EŞYAYI İBRETLE TEMAŞA

Allah Teâlâ, kâinattaki eşyayı ilâhî sırlarına mâ'kes yapmış ve gözlerimizi de ruhun penceresi kılmıştır. Hayat yolunu iman kendilleri ile aydınlatan ve kalbin basiretini baş gözü ile birleştirmeye muvaffak olan insanlar, eşyadaki sırları sezip çözmeye başlarlar. Bu imkândan mahrum kalanların gönlü paslı, gözü pusludur. Onlar eşyaya baksalar da hakkatiarı sezemezler. Bakma ile görme, gözün faaliyetleri cümlesinden ise de, ikisi arasında büyük fark vardır. Bu hususu tesbit eden bir âyeti kerimede şöyle buyurulmaktadır: "Onları sana bakıyor görürsün. Halbuki görmezler onlar" (17).

Yüce Rabbimiz, gören gözlerimizi göklere, yere ve kâinattaki varlıklara çevirip ibretle seyretmemizi emrediyor. Bir mü'min, Genâbı Hakk'ın bu emrini yerine getirmek için etrafını kuşatan varlıkların üzerinde düşünceye dalmalı, kâinatı tefekkür eleğinden geçirmeli ve eşyayı hikmet gözlüğü ile seyretmelidir. Zerresinden küresine kadar bütün eşya, devesinden piresine kadar her canlı Allah'ın varlığına ve kudreti-ne delâlet etmektedir.

Üstümüzdeki gök kubbeyi ve ecrâm-ı semâvîyi incelediğimiz zaman, kâinata ışık saçan güneşin ve ayın, pırıl pırıl! yıldızların Yüce Halikımızın varlığına ve birliğine şahitlik etmekte olduğunu görmekteyiz. Bu ince bakışlar, hidayet yolunun açılmasına sebep olur. Bu hik-meti tescil eden bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: "Üstlerindeki göğe hiç bakmadılar mı? Onu nasıl bina ettik, Onu (yıldızlarla) nasıl donattık. Onun hiçbir gediği de yok" (18). Bu âlem, işaretler ve delâletler ile dolu bir kitab; kâinatta bulunan her varlık, kitab-ı kâinatın bir sayfası veya satın durumundadır.

Âlemde zuhura gelen kevnî hadiseler; esen yeller, akan seller, yeşeren ağaçlar, donanan çiçekler, zamanların birbirini kovalaması, zulmetin ışığı takip ve nurun karanlığı tahrip etmesi, kafasında akıl cevheri ve tefekkür kabiliyeti bulunan kimseler için ibret verici hadiselerdir. Zira "Allah, gece ile gündüzü evirip çeviriyor. (Bütün) bunlarda görür gözlere mâlik olanlar için elbette bir ibret vardır" (19).

Yüce Hâlikımız esmasının esrarını eşyaya serpiştirmiş ve ef'âlinin hikmetlerini tefekkür etmemizi emretmiştir. Bu hususu tesbit eden bir âyet-i celilede şöyle hitap edilmektedir: "Görmedin mi şu hakikati ki, Allah, bulutlan (dilediği yere) sürüyor, sonra aralarında bir imtizaç hâsıl ediyor, sonra da onu (birbiri üzerine binmiş) bir yığın hâline getiriyor. İşte görüyorsun ki yağmur bunların arasından çıkıyor. (Allah), içinde dolu bulunan gökten (yukarıdan) bazı dağlar indiriyor da bununla kimi dilerse ona musibet veriyor, kimi de dilerse ondan bunu bertaraf ediyor. Onun şimşeğinin parıltısı, nerede ise gözleri çalıp kamaştırır" (20).

İnsanlar yer küresi üzerinde dolaştığı zaman hilkatin nasıl başladığını, otların yeşermesini, meyvelerin gelişmesini müşahede eder ve mantıkî bir arayış ile ahiret hayatının aklen de mümkün olduğu neticesini çıkarır. Bundan başka tesis edilmiş medeniyetleri, vücuda getirilmiş sanat eserlerini tetkik fırsatını bulur ve bunların faydalı taraflarını ibret hanesine kaydetmiş olur. Bu incelikleri gözlerimizin önüne seren bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: "Yeryüzünde gezip dolaşın da (Allah'ın) hilkate nasıl başladığını görün. Allah, yeni bir ahiret haya-tını da tekrar yaratacaktır. Çünkü Allah her şeye hakkıyla kadirdir"(21).

Evliya Çelebi gibi arzı gezen ve gördüklerini yazan seyyahlar, geçmiş zamandaki medeniyetlerin çeşitli yönlerini inceleyen tarihçiler ve diğer bilginler, tasavvuf mektebinin yetiştirdiği maneviyat erleri yaz kış demeden dolaşmışlar, seyahatlerinden ibret ve irfan elde etmişlerdir. Yüce Rabbimiz biz kullarının dikkatini bu istikamete çevirmek için, "Şimdi bak Allah'ın rahmetlerine: Arzı, ölümünün ardından, nasıl diriltiyor. Şübhe yok ki O, ölüleri de her halde dirilticidir. O, her şeye hakkıyla kâdirdir" (22).

Şu bir gerçektir ki, tarihe mâl olmuş hadiselerden ibret almayanlar, gelecek nesillere menfi yönde ibret olmaya mahkum olurlar. Geride kalmış asırlarda yaşamış milletlerin, yurtları coğrafyadan silinmiş toplulukların batışlarına âmil olan şeyleri târih felsefesi süzgecinden geçirmeyenler, başka milletlerin esiri veya sömürgesi durumuna düşerler. "Ezeli bir tekerrür" diye tarif edilen tarih, fertlerin ve cemiyetlerin hâdiselerden gerekli ibret dersini almamış olmaları sebebiyle tekerrür etmektedir. Cenâb-ı Hakk'ın bu husustaki ikazı şöyledir: "Arzda gezip dolaşın da daha evvel geçenlerin âkıbeti nice oldu, görün. Onların çoğu müşriklerdi" (23).

İmanla kalbi aydın ve ilimle düşünce ufku münevver insanlar, tetkik ettikleri her şeyden ders alırlar. Şayet tefekkür bakışı ile eşyayı tetkik işi ihmal edilecek olursa eşyanın kışrında dolaşan nazarlar ibret dersi alamaz hale gelir. Bu duruma düşmüş kimseler için hayat "aş" ve "maaş" kelimeleri ile başlar ve bunlarda son bulur. Yüce Rabbimiz, fikirsiz, zikirsiz ve şükürsüz bir hâle düşmememiz için bizleri uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır: "Sağmal hayvanlarda da sizin için elbette bir âyet vardır. Size onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla geçen dupduru (ve temiz) bir süt içiriyoruz" (24).

Göz hakkı görürse hakikati de sezebilir. Güneş doğup ortalık aydınlandıktan sonra gören göz, ibret dersi almaktan ve bahsi geçen incelikleri sezmekten âcizdir. Gözü gafletle perdelenmiş kimsenin "âmâ"dan farkı kalmaz. Gönlünü Rahmânî bir feyiz ile uyandıran ve gözünü ibretli bakışlarla nurlandıran kimseye ne mutlu!

(17)Sûre-i Ârâf, 198.
(19)Sûre-i Nûr,44.
(20) Sûre-i Nur, 43.
(21) Sûre-i Ankebut, 20.
(22) Sûre-i Rûm, 50.
(23) Sûre-i Rûm, 42.
(24) Sûre-i Nahl, 66.