PEYGAMBERLER'İN GÜNAHTAN MASUNİYETİ

Hz. Nuh:
Nuh aleyhisselâm, Ulü'l-azm peygamberlerden olup kırk veya elli yaşında iken kendisine peygamberlik verilmiştir. Tam dokuzyüz elli sene kavmini imana davet etti ve onları irşada çalıştı. Halkı, iman hakikatlarına çağırmakta asla gevşeklik göstermiyen bu yüce peygamber, "Allah'a kulluk edin. Ondan korkun, bana da itaat edin"(5); "Ey kav-mim, bundan (bu tebliğimden) dolayı sizden hiç bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım Allah'tan başkasına ait değiidir"(6), diyordu.

Hz. Nuh, kavmini, gece gündüz dinin hakikatlerine çağırıyor, onlar da dünya ve ahirette kendilerine saadet getirecek bu davetten kaçışıyorlardı. O peygamberin sözlerini işitmemek için parmakları ile kulaklarını tıkıyorlar, elbiselerine bürünüp sarınıyorlardı.

Gizli ve açık olarak yapılan davetler, onların nasırlaşmış kalblerine bir tesir icra etmemişti. Onlar; büyüklük taslıyorlar, nefislerinin arzusuna, şeytanın vesvesesine kapılıp o nebînin uyarmalarına kulak vermiyorlardı.
Hz. Nuh'un davetini tesirsiz bırakmak için, halk tabakasının yanına varıp "sakın taptıklarınızı bırakmayın.

Hele "ved"den, "suvaa"dan, "yeğûs"dan, "yeûk"dan ve "nesr"den zinhâr vazgeçmeyin" demekteydi-ler(7).
Hz. Nuh, onların bu katmerli küfürlerini, taşlaşmış kalplerini ve id-rakten mahrum olduklarını gördü de "Hakikaten onlar, birçoklarını baş-tan çıkardılar. Sen (Ey Rabbim) o zâlimlerin şaşkınlığından başka şey-lerini artırma" diye ilendi.(8)

Nuh aleyhisselâm, kavmine, takip ettikleri yolun kendilerine zarar getireceğini bahsedince o bedbaht gürûh:

"Ey Nuh, bizimle cidden uğraştın. Bizimle olan bu mücadelenden ileri de gittin. Eğer sen doğruculardan isen bizi tehdit edip durduğun (azab)ı haydi getir bize" dediler. Hz. Nuh: "Dilerse onu size ancak Allah getirir. Siz (onu) âciz bırakabilecek-ler değilsiniz, dedi. Eğer Allah sizi helâk etmek dilemişse, ben sizin iyi-liğinizi arzu etsem bile bu hayırhahlığım size faide vermez. O, sizin Rabbînizdir ve nihayet ancak ona döndürüleceksiniz" dedi(9).

Cenâb-ı Nuh, küfr ve azgınlıkta bu derece ileri giden kavminin iman etmesinden tamamen ümidini kesmiş ve "Ey Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden yurd tutan hiç bir kimse bırakma" diye ilenmişdi(1O).

Murad-ı ilâhîye uygun düşen bir dua üzerine "Nuh'a şu hakikat vahyolundu: "Kavminden gerçek iman etmiş olanlardan başkası asla iman etmeyecektir. O halde (bîhûde üzülüp de) işleyegeldikleri şeylerden (tecâvüzlerden) dolayı tasalanma. Bizim nezâretimiz ve vahyimiz ile gemi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme. Çünkü onlar suda boğulmuşlardır (boğulacaklardır)(11).

Nuh aleyhisselâm, kavminin aleyhinde yapmış olduğu duayı, onların iman etmelerinden kat'î olarak ümid kesmesinden sonra, ahiretteki azablarmın daha fazla artmaması için yapmıştı(12). Bu sebeple onların aleyhine ilenme, bir zelle olmadığı gibi peygamberlik şanına aykırı bir davranış da değildir.
Geminin inşası bitince Nuh aleyhisselâma "Aileni ve iman edenleri içine yükle"(13) buyuruldu. Bu yüce peygamber; üç zevcesini ve oğuları Ham, Sam, Yafes'i ve bunların zevceleri ile diğer ümmetlerini gemiye aldı.

Bu şerefli peygamber, bir kenara çekilmiş halde duran oğlu Ken'an'a:
"Oğulcağızım, (gel) bizim yanımıza sen de bin, kâfirlerden olma" dedi. Oğlu:
"Bir dağa sığınırım, o beni sudan korur" cevabını verdi. Hz. Nuh:
"Bu gün Allah'ın emrinden, esirgeyen kendinden başka, hiçbir koruyucu yoktur" dedi. İkisinin arasına bir dalga girdi, o da boğulanlardan oldu"(14).
Nuh aleyhisselâm, Allah Teâlâ'nın "Aileni gemiye al" müsaadesiyle, efrad-ı ailesinden olduğu halde oğlu Ken'an'ın boğulmasındaki sırrı çözebilmek için şöyle niyazda bulundu:

"Ey Rabbim, oğlum da şüphesiz benim ailemdendir. Senin vaadin elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin." Cenâb-ı Hak:

"Ey Nuh, o, kat'iyyen senin ailenden değildir. Çünkü o salih olma-yan bir iş yaptı. O halde bilgin olmadığı bir şeyi benden isteme. Seni bilmezlerden olmaktan bihakkın men ederim" buyurdu. Hz. Nuh:

"Ey Rabbim, dedi, ben bilgimin olmadığı şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni yarlığamazsan, beni esirgemezsen hüsrana düşmüşlerden olurum"(15) dedi.

