Bu Gözyaşlarının Sebebi Ne?

Bu gözyaşlarına sebep; Kur’ân’a ve Kur’ân’ın yaşanmış hâli “Efendiler Efendisine” düşman olanların hücûmu değildir. Onu kamusal alanın dışına iterek hürriyetini elinden alan ve yok farz edenler hiç değil.



Bahsedeceğimiz gözyaşlarına sebep, meğer ki bilmeden bizmişiz. Yani on sene öncesine kadar, zalimlere karşı, tesettür hürriyetleri için zincir oluşturanlar, meydanları dolduranlar ve güvenlik güçlerinin fiilî müdahaleleri karşısında hıçkırıklara boğulanların geçirmekte oldukları “değişim ve dönüşümü” yaşayanlar; tesettürü incitmiş, rencide etmiş ve düşmana karşı onu mudhike yapmışlar...


Nereden nereye... Önceleri böyle değildi. Dinî değerler basamaklarından iktidar ve servete uzananların hanım ve kızları, omuzlarında tesettürü bayrak bayrak dalgalandırıyorlardı.

Çarşafları, başörtü ve dış giysileriyle çevrelerinde hürmet duygusu uyandırıyorlardı. Dünün mücahit ve akıncıları, dünya ile tanışmalarının üzerinden çok da uzun bir zaman geçmeden, farklı kültür ve cereyanların anaforlarına kapılarak “dünyevîleşme” sürecine girdiler.

Dış giysi ve başörtüsüne uzanan makasın etkisi, simalara da yansıdı. O güzelim ipekli bayraklar küçüldü ve sonra da beceremedikleri makyajlarla masum simalar değişime uğradı. Saf, berrak, utangaç ve ürkek bakışlar, erkeğimsi ve cesur nazarlarla yer değiştirdi.

Durup dururken kadınımız bu değişime maruz kalmamıştı. Mânevî fırtınaların küreselleştiğini hepimiz biliyoruz. Organize olarak dindarların arasına girmiş komitelerin telkinlerini duymak için hassas bir kulağa ve icraatlarını takip için ince bir bakışa ihtiyaç var. Cemiyet hayatımızın en hareketli noktalarına en müstehcen kadın resimlerini astıranlar ile kızlarımızın pardösü ve başörtülerini biçenler arasındaki çok şeffaf münasebeti kurabilmek için ilgilerin tamamına birden bakmamız gerekiyor.

Dinsiz komitelerin telkin ettiği “kadın rüzgârı”nın aramızdaki esintisini galiba geç fark ettik. Yabancı erkeklerle birlikte olmamayı, erkek toplumunda gâh ezilerek, gâh müdahane ile çalışmamayı “hürriyetsizlik” ile karıştıranlar, aramızda tek tük hissedilmeye başlandı. Zira erkek toplumuyla iç içe yaşamayı kabullenen kadınlarda, yabancı da olsa erkeğin bakışı önem kazanmıştı. İşte bu noktadan sonra önce başörtülerin ebatları küçüldü, sonra omuzlarından topuklarına dökülerek nazenin bedenleri yabancı nazarlardan koruyan pardesülerin boyları kısalmaya başladı .

İç giysilerinin yakaları rengârenk başörtülerin güzelliğini esir alınca da; tesettür, âyet ve hadisin çerçevesinden ite kaka çıkarılmaya çalışıldı. Hem de Kur’ân’a ve Resûlullah’a gönül verenlerce... Ecnebiye mahrem dünyasından çıkarılan kadının, aynanın karşısına geçerek sefih Avrupa’nın telkin ettiği sûretlere benzemeye çalışması kaçınılmazdı. Önce kaşıyla oynadı. Sonra da suratıyla... Kur’ân nurunun yansıması gereken simaların, günahkâr, kara ve solaryumun çirkinleştirdiği suratlara benzeme çabaları, iman boyutundaki tehlikeyi de gösteriyor. Nazarları helâl dairenin dışına kaymış, insaniyet karşıtı dış dünyanın dikte ettiği hayatı bilmeden “boy aynası” seçen tesettürlü kızlarımız, yalnızca tesettürü ağlatmıyorlar bugün... Sırada, onlar için büyük fedakârlıklara katlanmış anne-babalar da var.

Tesettürü inciterek ağlatan kadınlarımızın ve bilhassa genç kızlarımızın unuttukları bir nokta var. Erkekler her ne kadar iffetlerine yeterince dikkat etmezlerse de eşlerinde fıtrî olarak “tam bir iffet ve tesettür” istiyorlar. Tesettürü hafife almanın, kadınların ruhlarında menfî bir değişime sebep olduğunu, erkekler iyi gözlüyorlar. Sefih Batı medeniyetinin teşvikiyle “erkeklerle rekabete” kalkışan kadının aile kurmadaki hüsranları, evvelâ himayeye muhtaç kadına zarar verir. Erkeklerin bu rekabetlerde kadını ciddiye almayarak, onu kendi haline bıraktığı sosyal bir vakıa iken, kadının tesettürüyle fıtrî dairesine çekilmemesi, insanlığın çekirdeği olan “aileyi” yok ediyor.

Tesettür bayrağını dalgalandırmada utangaçlık gösterenler, imanlarındaki zaafı da gösteriyorlar. Kompleks halinde varlığını hissettiren bu zaafların, çocuklarımızı yarın başka yanlışlara sevk edeceğini söylemek kerâmet olmasa gerek. Yaşadığımız zaman dilimine “ahirzaman” diyorlar. İslâmı yaşamanın, bazen “kor ateşi avucunda tutma” mânâsına geldiğini biliyoruz. Tesettürlü kadınlarımızın taraf ve karşıtlarınca sıkıca takip edildiği bir cemiyette yaşıyoruz. Kızlarımızın tesettürü yâd ellerde ağlatmamalarını istirham ediyor ve sünnete uygun tesettüre bürünmelerini diliyoruz.

Âhirzaman dinsizlerinin bize sundukları “kadın çizgisi” ile Kur’ân’ın ders verdiği çizgi arasındaki fark o kadar derin ki… Adeta bir uçurum. İslâmın istikbaldeki bayraktarları bacılarımız ve kızlarımız biliyorlar ki, bu korkunç uçurumların korumasız kenarlarında piknik yapılmaz. O dehşetli ve sarp vadileri hayallerinde yok farz etseler de, hakikatte durum böyle değil. O uçurumlara her gün yuvarlanan binlerce kadın ve kızımızın feryadını medya başta olmak üzere birçok kanaldan birlikte işitiyoruz.

Rabbimiz, dünya çapında organize olmuş, masum kadın ve kızları yoldan çıkarmakta olan dehşetli fitneden bizi ve çocuklarımızı muhafaza eylesin.

Şükrü Bulut


Konular