ecir buradadır.21

Soru: Açlık için bu büyük fazilet nereden geliyor ve sebebi nedir? Oysa açlıkta sadece mideyi boş tutma ve eziyetlere katlanma vardır. Eğer sebebi bu ise, insanoğlunun kendi kendisine vurması, etini kesmesi, zahmetli şeyleri yapması ve bunlara benzer hareketlerde bulunması gibi eziyet verici herşeyde büyük ecir bulunması gerekir!

Cevap: Bu söz, tıpkı içtiği bir ilâçtan fayda görüp de bu faydanın, ilâcın acılığından ve zahmet verişinden geldiğini zannederek acı ve hoşuna gitmeyen herşeyi yutan kimsenin davranışına benzer. Oysa bu davranış yanlıştır; çünkü görülen fayda, ilacın acılığından değil, içerisinde bulunan bir özellikten gelmektedir. Bu özelliği de ancak ve ancak doktorlar bilir. Bunun gibi açlığın faydalarının gerekçelerini de ancak âlimlerin yetişkinleri bilir. Şeriatın açlık hakkındaki medh u senâsına uyarak nefsini aç bırakıp da bunun faydasını gören kimse -bu faydalanmanın illet ve gerekçelerini bilmese dahi- ilâç içip de ondan fayda gören kimse gibidir; çünkü böyle bir kimse ilâcın faydasının nereden geldiğini bilmese de fayda bulmuştur. Eğer iman derecesinden ilim derecesine yükselmek istiyorsan, sana bu hususu izaha çalışacağız...

'Kalkın!' denilince kalkıverin ki Allah iman edenlerinizi ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.(Mücadele/11)

Bu bakımdan deriz ki açlıkta on fayda vardır:

Birinci Fayda

Kalbin saflık kazanması, tabiatın nûrlanması ve basiretin açılmasıdır. Çünkü tokluk, hamâkata (ahmaklığa) yol açar, kalbi köreltir, beyindeki buharlaşmayı çoğaltır ve sarhoşluğa benzer haller meydana getirir. Bu buhar, fikrin kaynaklarını istilâ eder. Bu yüzden kalp, fikirlerde cereyan etme bakımından ağırlaşır; çabuk anlama ve kavrama özelliğini kaybeder. Bir çocuk, çok yediği zaman hâfızası dumûra, zihni fesada uğrar ve kıt anlayışlı olur.

Ebu Süleyman Dârânî şöyle demiştir: 'Elinizden geldiğince midenizi aç bırakmaya çalışınız; çünkü açlık, nefsi uysallaştırır ve kalbi inceltir. Bunun sonucunda insana, kesbî olmayan, semâvî ve vehbî ilim bahşedilir'. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kalplerinizi az gülmek ve az yemekle diriltiniz; açlıkla temizleyiniz. Bu sayede kalpleriniz saflaşır ve incelir.22

'Açlık, çakan şimşeğe, kanaat ise buluta benzer... Hikmet ise yağmur gibidir' denilmiştir.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Karnını aç bırakan kimsenin düşüncesi büyüdükçe büyür; kalbi uyanık olur.23

İbn Abbas Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Kim tok olarak yatarsa, onun kalbi katılaşır. Herşeyin zekâtı vardır; bedenin zekâtı da açlıktır.24

Şiblî şöyle demiştir: 'Ne zaman nefsimi Allah için aç bırakmışsam mutlaka kalbimde, daha önce olmayan bir hikmet ve ibret kapısı açılmıştır'.
İbâdetlerden gayenin; Allah'ın marifetine ulaştırıp, hakkın tecellilerini gösterecek düşünce olduğu açıktır. Tokluk ise buna mânidir. Marifet cennet kapılarından bir kapıdır, anahtarı da açlıktır. Bu bakımdan açlığa yapışmanın cennetin kapısını çalmak olduğu bilinmelidir.

