GÜNDÜZ VE GECEDEKİ ZAMAN İSİMLERİ

Arap lisanı, kelime zenginliği ile, gramer kaidelerinin dışına çıkan ve "gayri kıyâsî" diye isimlendirilen şâz lafızların azlığı ile temayüz etmiş ve "dillerin anası" unvanı ile anılmayı haketmiş bir lisan olmaktadır. Asırlarn ilerlemesi, onu aşındırmamış ve yozlaştırmamıştır. Asrımızın keşfiyâtından sayılan ve günlük hayatımıza giren teknik buluşlar bile bu dili konuşan halk tabakasını ve -bilhassa- lisan sahasında söz sahibi bulunan ilim adamlarını kelime ithaline zorlayamamış, ilk defa imal edilen pekçok şeye Arapça bir isim koymayı başarmışlardır. Jet Tayyaresine "Neffâse", buzdolabına "Sellâce", bisiklete "Derrâce", telefona "Hâtif" isimlerinin verilmesi gibi.

Arap kavimleri, İslâm dininin kâinatı aydınlatmasından önce bile, edebiyat ve şiir sahasında çok ileri bulunuyorlardı. Kurulan panayırlarda toplanan halk, sadece yiyecek ve içecek temini ile uğraşmazlardı. Kendini edebî sahada yetiştirmiş kimseler, bu meydanın şöhretlerinin huzurunda şiirlerini okurlar ve kazandıkları başarı ile iftihar ederlerdi. Bu çalışma ve gelişmeler, Arap lisanına ârız olacak duraklamayı önlemiş oldu.

Nâzil olan Kur'an-ı Kerim âyetlerinin fesâhat ve belâgati karşısında gözü ve dimağı kamaşan bu topluluk; ya İslâm dinini kabul ederek "pürnûr" veya öfkeye ve inâdî bir küfre kendini kaptırarak kibrine esir oldu. Kelime üretmeye ve en ince mânâları şiirin kalıpları içinde ifade etmeye çok müsait bulunan bu dilin yapısına kısaca işaretle yetinerek esas mevzuumuza girmek istiyoruz.

Tan yerinin ağarması ile başlayan ve güneşin batması ile tamamlanan şer'î gündüzün içinde ve onu takiben başlayan gecedeki zaman dilimlerinde geçen Arapça isimleri okuyucularımıza tanıtmak istiyoruz. Bu zamanların gerek edebiyat ve örf, gerekse hadis ve fıkıh ilimleri ile yakın bir ilgisi bulunmaktadır. Zikredilecek isimlerin hangi zaman dilimine mahsus bulunduğunu bilmemizde fayda ve -hattâ- zaruret vardır. Sayılan ondörde ulaşan ve 24 saatlik zaman içinde bulunan vakit isimlerini, sırası ile arza çalışacağız.

1 - Fecr:
Gece karanlığının sonunda, şark ufkunda, güneşin açığa çıkan kırmızılığına ve tan yerinin aydınlanmasına "Fecir" adı verilmektedir. Fecr, kâzip ve sâdık sıfatları ile tavsif edilerek iki kısma ayrılmış bulunmaktadır. Kâzip denilmesi, bahsi geçen aydınlığın uzun bir şekilde açığa çıkıp daha sonra kaybolmasından kaynaklanmaktadır. Fecrin sâdık Olması ise, mezkur kırmızılığın, şark utkunda enine yayılması ve onun-la sabah vaktinin gerçekleşmesi sebebiyledir. Sabah namazının vakti, fecrin aydınlanması ile başlar ve güneşin doğmasından önceki zamana kadar devam eder. İmam Tirmizî'nin Râfî bin Hadîc (r.a.)'den rivayet ettiği "Esfirû bil-fecri ilh." hadisi, namazın şartlarından bulunan vakti değil, namazın edası için sünnet olan zamanı tesbit ve o vakit içinde kılmanın sevap çokluğuna işaret etmektedir (25).

2- Sabah:
Arapça'da gündüzün evveline "sabah" denilmektedir. Dilimizde, "Sabah ezanı", "Sabah namazı", "Sabah yolculuğu" vs. ifadelerle kullanılmaktadır.

3- Ğadât:
Sabah vaktinin sonuna "ğadât" adı verilmektedir. Bu lafız, takriri bîr sünnet olarak sabah ezanının elfâzı arasına giren ve "Namaz uykudan hayırlıdır" mânâsına gelen "es-Salâtü hayrun minen-nevm" cümlesinin geçtiği hadiste görülmektedir. Şöyle ki: "Bilâl, salât-ı ğadât'ın eza-nında, essalâtü hayrun minen-nevm cümlesini ziyade etti" (26).

4- Bükra:
"Erken" mânâsında kullanılan bir zaman zarfıdır. Tirmizî'nin Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet ettiği "Onlar, bükraten ve aşiyyen Allah'ı tesbih ederler" hadis-i şerifinde bu kelimenin "sabah erken" mânâsında kullanıldığı görülmektedir (27).

5- Duhâ:
Halkımızın "kaba kuşluk" dediği güneşin yükselme vaktidir. Tan yerinin ağarma vakti ile, güneşin battığı zaman dilimleri arasında kalan saat ve dakikaların toplamının dörtte birinin geçmesi, duhâ namazı için sünnet olan vaktin girdiğini gösterir. İbni Mâce'nin rivayet ettiği hadiste, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in Akabe cemresini Duhâ vaktinde attığı ifade olunmaktadır.

