İNSAN HAKLARINA SAYGI

İnsan, müstesna bir yaratılışa sahip bulunan en şerefli bir varlıktır. O, yeryüzünün efendisi ve ilâhî mülellefiyetlerin hâmili bulunmaktadır. Âdemoğlunun taşıdığı bu değer, yaratılışında gizli bulunan fevkaladelikler ve kendisine yüklenen ulvî hizmetlerden kaynaklanmaktadır. O; imanla süslenmiş, akılla donatılmış, tefekkür melekesiyle teçhiz edilmiş ve Hâlik'a kulluk gibi yüce ve yüceltici vazifelerle mükellef tutulmuştur.

İnsan; iman esaslarına uygun bir yaşayış yolu takip edecek, aklını kullanacak, nereden gelip nereye gittiğini ve bu âleme ne için geldiğini düşünecek, kendisine yüklenen vazifeleri zamanında ve eksiksiz olarak yapacak olursa en kâmil bir insan örneği ortaya çıkar.

İnsanlar arasında "hak" ve "vazife" mefhumlarının bilinip saygı görmesi, huzurlu bir cemiyetin doğmasına ve yaşamasına zemin hazırlar. Bir cemiyette hak tanınmaz ve haklar sahibine verilmeyecek olursa halkın birbirine güveni kalmaz ve birbirinin kardeşi olması gereken insan, gözlen oyan ve cinayetler irtikâp eden bir canavar hâline gelir.

Bir cemiyet düşünün! Orada patron, işçisinin hakkını zamanında ve tam olarak vermemekte ve onu karın tokluğuna çalıştırma gayesi gütmekte; işçi de yaptığı vazifeyi sözleşme şartlarına uygun olarak yapmamakta, mal sahibini zarara uğratacak ihmâl ve ihanet içinde bulunmaktadır.

Bir topluluk tasavvur edin! Büyüklerinde merhamet ve sevgi, küçüklerinde itaat ve saygı kalmamış; komşu, yanındaki hane sahibine tuzak hazırlama hevesinin peşine takılmış; kardeş, öz kardeşinin ikbal ve istikbâline engel olma gayreti içine girmiş olsun.

Bir büro tasarlayın! Oradaki âmir, idaresi altındaki vazifelilere acımamakta ve onlara mevzuat dışı işler yüklemeye kalkışmakta; memur da âmirine itaat göstermemekte ve milletin işleri yüzüstü bırakılmaktadır.

Böyle bir cemiyetin fertleri arasında huzur bulunacağını sanmak, aşırı safdillik olur. Cezaî müeyyideler, huzursuzluğu önlemek için alınmış bir tetbir ise de, huzuru tesis için bir "çâre" değildir.

İslâm dini, beşerî vazifeleri tesbit etmiş; işçi ile patron, talebe ile hoca, evlat ile baba, karı ile koca, kardeşlerle komşular arasındaki hak ve vazifeleri bütün ayrıntıları ile ve açık olarak göstermiş bulunmaktadır. Bu hususu belgeleyen bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: "Kim Allah'ın hürmet edilmesini emrettiği şeylere tazimde bulunursa bu, Rabbi katında kendisi için (mahz-i) hayırdır" (7).

Allah tarafından ihsan olunan her nimet muhteremdir. Kimsenin ona göz dikmeye ve el uzatmaya hakkı yoktur. Çünkü "Her müslüma-nın malı, ırzı ve kanı diğer müslüman üzerine haramdır. Bir kimsenin (din) kardeşini hor görmesi, şer olarak o kimseye yeter" (8).

Bir şahsın tahsil ve mevki itibariyle üstün oluşu, kendini halktan üstün ve insanları kendinden aşağı görmesine ve onlara tahakküm etmeye kalkışmasına bir hak kazandırmaz. Bilgi ve belge üstünlüğü, tevdi edilecek vazifelerde tercih sebebidir, sevgi ve saygıda boyle bir sınıflandırma yapılamaz. Zirâ Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir hadisî şeriflerinde "insanlar, tarak dişleri gibi müsavidirler. Ancak ibadet ile birbirinden üstün olurlar. Kendisine lâyık gördüğün (meziyyet ve) fazi-letin bir benzerini senin için revâ görmeyen hiçbir kimse ile arkadaş ol-ma" (9) buyurmuştur.

İslâm dini, beşerî münasebetleri en mükemmel bir şekilde kurup işler hâle getirmiş, insanları bir kardeş olarak birbirine bağlamış, şarktaki müslümanın inlemesine garptaki mü'mine kulak verdirmiş, onları keder ve sevinçte birbirine ortak kılmıştır. "Bizi aldatan, bizden değildir" fermanı ile sermaye sahibini, "İşçinin ücretini teri kurumadan veriniz" emri ile de çalışanı korumayı gaye edinmiş, "Komşusu aç iken karnını (tıka basa) doyuran (kâmil bir) mü'min değildir" (10) buyurarak, insan haklarının hududunu en geniş mânâda çizmiştir.

Hilkatte bir eş olan insanlar, iman ve İslâm bağlan ile kardeş olmuşlardır. İnançta ve kıvançta kardeşlik, nesep yoluyla olan uhuvvetten aşağı olmamak üzere büyük bir dikkat ister. Zira bu husustaki ihmâlkârlık, imanda kemâle erememeyi tevlit eder. Bu sebeple bir hadisi şerifte "Biriniz kendisi için sevdiğini (din) kardeşi için sevip arzu etmedikçe iman etmiş olamaz" (11) buyurulmaktadır.

İnsan haklarına saygıda kusur etmemek için kâinatın en yüce efendisi ve âhir zaman peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)'in şu tavsiyelerini dimağımıza nakşetmeliyiz: "Hasetleşmeyin, almak istemediğiniz bir malın (satışı sırasında) fiatını artırmayın, birbirinize düşmanlık etmeyin, birbirinize (darılıp da) arka çevirmeyin, bazınız diğerinize (satışta pazarlığı bozup) kendi malınızı satmayın. Ey Allah'ın kulları Kardeş(ce davranışa sahip) olun. Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu hakir görmez, ona yardımı kesmez" (12).

(6) Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 5, s. 335.
(7) Sûre-i Hacc, 30.
(8) Ebû Davud, c. 4, s. 270.
(9) H.B. Çantay, Onkere Kırk Hadis, c. 1, s. 50.
(10) Feyzü'l-Kadir, c. 5, s. 360.