Bu sırra binaendir ki Lokman Hakîm oğluna şöyle demiştir: 'Ey oğul! Mideyi tıkabasa doldurduğun zaman fikir uyur; hikmet dilsizleşir. Azalarsa ibâdetten bıkıp otururlar'.
Ebu Yezid el-Bistâmî de 'Açlık buluttur. Kul ne zaman aç kalırsa kalp hikmet yağmuru yağdırır' demiştir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Açlık, hikmetin nûru, tokluk ise Allah'tan uzaklaşmadır. Fakirleri sevmek ve onlara yaklaşmak da Allah'a yakınlaşmadır. Sakın tıkabasa yemeyiniz ki kalbinizdeki hikmetin nûru sönmesin! Çünkü az yiyerek yatıp uyuyan kimsenin etrafında huriler sabahlar.25

İkinci Fayda

Kalbin incelip yumuşaması ve saflaşmasıdır ki insanoğlu bu sayede münâcaattan zevk almaya ve zikirden etkilenmeye hazırlanır; zira kalbin huzuruyla birlikte sadece dil üzerinde cereyan eden nice zikir vardır ki kalp bundan ne zevk alır ve ne de etkilenir. Hatta sanki onunla kalp arasına, kalbin katılığından oluşan bir perde gerilmiştir. Bu perde bazı durumlarda incelir. O zaman kalp zikirden daha çok etkilenir ve münâcaattan da daha fazla zevk alır. Bu incelmeyi sağlayan en büyük ve en açık etkense midenin boş olmasıdır.

Ebu Süleyman Dârânî şöyle demiştir: 'Nezdimde ibâdetin en tatlı olduğu zaman, karnımın belime yapıştığı zamandır'.

Cüneyd-i Bağdâdî şöyle demiştir: 'Bir insan, kendisiyle göğsü arasına bir yemek torbası asar ve buna rağmen münâcaatın tadına ermek ister!'

Yine Ebu Süleyman Dârânî şöyle demiştir: 'Kişi acıktığı ve susadığı zaman kalbi saflaşır ve incelir. Doyduğu zamansa körleşir ve katılaşır'.

Bu bakımdan kalbin münâcaattan zevk alıp etkilenmesi, fikrin müyesser olmasının ve marifetin elde edilmesinin ötesinde bir hakikattir ki bu da ikinci faydadır.

Üçüncü Fayda

Şehvetin ve serkeşliğin kırılması, nefsin uysallaştırılması, fazla sevinç ve neşe hâlinin bertaraf edilmesi ve oburluğun sökülüp atılmasıdır. Oburluk, Allah'tan gafil olmanın ve haddi aşmanın kaynağı ve başlangıcıdır. Bu bakımdan nefis, açlıkla uysallaşıp kırıldığı gibi hiçbir şeyle uysallaşıp kırılmaz. Aç kalan nefis, sahibine karşı sakinleşir ve ondan korkar. Acizliğini ve zelilliğini anlar; zira kuvveti zayıflamış, elinden kaçan birkaç lokma yüzünden hileleri oldukça daralmış, içemediği bir yudum sudan dolayı da dünya kendisine zindan kesilmiştir. İnsanoğlu nefsinin zelilliğini ve âcizliğini anlamadıkça mevlâsının izzet ve kahrını göremez. İnsanoğlunun saadeti ancak daimi olarak nefsinin zillet ve acziyetini anlayıp, mevlâsının izzet, kudret ve kahrını bilmesindedir. Bu bakımdan insanoğlu daima aç, mevlâsına muhtaç ve mecbur olduğunu bilmeli ve bundan zevk almalıdır. Bunun içindir ki kendisine dünya ve hazineleri sunulduğunda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Hayır, istemem. Bilakis bir gün aç, bir gün tok olmak iste-rim. Aç kaldığım zaman sabreder, mevlâma yalvarırım. Tok olduğum zaman da Allah'a şükrederim.26 (veya Hz. Peygamber'in dediği gibi...)27

Mide ile tenasül organı, cehennem kapılarından birer kapıdırlar. Bunun esası da tokluktur. Nefsi zelilleştirip şehveti kırmaksa cennet kapılarından bir kapıdır. Bunun esası da açlıktır. Cehennem kapılarından birini kapatan kimse, zorunlu olarak cennet kapılarından birini açmıştır; çünkü bu ikisi, tıpkı batı ile doğu gibi karşıttır. Bu bakımdan onların birine yaklaşmak, diğerinden uzaklaşmak demektir.