6- Dahve:
"Dahve-i kübrâ" olarak da isimlendirilen bu zaman zarfı, günün yarısı mânâsında kullanılan "nisf'ün-nehâr"a isim olmaktadır. Bu zaman dilimi, tan yerinin ağarma vakti ile güneşin batma zamanı arasında kalan saat ve dakikaların yarısı olan vaktin girdiği andır. Bu zaman diliminin hulûl etmesinden itibaren oruca niyyet caiz olmamaktadır.

7- Hecîr (veya hâcire):
Güneşin zevâli vaktinden ikindi namazı zamanına kadar olan vakte denilmektedir. Bu sırada güneşin harareti, şiddetli ve dayanılmaz bir hâl aldığından ve Arabistan halkı işini terk edip evine hicret etmiş oduğundan dolayı bu vakte "Hecîr veya Hâcire" adı verilmektedir.

8- Zuhur (veya Zâhire):
Güneşin nısf'ün-nehâr dairesinden ayrıldığı saate bu isim verilmektedir ki, "öğle vakti" diye isimlendirilmektedir. Öğle vaktinin namazla alâkalı ıstılahlarını açıklayarak vaktin giriş ve çıkış çizgilerini belirtmekte fayda mülâhaza etmekteyiz. Düz bir çubuk yere dikilerek şâkûlî bir düzlük verilen bu şeyin gölgesinde görülen kısalmanın en son haddi bulduğu ve uzamanın da henüz başlamadığı zaman dilimine "İstivâ" adı verilmektedir. Bu zaman, kerahet vakti olup güneşin tam başımız üstüne geldiği dakikalardır.

Gölgenin uzamaya başladığı zamana "zevâl" denilmektedir. Zevâlin başladığı anda görülen gölgeye, "Fey'i zevâl" adı verilmiştir. Bu zaman dilimi, güneşin baş istikametinden garba doğru yürümesi, gölgenin de şark istikametine doğru uzaması ile sabit olur. İşte bu sıra-da öğle namazının vakti girmiş olmaktadır.

9- Revâh:
Zevalden geceye kadar olan vakte "Revâh" ismi verilmektedir. Bu
kelimede asl olan, bu mânâ olmakla beraber, bazan mutlak gitme mânâsında kullanıldığı da olur. "Kim cum'a namazına ilk vaktinde giderse..." (28) hadis-i nebevisinde geçen bu kelime, mutlak gitme mânâsında istimâl olunmuştur. Çünkü bu namazın ilk vakti, öğleden çok önce ve erken saatlerde başlamaktadır.

10-Asır:
Müteaddit mânâları bulunan bu kelime, en yaygın istimâl şekli ile, ikindi vaktinde kullanılmaktadır. Bu vaktin başlangıcını tesbitte Hanefi mezhebi müctehidleri farklı görüş beyan etmişlerdir. Şöyle ki: İmâmeyn, "dikilen düz bir çubuğun gölgesi, zevâl sırasında görülen gölgeden başka, çubuğun bir misli kadar uzarsa ikindi vakti girmiş olur" demektedirler. Bu araştırmada ölçü olarak kullanılacak çubuğun bir metre uzunlukta olduğunu ve zevalin başladığı sırada onun gölgesinin 30 sm. yi bulduğunu farzedelim. Bu mantıkî silsile ile hareket ederek diyebiliriz ki, gölgenin uzunluğu 130 sm. ye ulaştığı zaman İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre, ikindi namazının vakti girmiş olur. İmam Ebu Hanife, çubuğun gölgesinin iki misline ulaşması (yani 2 metre 30 santimi bulması) gerektiği içtihadındadır.

11-Mesâ:
Gece vakti bu isimle anılmaktadır. Tevekkülü telkin eden bir hadis-i şerifin "Sabaha erdiğinde mesâ'ya intizar etme" tavsiyesinde bu keli-menin kullanıldığını görüyoruz (29).

12-Asîl:
İkindi ile akşam arasındaki zamana "Asîl" ismi verilmektedir. İbni Ömer (r.a.)'dan rivayet edilen ve tekbiri, tahmidi ve teşbihi bir araya toplayan vird'le ilgili bir hadis-i şerifte bu kelimenin kullanıldığını müşa-hede etmekteyiz (30).

13- İşâ-i evvel:
Akşam namazından yatsı vaktine kadar olan zamana isim olmak tadır. Bu vakit içinde yenen yemeğe "AŞÂ" adı verilmektedir. "Birinizin akşam yemeği sofraya konulduğu ve (akşam) namaz(ı) içinde kamet getirildiği vakit akşam yemeğine başlayınız. Yemekten ayrılasıya kadar acele etmeyiniz" (31) hadisi şerifinde, "İşâ" akşam namazında, "Aşâ"akşam yemeğinde kullanılmış olmaktadır.

14- İşâ-i âhir:
Yatsı namazı vaktine isim olmaktadır. Bu vakitte "ateme" isminin kullanılması tenzîhen mekruh bulunmaktadır. Çünkü bir hadisi şerifte bu istikamette nehiy vaki olmuştur. Şöyle ki: "Bedevi'ler (yatsı) nama-zının isminde size galebe etmesinler".

Hadisin râvilerinden İbni Harmele şu ziyadeyi rivayet etmektedir: "Şüphe yok ki, onun ismi İşâ'dır. Çölde yaşayanlar, develer (ile meşgul olmaları) sebebiyle, (yatsı namazını) gecenin zifiri karanlığına kadar geciktirdiklerinden dolayı (bu namaza) ateme derlerdi (32).


(25) Tuhfetü'l-Ahvezî, c. 1, s. 478.
(26) Ibni Mâce, c. 1, s. 233.
(27) Tuhfetü'i-Ahvezî, c. 7, s. 244.
(28) Ebu Davud, c. 1, s. 96.
(29) Buhârî, c. 7, s. 170.
(30) Müslim, c. 2, s. 99.