İSLAM'DA DERBEDERLİK YOKTUR

Müntesiplerini maddî ve manevî sahada yücelten İslâm dini, yaşadığımız müddet içerisinde, kimseye yük olmamaya teşvik; boş durmayı ve başkalarının sırtından geçinmeyi takbih etmiş ve "ömür sermayesini israf etmeyi yasaklamıştır. İki günü birbirine müsavi olan kimseyi "aldanmış" olarak ilân eden Peygamberimiz, başkalarının sırtından geçinmeyi "süflî bir yaşayış" olarak tavsif etmiş; kendisini âvâreliğe veren ve başı boş, cebi boş dolaşan derbederleri yermiştir.

Ötede beride başı boş gezen, bir iş tutmayıp haylaz olarak dolaşan kimseye "serseri" veya "derbeder" adı verilmektedir. Dinî kayıtlardan uzak, iz'an ve irfandan mahrum olarak yetişmiş çocuğun büyümüşüne "serseri" adı verilmektedir. Her türlü akıma ve yıkıma müsait hâle gelen derbeder, iş tutmaz ve çalıştığı yerde dikiş tutmaz kararsız ve yararsız bir şahsın bütün özelliklerini üzerinde taşır.

İnançsız bir kimse, sorumsuzluğa alıştığı için, ne tembellikten hicap ne de uhrevî mes'ûliyetten içtinap eder. Bu tip insan; boşlukta hoşluk, rahavette rahatlık, tembellikte tevekkül arar. Bu yanlış zihniyetten kendini kurtaramayan kimse, tufeylîce bir hayatın takipçisi olur. Hiçbir mesleke bağlantısı hiçbir işle alâkası bulunmayan serseri, derbederce yaşarken, atâletten doğan ruhî bunalımı serserice davranışlarla unutmaya ve uyutmaya çalışır.

Kendini avareliğe kaptıran bir şahıs, disiplin altında yaşamaya yanaşmak istemediği için, okuma veya bir sanat öğrenme zahmetine katlanamaz. Aklî melekesi tahsil yapmaya müsait olduğu halde, gezip tozmayı yazıp çizmeye tercih eder. Muvaffakiyeti, sa'y-ü gayrette değil, başkalarının sırtından geçinmede arar. Metodlu çalışanların ulaştıkları başarıyı çekemez ve "Benim yarım kadar olamayan adamların gerisinde kalmış bir kimse olarak çalışmak, onuruma dokunuyor" diye-rek, haset derdinin çaresini derbederlikte arar.

Başarısızlığın verdiği iç ezikliğini, emsali Avrupada çok görülen gençleri taklit etmekle ve uyuşturucu maddelerle unutmaya çalışır Yangını söndürmek için benzinden medet ummaya benzeyen bu sakat tutum, o kimseyi tehlikeli bir girdap içine düşürür ve kötü bir şan ile perişanlığa yuvarlar. "Ümmid-i istikbâl"imiz bulunan gençlerimiz bu tehlikeye karşı uyaran Resul-i Ekrem (s.a.v.), "Ya âlim ol; ya öğrenci, ya dinleyici veya (bu sahada çalışanları) seven bir kimse ol! Beşincisi olma, helâk olursun" (11) buyurmaktadır.

Yanlış bir noktadan hareketle, tembelliği tevekkül zanneden beyinsizler; kendilerini atâlet ahtapotunun kolları arasına bırakmakta ve etrafındaki kimselere kötü bir örnek teşkil etmektedirler. Başı boş ve işsiz olarak dolaşmayı alışkanlık haline getiren, karnı aç olduğu hâlde "göz tokluğu" sergilemeye kalkışan tembeller, tefekkür ve ilme taraftar olmadıkları için, işsiz ve idealsiz bir şekilde serseriler kafilesine katılmış olmaktadırlar.
Sokakta eli boş olarak oturan bir topluluğa tesadüf eden Hz. Ömer, ne için boş oturduklarını, ziraat veya ticaretle meşgul olmadıklarını sormuş. Onlar, "Biz, mütevekkil kimseleriz" diyerek tembelliklerini dinî bir kisveye bürüyüp kendilerini haklı göstermeye kalkışmışlar. İslâmî yönden hatalı bulunan bu cevaba hiddetlenen halife, "Siz, mütevekkil deği, "müteekkil" (12) kimselersiniz. Zira mütevekkil, tarlasını imar edip tohumu saçan ve gerisini Allah'a havale eden kimsedir. Da-ğılın karşımdan" diyerek hepsini kovalamıştır. İslâm dinini iyi anlayanların tembelliğe hevesi ve boşa geçecek bir nefesi olmayacaktır.