Dördüncü Fayda

Allah'ın belâ ve azabını ve bunlara düçar olanları unutmamaktır; çünkü tok olan kimse açları ve açlığı unutur. Zeki bir kul, insanların başına gelen belalardan âhiret azabını, bu dünyadaki susuzluğundan halkın mahşer yerindeki susuzluğunu, açlığından da cehennemliklerin açlığını hatırlar. Cehennemlikler darı (kuru diken) ve zakkum (cehennemde biten bir ağaç) yeyip, derilerinden akan sarı sularla erimiş bakır içerler. Bu bakımdan kulun, âhiret azabını ve elemlerini bir saniye dahi aklından çıkarmaması gerekir; çünkü korkuyu harekete geçiren etken, bu zihniyettir. O halde zillet, illet ve kıllet (açlık ve fakirlik) çekmeyen ve belâlara düçar olmayan kimse, âhiret azabını unutur. Ahiret azabı korkusu, böylelerinin nefsinde etkisini gösteremez ve kalbine galip gelemez. Bu bakımdan kul, şiddetli belâlara düçar olmalıdır ki âhiret azabını hatırından hiç çıkarmasın! Bu belâların en iyisi de açlıktır; çünkü açlıkta, âhiret azabını hatırlamanın dışında bir-çok faydalar vardır... İşte belâların peygamberlere, velî kullara ve derece bakımından onları takip eden kimselere verilmesinin se-beplerinden biri de budur.

Bu sırra binaen âhiret azabını hatırından hiç çıkarmasın! Nitekim hazineleri elinde bulunduğu halde 'niçin aç duruyorsun?' denildiğinde Hz. Yusuf şöyle buyurmuştur: 'Karnımı doyurduğumda açları unutmaktan korkuyorum'. Aç ve muhtaç kimseleri hatırlamak, açlığın birçok faydalarından sadece biridir; zira bu hatırlama, insanoğlunu sakat ve yoksullara yedirmeye, Allah'ın kullarına merhamet göstermeye teşvik eder. Tıkabasa yiyen kimse ise aç insanın neler çektiğini bilmez.

Beşinci Fayda

Faydaların en büyüklerinden olan bu beşinci fayda, bütün günahların şehvetini kırmak, kötülüğü emreden nefse hâkim olmaktır; çünkü bütün günahların menşei şehvet ve kuvvettir.

Kuvvet ve şehvetlerin aslı (kaynağı) ise hiç kuşkusuz yiyeceklerdir, Bu bakımdan yemeklerin azaltılması her türlü şehvet ve kuvveti zayıf düşürür. Asıl saadet, kişinin nefsine hâkim olmasıdır. Şekâvet (bedbahtlık) ise, nefsin kişiye hâkim olmasıdır. Huysuz bir bineğin ancak aç bırakılmak sûretiyle zayıf düşürülüp zaptedildiği, doyurulduğu zamansa kuvvet alıp ürktüğü ve huysuzluk yaptığı gibi, nefis de kuvvetli olduğunda huysuzlaşır, zayıf olduğunda ise uysallaşır. Nitekim bir ihtiyar, kendisine İhtiyarlığına rağmen kendine (vücuduna) niçin bakmıyorsun?' diyenlere şöyle cevap vermiştir: 'Çünkü nefis çabucak şımarıp azar. Onun huysuzluğu ve gururu çok kütüdür. Bu yüzden, huysuzluk yaparak beni bir tehlikeye düşürmesinden korkuyorum. Bu bakımdan onu çeşitli sıkıntılara sokmam, bana onun beni kötü şeylere zorlamasından daha sevimli gelmektedir'.

Zünnûn-i Mısrî şöyle demiştir: 'Ne zaman doymuşsam ya isyan etmişimdir ya da isyan teşebbüsünde bulunmuşumdur'.

Âişe vâlidemiz şöyle demiştir: 'Hz. Peygamber'den sonra icad edilen ilk bid'at, doyasıya yemektir'.