Nuh aleyhisselâmın oğlu, zahiren, babasına iman etmiş gibi davranıyordu. Hz. Nuh onun inandığını zannettiği için böyle bir niyazda bulunmuştu (16).
Hz. Nuh'un mahşer günü kendisinden şefaat dileyecek kimselerden özür beyan etmesine sebep olacak duası, ne kavmi aleyhine, ne de oğlunun kurtuluşu için yaptığı dua değildir.

Muhyiddin bin Arabî, Fütuhât-i Mekkiye'de bu duanın şu mealdeki âyet-i kerîmede açıklanan söz olduğunu ifade etmektedir: "Çünkü sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar. Kötüden öz kâfirlerden başka da evlat doğurmaz(lar) (Sûre-i Nuh, 27) (17).

Hz. Yusuf:
Yusuf aleyhisselâm, küçük yaşta iken ve kendisini kıskanan kardeşleri tarafından kuyuya atılmış, sonra da "kölemizdir" diyerek bir metâ gibi satılmıştı. Satın alan da onu, esir pazarında, müzayedeye arzetmiş ve neticede Mısır Maliye Nâzırı Kıtfîr, en üstün fiatı vererek onu satın almıştı.
Peygamberzâde Peygamber Hz. Yusuf'un güzelliğini gören nâzırın zevcesi

Zeliha, ona gönlünü kaptırmıştı. Hz. Yusuf'un yüzü, son derece güzel, özü parlaktı. O, mücessem bir namus örneği olarak, Zeliha'nın davranışlarını anlamamazlıktan geliyor; onun sözlerini ilâhî ölçüleri tatbik edip, münasip bir manaya hamlediyordu. Bir gün, zemini müsait bulan Zeliha, Yusuf aleyhisselâmın yanına varmış ve aralarında şöyle bir konuşma geçmişti:
— Yusuf, senin yüzün ne kadar güzel!
— Anne karnında bulunduğum sırada onu Rabbim tasvir etti.

— Yusuf, saçların ne kadar güzelmiş!
— Kabir içinde benim cesedimden ilk çürüyecek şeydir o!

— Yusuf, gözlerin ne kadar güzelmiş senin!
— Onlarla ancak Rabbime bakarım.

— Yusuf,, gözlerini (yerden) kaldır da bir defa olsun bana bak!
— Ahirette kör olmaktan korkarım ben.

— Yusuf, ben sana yaklaşmak istedikçe sen benden uzaklaşıyorsun!
— Bu hareketimle Rabbime yaklaşmak diliyorum.

— Yusuf, Hazine odası tenha, benimle birlikte oraya gir!
— Orası beni Rabbim (in görmesin)den gizliyemez... (18).

Onu, nefsânî arzularına âlet etmeyi arzulayan Zeliha, bir iş gördürecekmiş gibi davrandı ve Hz. Yusuf'u peşine takıp sarayın iç ve tenha kısımlarına doğru götürdü. Her girdiği kapıyı, ardından kilitleyerek odalardan salonlara; salonlardan odalara geçti. Bu şekilde yedinci kapıdan da içeri girmişlerdi. Yusuf aleyhisselâm, Zeliha'nın niyetini bilmiyordu. Nihayet Zeliha, maksadını açıkça ortaya koydu ve:
"Sana söylüyorum, beri gel" dedi. Hz. Yusuf:

"Allah'a sığınırım! Doğrusu O, benim efendimdir. O, bana güzel bir mevki vermiştir. Hakikat şudur ki zâlimler asla felâh bulmazlar." dedi.
"O (kadın), andolsun ona niyyeti kurmuştu. Eğer Rabbinin bürhanını görmemiş olsaydı (belki Yusuf da) onu kasdetmiş gitmişti. İşte biz ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf edelim, diye böyle (bürhan gösterdik). Çünkü o, (taatte) ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı." (19)

Elfaz kalıplarına takılan bazı kimseler; "ve hemme bihâ" cümlesini, Zeliha'nın arzusu istikametinde, Hz. Yusuf'ta da -hâşâ- bir arzu belirdi, şeklinde anlamak gafletine düşmüşlerdir.

Böyle bir iddia, her şeyden önce, enbiyanın ismet sıfatına leke düşürür ve İslâmî esaslara da ters düşer.