Memleketimizin insanına önce sağlam bir inanç telkin etmeli, sonra faydalı ilim öğretmeli, daha sonra, millet ve memleketimizi kalkındıracak bir çalışma disiplinine alıştırmalıyız. Halkımıza bu istikamette rehberlik yapmak; en başta icrâ mevkiinde bulunanların, daha sonra ilim adamlarının, bunları takiben aklı eren ve memleketinin geleceğini düşünen herkesin vazifesi olmaktadır. Bu vazifeden kaçınan kimseler, bilerek veya farkında olmaksızın, serserilerin artmasına ve azıtmasına imkân tanımış olurlar.Beşerî toplulukları irşat etmek ve onlara hayırlı yolu göstermek, şuuru olanların şiârı olmalıdır.

Âlimlerden, velilerden ve kitâbullah'ı ibadullaha öğretmeyi kendisi için vazife bilen birçok kimsenin isimlerinin evvelinde veya sonunda gördüğümüz "Bezzâr, Bezzaz, Zeccâc, Ferrâ, Dakkâk, Habbâz, Sahtiyâni" gibi unvanlar, bu zâtların çalışmaya verdikler kıymeti, tembelliğe karşı duyduğu nefreti yansıtmaktadır. Onlar, yaptıkları hizmeti hiçbir ücret talep etmeden, aş ve maaş beklemeden yapmışlar; karınlarını ve aile fertlerini kendi çalışmaları ile doyurmuşlardır.

Vatan ufuklarının kararmasını arzu etmiyorsak; neslimizin cani, zani, hırsız, soysuz ve serseri olmasını istemiyorsak, onlara ilmîn faydalarını ve çalışkan olmanın şerefli sonuçlarını öğretmeliyiz. İstikbalimizin ümit kaynağı bulunan gençlerimizi inançlı, başarılı, millet ve memlekete faydalı birer insan olarak yetiştirmek zorundayız. Çünkü iman ve irfan sahibi olmayan kimselerin isabetli bir tercih yapması çok zordur.

Boş vakitlerin değeri bilinmeyecek, serserice dolaşmanın fert ve cemiyete getireceği zararlar gençlerimize öğretilmeyecek olursa, şerefli mazimizin tam tersine, utanç ve ızdırap verici hallerden kendimizi ve milletimizi koruyamayız. İnsanlara en hayırlı yolu gösteren Resulullah (s.a.v.), "İki nimet vardır ki, insanlardan pekçoğu bunlardan aldanmış bulunmaktadır. (Onlar:) Sıhhat ve boş vakittir" (13) buyurmaktadır.

Gençlik eyyamının en verimli çağlarını kahvehanelerin dumanlı ve sağlığa zararlı havası içinde tüketen nesillerimizi uyarmak, çalışmanın dinî bîr emir ve insanlık hizmeti olduğunu onlara duyurmak, omuzlarının üzerinde düşünen bir baş taşıyan her ferdin vazifesi olmaktadır. Garp memleketlerinde görülen inançsız, ahlâksız, hayta ve derbeder-lerin özentisi ile memleketimizde türemiş bulunan gençliğin üremesini önleyici tedbir almak ve çare bulmak, etkili ve yetkili kimselerin vazife-si, anne ve babaların boynunun borcudur.

Durmadan akan zaman ırmağından faydalanmasını bilmeyen ve kendini başıboşluk içine terk eden bir insan, sonunda sefil ve zelil olur. Olgun bir mü'min, alın teri ile kazanıp karın doyurmayı, başkalarının lütfedeceği birkaç lokma ile geçinmeye tercih eder. Zelil bir şekilde ya-şamak, "alil" bir hâlde ölmekten beterdir. "Mü'min, (sağlıkla geçirdiği günlerine uygun olarak) alnının teri ile ruhunu teslim eder" (14).

(11)Feyzü'l-Kadir,c. 2, s. 17.
(12) Mânâsı: Yiyici, başkalarının sırtından geçinen, Tufeyli.
(13) Buhârî, c. 7, s. 170.






(