Doyasıya yiyen kimselerin nefisleri dünyaya meyleder. Açlık, bir tek faydadan ibaret değil, bilakis faydalar hazinesidir. İşte bunun içindir ki 'Açlık Allah'ın hazinelerinden biridir' denilmiştir. Açlık sayesinde en azından konuşma ve tenâsül uzvu şehvetleri bertaraf edilir; çünkü aç olan bir kimsenin fuzulî konuşma şehveti harekete geçmez. Böylece kişi dilin gıybet, kötü ve çirkin konuşmak, yalan söylemek, dedikodu yapmak ve benzerleri gibi âfetlerinden kurtulur. Açlık onu bütün bu âfetlerden korur. Kişi doyduğu zaman meyve yeme ihtiyacı hisseder ve bunu da halkın namuslarına dil uzatmak sûretiyle giderir. İnsanları burunları üzerine ateşe ancak dillerinin mahsulleri atıverir.

Tenâsül uzvu şehvetinin tehlikeleri apaçık ortadadır. Onun şerrinden insanı ancak açlık korur. Kişi, doyduğu zaman tenâsül uzvuna sahip olamaz. Takvâsı buna mâni olsa bile, bu kez de gözüne sahip olamaz; zira tenâsül uzvu gibi göz de zina eder. Kapatmak sûretiyle gözlerini de tasarrufu altına alsa, bu defa da düşüncelerine sahip olamaz. Şehvet yüzünden kalbi kötü fikirlerden, nefsin vesveselerinden bir türlü kurtulamaz Kalbe hâkim olan vesveseler kişinin münâcaatını bozar ve huzurunu kaçırır.

Hatta çoğu zaman kişi namazın tam ortasında bu tür vesveselere mâruz kalır!

Biz burada dilin ve tenâsül uzvunun afetlerini, sadece bir misal olarak söyledik; yoksa yedi azanın bütün günahlarının sebebi, tokluktan hasıl olan kuvvettir. Bir hakîm şöyle demiştir: 'Siyasete karşı sabrederek bir sene yavan ekmekle yetinen ve şehvetlerden herhangi birini karıştırmaksızın midesinin yarısını dolduracak şekilde yiyen her müridden, Allah Teâlâ kadın zahmetini (ihtiyacını veya fitnesini) kaldırır'.

Altıncı Fayda


Uykunun defedilip uykusuzluğa alışılmasıdır; zira tok olan kimse çok su içer. Çok su içen kimse ise çok uyur. Bunun içindir ki şeyhlerden bazıları yemeğe oturduğu zaman müridlerine şöyle derdi: 'Ey müridlerim! Fazla yemeyiniz ki fazla su içmiş ve dolayısıyla fazlasıyla zarar etmiş olmayasınız'. Yetmiş sıddîk, fazla uykunun çok su içmekten ileri geldiği hususunda ittifak etmişlerdir. Fazla uyku ömrün zâyi olmasına, teheccüd namazının kaçmasına, tabiatın ahmaklaşmasına ve kalbin katılaşmasına sebep olur. Oysa ömür, cevherlerin en âlâsı ve aynı zamanda kulun sermayesidir. Kul onunla ticaret yapar. Uyku ise bir çeşit ölümdür ki çokluğu ömrü azaltır. Sonra teheccüdün fazileti de ortadadır. Oysa uykuda teheccüdü kaçırmak vardır! Uyku galip geldikçe, kul kalkıp teheccüd namazını kılsa dahi ibâdetin zevkine eremez. Sonra bekâr insan, tok karnına uyursa, ihtilâm olur. İhtilâm olmak da onu teheccüd namazına kalkmaktan alıkoyar. Yıkanmaya muhtaç eder. Bu durumda ya soğuk su ile yıkanacak ve hastalanacaktır veya hamama gitmeye mecbur olacaktır. Çoğu zaman da geceleyin hamama gidemez. Böylece teheccüd namazıyla birlikte kılmak üzere ertelemişse, vitir namazını da kaçırır. Hamama gittiğinde ise bir ücret ödemesi gerektiği gibi, gözü başka bir insanın avret mahalline de takılabilir; çünkü Tahâret bölümünde zikrettiğimiz gibi, hamamlarda birçok tehlike-ler vardır. İşte bütün bunlar doyasıya yemenin kötü sonuçlarıdır.

Ebu Süleyman Dârânî 'İhtilâm olmak bir cezadır' demiştir. O bunu ihtilâm olmanın, kişiyi ibâdetten alıkoymasından dolayı söylemiştir; zira her hâlükârda yıkanmak zordur. Görüldüğü gibi uyku afetlerin kaynağı, doyasıya yemek de uykuyu celbeden bir vasıtadır. Açlık ise, uykunun kökünü kesen bir vesiledir.