İkinci husus; Yusuf aleyhisselamla ilgili diğer âyetler dikkate alındığında, böyle bir kanaat, kitab-ı ilâhînin ruhuna aykırıdır.
Üçüncüsü, Zeliha'nın teklifine karşı "Allah'a sığınırım" diyen ve böyle bir suçu irtikâp edecek zâlimin felâh bulmayacağına hem inanan, hem de Zeliha'ya ikrar eden Hz. Yusuf'un kasdının ne olduğunu anlamak zor değildir. Onu, nefsine meyletti sanmak, bayağının da altında bir derekeye ve sûi zan gayyâsına düşmek olur.

O yüce peygamber, Rabbimizin bürhanına uyarak, kurtuluşu kaçmâktâ buldu. Hemen kapıya doğru koştu. Zeliha'nın nefsanî arzularla vurduğu kilitler, Yusuf aleyhisselâmın Allah'a sığınması üzerine "lşıraaak" diye kendiliğinden açılıverdi. İkinci, üçüncü ve diğer kapılar, daha Yusuf yaklaşırken, hep açılıyor ve o iffetli Nebî, lekeli mıntıkadan uzaklaşıyordu.
Zeliha, onu elinden kaçırmamak için, peşinden koşuyor ve yetiştikçe elbisesinden tutup geriye çekmek istiyor; Yusuf öne doğru gitmek, o bırakmamak için çırpınır iken elbise lime lime parçalanıyordu.
Bu şerefli peygamber; son kapıdan dışarı kendini atınca, Zeliha'nın kocası Kıtfîr, yanında bulunan bazı kimselerle, oradan geçmekteydi. Merâmına erişemiyen Zeliha, bu öfke ile,

"Zevcene kötülük etmek isteyenin cezası zindana atılmaktan, yahut acıklı bir azabdan başka ne olabilir?" dedi. Yusuf:

"O, kendisi, dedi benim nefsimden murad almak istedi" cevabını verdi. Onların arasından bir şâhid:

"Eğer, gömleği önden yırtıldı ise (kadın) doğru söylüyor. Bu ise yalancılardandır. (Yok), eğer gömleği arkadan yırtıldı ise (kadın) yalan söylemiştir. Bu doğru söyleyenlerdendir. Vaktaki (kadının kocası, Yusuf'un elbisesinin) arkadan yırtılmış olduğunu gördü: "Şübhesiz ki bu sizin (siz kadınların) fendinizdendir. Çünkü sizin fendiniz büyüktür" dedi. (Kıtfîr, Hz. Yusuf'a dönerek): "Yusuf, sen bundan (bu meseleyi söylemekten) vazgeç. (Ey kadın), sen de günahına istiğfar et. Çünkü sen, cidden günahkârlardan oldun"(20).

Mısır'ın kalbur üstü sayılacak kadınları, bir fırsatını bulup Hz. Yusuf'a, nefsanî arzularının körüklediği tekliflerde bulunuyorlardı. O yüce peygamber; "Ey Rabbim, zindan bana bunların davet ettikleri şey(i irtikab etmek)den daha sevgilidir" diyordu(21).
Bir gün, devrin hükümdarı bu kadınları çağırtıp kendilerine şu suali sordu:
"Yusuf'un nefsinden kâm almak istediğinizde ne halde idiniz?" Kadınlar:
"Hâşâ dediler, Allah için biz onun üstünde bir fenalık bilmedik" (22) dediler.
En sonunda Zeliha da bu iffetli peygamberin suçsuzluğunu şu ifadeleriyle açığa koydu:

"Andederim ki onun nefsinden ben murad almak istedim de o, namuskârlık gösterdi" (23).

Yusuf-u Sıddîk'ın nezahetini, Rabbimizin şehadetiyle noktalamak ve mevzuu tamamlamak isteriz:

"O, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı" (24).
O, hem Rabbimizin kulluğuna ermiş hem de -Lâmın fethası ile-muhlâs kullar zümresine yükseltilmiş şânı yüce bir peygamberdir.
Yusuf, dâmen-i iffetini kirletmedi bir an, Bak, o nebînin ismetini zikretmede Kur'an. Bu kadar bürhan-ı kavi ortadayken şüphe eden, Müfterinin kalbinde durur mu şûle-i îman!

(5) Sûre-ı Nûh, S.
(6) Sûre-i Hûd, 29.
(7) Sûre-i Nûh, 23.
(8) Sûre-i Nûh, 24.
(9) Sûre-i Hûd, 32-34.
(10) Sûre-i Nûh, 26.
(11) Sûre-i Hûd, 36-37.
(12)el-Yevâkit,c. 2, s. 9.
(13) Sûre-i Hûd, 40.
(15) Sûre-i Hûd, 45-47.
(16) Şifâ Şerhi, Aliyyü'l-Kârî, c. 2, s. 304.
(17)el-Yevâkît,c.2,s.9.
(18) Tefsir-i Kurtubî, c. 9, s 165.
(19) Sûre-i Yûsuf, 23-24.
(20) Sûre-i Yûsuf, 25-29.
(21)Sûre-i Yûsuf, 33.
(22)Sûre-i Yûsuf, 51.
(23) Sûre-i Yûsuf, 32.
(24) Sûre-i Yûsuf, 24.