DİN KARDEŞLİĞİNİN DAYANDIĞI İLKELER

Hilkatte bir eş ve hakikatte kardeş olarak yaratılan insanlar, aynı anne ve babanın çocukları bulunuyor ise "nesep kardeşi" denilmekte; soyca bir yakınlığı bulunmadığı hâlde, iki senelik müddet içinde, aynı kadından süt emmişlerse "sütkardeşi" adı verilmekte; İslâm dininin esaslarını kabul ve îman etmiş kimseler de "dinkardeşi" adını almaktadır. Nesep ve süt kardeşleri arasında, maddî ve hukukî sahada; dînkardeşleri arasında, mânevî ve ahlâkî alanda bir takım mükellefiyetler bulunmaktadır.

Din kardeşliği, İslâm güneşinin etrafında hâleleşen ve bu yüce di-nin inanç, vazife ve ahlâk esaslarını kabul eden insanların birbirlerine karşı olan sevgisinin ve sarsılmaz bağlarının adıdır.

Bu mânâdaki kardeşliğin ilkelerine gelince, zaman, mekân ve mesafe mefhumlarını dikkate almaksızın Müslümanların sevinç ve kederini paylaşmak, onların huzur ve saadetini kendi menfaatına tercih etmektir.

Din kardeşliği, bazı yönlerde ve zamanlarda, nesep kardeşliğinden farklı; aynı inançları payaşmayan soy kardeşliğinden üstün bulunmaktadır. Bir şahsın ölümü üzerine kardeşleri onun malına vâris olurlar. Fakat bir mü'min, vefat eden din kardeşinin servetine değil, hizmetine sahip çıkar ve onun bıraktığı yerden İslâmî faaliyetlere devam eder.

Âyet-i kerimelerde ve hadisi şeriflerde birbirinin kardeşi olduğu açıklanan, aynı nurla boyanmış ve aynı potada eriyip aynı kalıpta şekillenmiş bulunan kimseler, tek bir kalp ve beyin gibidirler. Birinin derdi hepsinin ortak ızdırabı, birinin sevinci diğerlerinin müşterek saadeti olur. Şarktaki bir Müslümanın başı ağrısa, garptaki Müslüman bundan müteessir olur. Garpta yaşayan bir mü'minin ilmî sahadaki bir başarısı, diğer ülkelerdeki iman sahiplerinin ortak iftiharı haline gelir.

îman bağları ile birbirine bağlanan ve "kelime-i tevhidin en üstün inanç haline gelmesini idealleştiren insan, bir takım vazifelerle mükellef bulunduğunu hatırdan çıkarmamalıdır. Zira faaliyetten uzak kalmış düşünceler, toprağa gömülmeyen çekirdek gibi, kök salıp yeşeremez. Bu vazifeleri tesbit eden bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: "Mü'min erkekler de, mü'min kadınlar da birbirinin velileri (dostları)dır. Bunlar, (insanlara) iyiliği emrederler, (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlar (yok mu?) Allah onları rahmeti ile yarlığaya-caktır. Çünkü Allah, azizdir, hakimdir" (1)

Mü'min; din kardeşine bakarak hakikati, doğru ve güzel olan hareketi müşâhede eder. Yapacağı işleri, din kardeşinin davranışlarına kıyaslayarak kemâle ulaşır. Zira "Mü'min, mü'minin aynasıdır" (2). Onlar; bir araya gelip sohbet ettiklerinde, karşı karşıya konulmuş aynalar gibi, derinleşen ve genişleyen bir görünüm ve engin bir hâl alırlar.

"Müslüman, Müslümanın (din) kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu helake teslim etmez. Kim kardeşinin bir hacetinde (faydalı) olursa, Allah da onun ihtiyacını görüverir. Kim bir Müslümandan üzüntü ve kederi giderirse, Allah da buna karşılık ondan kıyamet gününün sıkıntılannı giderir. Kim bir müslüman (ın kusurunu) örterse Allah da kıyamet günü onu (n aybını) örter" (3).

"Mü'min, halkın canları ve malları üzerine, halkın kendisine güven duyduğu kimsedir" (4). O, halkın canını kendi nefsinden daha aziz bilir ve onların mallarını kendi servetini korurcasına muhafaza eder. Zira "Mü'min, faydalı bir kimsedir. Ona gitsen sana faydalı olur. Kendisine akıl danışsan sana (düşüncesi ile) menfaat verir. Şâyet onunla ortaklık yapsan sana (kazançla) faydalı olur. Onun her işi fayda (lı olmak)tan ibarettir" (5).

Biz Müslümanlar, içinde bulunduğumuz hâli değil, İslâmî ölçülere göre olmamız gereken hâli benimsemeliyiz. İçinde yaşadığımız cemiyetin telakkilerine göre değil, dinimizin değer ölçülerine kıyasla kendimizi ayarlamalıyız.
Ashab-ı Kiram arasındaki din kardeşliğini dile getirerek mevzumuzu berraklaştırmak istiyoruz. Zira onlar, tıpkı yıldızlar gibidir. Onların hareketlerine bakarak hayrı ve doğru olanı bulmak mümkün olur. Mekke'deki Müslümanlar, inanç ve ibadet hürriyetine kavuşabilmek için, Allah demeyi suç sayan ve Kur'an okumayı yasaklayan müşriklerin işkencelerinden kurtulmak için evini ve emlâkini terk edip Medine'ye göç etmişlerdi.

Onların sıkıntılı hâlini yakından müşahede eden Medineli müslümanlar, cömertliğin en asil örneklerini vermekte birbirleri ile yarışıyor lardı. Evini muhacirlerin istirahatine, emlâkini din kardeşinin istifadesine arzetmiş ve dilediği gibi faydalanmasına izin vermişti. Resuli Ekrem (s.a.v.), ashabın arasındaki bu sevgiyi daha kuvvetli bir hale getirmek için, muhacirlerden her birini Medineli ashaptan biri ile kardeş yapmıştı.
Ensâr, bu durumdan son derece sevinç duymuş ve her şeyini kardeşi ile paylaşmaya başlamıştı. Yapılan bu "muvâhât", imanla yeşermiş ve Peygamber Efendimizin ihtimamı ile kemale ulaşmış bir kardeşlikti.

Din kardeşliği ile ilgili bu ifadeler, medenî bir insan olmanın "lâzım"
ı gayri müfârık"ı ve kâmil mânâda mü'min olmanın ilk ve son şartıdır. Topraktan yaratılmış bulunan insan, İslâmî ve medenî davranışları ruhuna nakşederek Hakk'ın katında ve halkın yanında değer ve şeref kazanır. Sadece kendi nefsini düşünen kimse, hayırlı bir insan olma şiarından uzak kalmış bulunmaktadır. "Mü'min, (insana) alışıp kaynaşır. Görüşüp konuşmayan insanda hayır yoktur" (6).

rı) Sûre-i Tevbe, 71.
(2) Feyzü'l-Kadir, c. 6, s. 251.
(3) Buhârî, c. 3, s. 98.
(4) Feyzü'l-Kadir, c. 6, s. 252.
(5) Feyzü'l-Kadir, c. 6, s. 257.