Yedinci Fayda

İbâdetlere devam etmenin kolaylaştırılması ve sağlanmasıdır; zira çok yemek, insanı çok ibâdet etmekten alıkoyar; çünkü yemek için bir zamana ihtiyaç vardır. Çoğu zaman insan, yemeği satın almak ve pişirmek, sonra da elini yıkamak ve dişlerini temizlemek için zamana muhtaç olur. Sonuçta ise çok su içmek ve dolayısıyla helâya fazla gitmek zorunda kalır. Eğer bütün bu yerlere sarfedilen vakitler zikre, münâcaata ve diğer ibâdetlere sarfedilmiş olsaydı, kişinin kârı çoğaldıkça çoğalırdı.

Sırrî es-Sakatî şöyle anlatıyor: Ali Cürcânî'nin, kavutu çiğnemeksizin, nefesle çekerek yuttuğunu gördüm. Kendisine 'Seni, kavutu bu şekilde yemeye zorlayan şey nedir?' diye sorduğumda şöyle cevap verdi: "Ben, kavutu çiğneyerek yemek ile çiğnemeksizin yutmak arasında yetmiş tesbih çekilebileceğini hesapladım. Bu bakımdan ben, kırk seneden beri kavutu çiğnemeksizin yutmaktayım".

Bu zatın vakte ne kadar önem verdiğine dikkat edilsin ki onu ekmek çiğnemekle bile zâyi etmemiştir. Ömürden olan her nefes, paha biçilmez bir cevherdir. Bu bakımdan onunla, bâki ve sonsuz olan âhiret hazinesini elde etmeye çalışmak en uygun harekettir. Bu da o nefesi Allah'ın zikrine, ibâdet ve tâatine sarfetmekle hâsıl olur. Abdestli durmak ve camiye sık gitmek de çok yemekle zorlaşan şeylerdendir; çünkü çok yiyen kimse, fazla su içeceğinden, küçük tahâret yapmak ve sık sık camiden çıkarak abdesti bozmak mecburiyetinde kalır. Oruç da bunun gibidir; çünkü oruç ancak açlığı âdet edinen kimseler için kolaydır. Bu bakımdan oruç tutmak, itikâfa devam etmek, devamlı abdestli olmak, yemeğin hazırlanması ve yenilmesi için sarfedilen vakitleri ibâdetlere sarfetmek, haddi hesabı olmayan kârlardır. Bu kârları ancak gaflete dalarak dinin kıymetini bilmeyen, dünya hayatına razı olup da ona bel bağlayan kimseler hakir görürler.

Onlar yalnızca dünya hayatının dış görünüşünü bilirler. Âhiretten ise tamamen gafildirler.
(Rûm/7)


Ebu Süleyman Dârânî doyasıya yemekten doğan altı âfete işaretle şöyle demiştir: "Doyasıya yiyen kimseye altı âfet musallat olur:

1.Münâcaat zevkini kaybeder.

2.Hikmeti koruması zorlaşır.

3.Halka karşı şefkati azalır; çünkü karnı tok olduğu zaman bütün halkın da kendisi gibi tok olduğunu zanneder.

4.İbâdet kendisine ağır gelir.

5.Şehvetleri artar.

6.Diğer mü'minler mescidlerin etrafında dönerlerken, o tok olduğundan mezbeleliklerin etrafında dönüp durur".

Sekizinci Fayda

Vücudun sıhhatli olması ve hastalıkların ortadan kalkmasıdır; çünkü hastalıkların sebebi, çok yemekten dolayı mide ve damarlarda meydana gelen karışıklıktır. Hastalıklar, insanı ibâdetlerden, zikir ve fikirden alıkoyar, kalbi bozar ve hayatı zehir eder. İnsanı kan aldırmak, ilâç kullanmak ve doktora gitmek mecburiyetinde bırakır. Bütün bunlarsa birtakım malî külfetlere yol açar. İnsan günahların ve şehvetlerin yorgunluğunun yanısıra bunlardan da kurtulamaz. Açlıkta ise bütün bunları önleyici bir özellik vardır.

Hârun Reşid birgün biri Hindli, biri Romalı, biri Iraklı ve biri de Irak'ın köylerinden olan dört doktoru bir araya getirerek bunlara 'Her biriniz bana, içerisinde hastalık bulunmayan bir deva (ilaç) söyleyecek!' diye emretti. Bunun üzerine Hindli doktor 'Bana göre içerisinde hastalık bulunmayan ilâç, siyah İhleç'tir', Iraklı doktor 'Beyaz Reşşad tanesidir', Romalı doktor da 'Benim kanaatime göre de sıcak sudur' dedi. En mâhirleri olan köylü doktorsa şöyle dedi: 'İhlileç mideyi buruşturur, beyaz Reşşad tanesi mideyi kaydırır, sıcak su da mideyi gevşetir. Bütün bunlarsa birer hastalıktır'. Onların 'O halde sence içerisinde hastalık bulunmayan ilaç nedir?' diye sormaları üzerine de şöyle cevap verdi: 'Bence içerisinde hastalık bulunmayan ilâç, yemeğe acıkmadan oturulması ve sofradan da yeme isteği olduğu halde kalkılmasıdır'. Onun bu cevabı karşısında diğerleri 'Doğru söyledin!' dediler.

Ehl-i Kitab'dan bir hakîm Hz. Peygamber'in, 'Midenin üçte biri yemek, üçte biri de teneffüs içindir' hadîs-i şerifini işittiğinde, şaşkınlığa düşerek 'Az yeme hakkında bu sözden daha kuvvetli bir söz işitmiş değilim. Bu sözleri ancak bir hakîm söyleyebilir' demiştir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur;

Karnı tıkabasa doldurmak, hastalığın; bundan korunmak ise ilâcın esasını teşkil etmektedir. Vücutlarınızı, mümkün olduğunca perhize ve kanaatle yaşamaya alıştırınız.28

Sözü edilen hakimi hayrete düşüren hadîs daha önceki değil, bu ikinci hadîs olsa gerektir.

İbn Sâlim bir keresinde şöyle demiştir: 'Âdâbına riâyet ederek yavan buğday ekmeğiyle
yetinen kimse, ölüm hariç hiçbir illete müptelâ olmaz'. 'Peki bunun âdâbı nedir?' diye sorulduğunda da şöyle cevap vermiştir: 'Sofraya ancak acıktıktan sonra oturmak ve doymadan kalkmaktır'.

Tabiblerin büyüklerinden biri, çok yeme hakkında şöyle buyurmuştur: 'Kişinin midesine giren en faydalı şey nar, en zararlı şey ise tuzlu yiyeceklerdir. Bununla birlikte tuzlu şeylerin azaltılması, çok nar yenilmesinden daha faydalıdır'. Hz. Peygamber bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: 'Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz'. Bu bakımdan vücutlar oruç, açlık ve az yemekle hastalıklardan kurtulup sıhhate kavuşur. Kalpler ise, saldırganlık, aşırı gitmek ve benzeri çirkin hastalıklardan kurtulmakla sıhhat bulur.

Dokuzuncu Fayda

Geçimin kolaylaşmasıdır; zira az yemeyi âdet edinen kimse için biraz mal kifayet eder. Tıkabasa ve doyasıya yemeyi âdet edinen kimsenin midesi ise amansız bir alacaklı kesilir ve âdeta hergün sahibinin gırtlağına yapışarak ona 'Bugün ne yiyeceksin?' der. Bu bakımdan ya her yere sokularak haramdan kazanır ve dolayısıyla günahkâr olur ya da helâlinden kazanmak için nefsini zelil etmek mecburiyetinde kalır. Çoğu zaman da tamahkâr gözünü halkın elinde bulunan şeylere diker. Bu ise zillet ve rezaletin en son derekesidir. Mü'min geçimi kolay ve harcaması hafif olan kimsedir.

Nitekim hakimlerden biri şöyle buyurmuştur: 'Ben tüm bir sene, ihtiyaçlarımı terketmek sûretiyle geçinirim. Bu durum, benim için, başkasına muhtaç olmaktan daha iyi ve daha huzur verici bir durumdur'.

Başka biri de şöyle buyurmuştur: 'Herhangi bir şehvet ve fazlalıktan dolayı başkasından borç almak gerektiğinde hemen kendi nefsime borçlanarak o şehveti terkediyorum; zira nefsim benim için en hayırlı alacaklıdır'.

İbrahim b. Edhem, arkadaşlarına yiyecek maddelerinin günlük fiyatını sorar; 'Gayet pahalıdır' dedikleri zaman da şöyle derdi: 'O halde terketmek (almamak) sûretiyle onları ucuzlatınız'.

Sehl et-Tüsterî şöyle buyurmuştur: 'Çok yiyen (obur) kimse üç durumda zemmedilmiştir. Şöyle ki; ibâdet ehlinden ise gevşer, çalışkan bir kimse ise âfetlerden kurtulamaz; kendisine birşey teslim edilen kimselerdense Allah rızası için nefsine karşı adaletli davranmaz'.
Kısacası insanların helâk olmasının sebebi dünyaya karşı olan hırslarıdır. Bu hırsın sebebi de mideleri ve tenâsül uzuvlarıdır. Tenâsül uzvu şehvetinin kaynağı ise mide şehvetidir. Bütün bu durumlar, az yeme sayesinde kökünden kazınır ve bertaraf edilir. Bu durumlar cehennemin kapılarındandır. Onların kapatılması da cennet kapılarının açılması demektir.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Cennetin kapısını açlıkla çalmaya devam ediniz!

Hergün bir ekmek ile yetinen kimse diğer şehvetlerde de kanaat sahibi olacağından, insanlara muhtaç olmaksızın hür ve kalbi müsterih olarak Allah'a ibâdete yönelir ve âhiret ticaretine dalar. Böylece de Allah Teâlâ'nın 'Ne ticaret, ne de alışveriş onları Allah'ın zikrinden alıkoymaz' buyurduğu kimseler zümresine dâhil olmuş olur. Evet onlar bu vasfı ancak kanaat sayesinde elde etmişlerdir. Muhtaç olan kimseleri ise, alışveriş ve ticaret Allah'ın zikrinden alıkoyar.

Onunca Fayda

Müslümanın, diğer müslümanları kendi nefsine tercih etme ve zaruri nafakasından artan yiyecekleri ve servetini yetimlere ve fakirlere tasadduk etme imkânı bulabilmesidir. Böylece müslü-man, kıyâmet gününde sadakasının gölgesinde haşrolur. Nitekim bu husus, bir hadîs-i şerîfte belirtilmektedir.29

Kişinin yediği şeylerin deposu helâldir. Sadaka olarak verilen şeylerin deposu ise Allah'ın fazl u keremidir. O halde kul için, servetinden ancak Allah yolunda tasadduk edip O'na emanet olarak bıraktığı veya yeyip bitirdiği ya da giyip eskittiği şeyler vardır. O halde sahip olunan yiyecek maddelerinin zarurî ihtiyaçtan fazla olanlarını tasadduk etmek, tıkabasa işkembeye doldurmaktan daha hayırlıdır.

Biz emaneti göklere, arza ve dağlara teklif ettik; (fakat) onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Ondan (mesûliyetinden) korktular da onu insan yüklendi; doğrusu insan çok zâlim, çok cahildir.(Ahzab/72)

Bu ayet-i celîleyi okuyan Hasan Basrî şöyle demiştir:
"Allah Teâlâ emaneti yedi kat göğe ve yıldızlarla süslenmiş yollara, büyük arşı yüklenen meleklere arzederek şöyle buyurmuştur: 'Emaneti, içindekilerle birlikte yüklenir misiniz?' Onların 'Emanetin içindekiler nedir?' diye sormaları üzerine de şöyle buyurdu: 'İyilik yaptığınızda mükâfat görmeniz; kötülük yaptığınızda ise cezaya çarptırılmanızdır'. Bunun üzerine onlar 'Hayır! Yüklenemeyiz' dediler. Sonra Allah Teâlâ, emaneti bu tarzda yeryüzüne arzetti. O da kabul etmekten kaçındı. Bundan sonra yüce dağlara, sarp ve yalçın kayalara arzederek 'Emaneti, içindekilerle birlikte yüklenir misiniz?' buyurdu. Onlar 'Emanetin içinde ne var?' diye sorunca da 'Mükâfat ve ceza vardır' cevabını verdi. Onlar da 'Hayır! Yüklenemeyiz!' dediler. Allah Teâlâ bu kez emaneti insana arzetti. İnsan da onu yüklendi. Muhakkak ki insan, nefsine çok zulmeden ve rabbinin emri hususunda çok cahil olan bir varlıktır, Yemin ederim ki bu emanet karşılığında nice servetler elde eden birçok insan gördük. Peki bu servetlerle ne yaptılar dersiniz? Onunla evlerini genişletip kabirlerini daralttılar. Binek hayvanlarını beslediler; buna karşılık dinlerini zayıflattılar. Nefislerini sabah akşam saltanat kapışma gidip gelmekle yordular ve çeşitli belâlara maruz kaldılar. Oysa Allah'a karşı lâkayd davranmaktadırlar. Bunlardan bazıları insanlara Talan yerini bana sat da sana şu kadar fazla vereyim' der ve sonra soluna yaslanarak başkalarının malını yer.

Böylelerinin konuşması istihza, malı ise haramdır. Bu durum midesinin ağırlığı gelip gırtlağına sarılıncaya ve mide has-talıkları kapısını çalıncaya kadar böyle devam eder. Bu felakete maruz kaldığı zaman hizmetçisine seslenerek 'Bana yediklerimi hazmettirecek birşey getir!' der. Ey obur insan! Bakalım hazmetmek istediğin yemek, senin midir? Sen yemeği değil, dinini hazmedemiyorsun! Hani fakir nerede? Dul kadın nerede? Miskin nerede? Yetim nerede? Oysa Allah Teâlâ bunlara karşı merhametli davranmanı emrediyor".

İşte bütün bu anlattıklarımız, bu faydaya işarettir. Fayda ise, yemeğin fazlasını, ecir kazanmak için fakirlere sarfetmektir. Böyle yapmak, yeyip de boyunda günahın katmerleşmesinden daha hayırlıdır; zira Hz. Peygamber (s.a) birgün şişman ve karnı büyük bir adama -mübarek parmağıyla karnını işaretle- şöyle buyurmuştur:

Şu (yemek veya semizlik) başka bir yerde olsaydı, senin için daha hayırlı olurdu.30


Yani sen bunu (karnına doldurduğun ve seni şişmanlatan yiyecekleri) âhiretin için sarfedip, bu hususta diğer müslümanları kendi nefsine tercih etseydin, senin için daha hayırlı olurdu.

Hasan Basrî şöyle der: "Allah'a yemin ederim, ben öyle bir gruba yetiştim ki onlardan herhangi biri, yanında ancak kendisine yetecek kadar yiyecekle akşamlardı. Eğer isteseydi onu yeyip bitirebilirdi. Buna rağmen o 'Allah'a yemin ederim ki bunun tamamını karnım için ayırmayacağım; bir kısmını da Allah için ayıracağım5 derdi".

Buraya kadar saydığımız bu on fayda, açlığın faydalarıdır. Ayrıca bu faydaların herbirinden hadsiz hesapsız faydalar filizlenerek çıkar ki bunlar saymakla bitmez. Bu bakımdan açlık, âhiret faydalarını içeren büyük bir hazinedir. Bunun içindir ki seleften biri şöyle buyurmuştur: 'Açlık âhiretin anahtarı, zahidliğin kapısıdır. Tokluk ise dünyanın anahtarı ve isteğin (dünyaya düşkünlüğün) kapısıdır'. Bu hakîkat daha önce rivayet ettiğimiz hadîslerde de açıkça belirtilmiştir. Bu haber ve hadîslerin mânâları, tam ve basiretli bir şekilde ancak bu faydaların tafsilâtına vâkıf olmakla anlaşılabilir. Bunu bilmeksizin sadece açlığın faziletini tasdik eden kimse, iman hususunda, ancak taklitçilerin derecesine erişebilir. Allah hakikati herkesten daha iyi bilir!


21) Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır
22)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
23)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
24)İbn Mâce
25) Deylemî
26)Timizi
27)Ev kemâ kale tâbiri, hadîslerden sonra, bir yanlışlığa meydan verilme-
mesi için kullanılır.
28) Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
29) Ukbe b. Âmir
30) Ahmed, Hâkim, Beyhakî