Bizzat Varolma Sorunu

DR. MAVİ’NİN BEYAZ’DA çekici bulduğu şey, onun kendisini dinlemesiydi. Beyaz, Dr. Mavi konuşurken tüm dikkatini ona veriyor, dinlerken onun peşinden gidiyor, iz takip eden birisinin en küçük bir ipucunu değerlendirerek peşinde olduğu kişiye ulaşma çabasına benzer şekilde, Dr. Mavi’nin konuşmasının varacağı yere ulaşmaya çalışıyordu. Çoğu zaman Dr. Mavi’nin fikirlerinin gideceği yeri kestiriyor, Dr. Mavi’nin önüne geçmeden, fikirlerinin varacağı yere varmasını kolaylaştırıyor, birlikte bir yere varmanın, iki kişi olmanın hazzını yaşıyorlar, bu onların varoluşsal yalnızlıklarını bir nebze yatıştırıyor, onları birbirine bağlıyordu. Hep dinlemeye alışık olan Dr. Mavi, Beyaz’la birlikte iken dinlenen bir insan olma ihtiyacını karşılıyordu. Beyaz da Dr. Mavi ile konuştukça, dağınık olan fikirlerinin toparlandığını, bir sisteme girdiğini hissediyordu.

“Hastalarını iyi dinle doktor. İyi dinle onları. Ruhlarını dinle. Onların anlattıklarını değil, anlatmak istediklerine kulak ver. Söyledikleri kadar, söyleyemediklerini de hissetmelisin. Sezgilerinle hissetmelisin. Bir beyin filminde beyin nasıl görünüyorsa, sen de insanların ruhunu görmelisin. Ruhunla görmelisin onların ruhunu. Ruhu yine ruh okuyabilir doktor. Doktorların stetoskopunu hastaların bedenine dayayıp onların duyamadığı sesleri duyması gibi, sen de onların ruhlarında duymadıkları sesi ruhunla duymalısın. Hadi söyle doktor, neler duyuyorsun insanların ruhunda.”

“Birincisi, değerli olmak istiyorum” dedi Dr. Mavi. “Hemen bütün ruhlar bunu istiyor. Kimi dinlesem bu sesin çığlığını duyuyorum. Ofisimde sevgilisi terkeden erkekler ve kızlardan; kendisini değersiz hissedip de bunun çok acı olduğunu, kendisini değersiz hissedince hayatın anlamının yitip gittiğini söyleyen hastalarımdan; ofisimin dışında çılgınca çalışan insanlardan; şöhret olmak için yırtınıp duran insanlardan; kalıcı birşeyler bırakıp gitmek isteyen kişilerden hep bu sesi duyuyorum.”

“Güzel. İyi dinlemişsin doktor. Doğru duymuşsun. ‘Varlığım ve yokluğum arasında bir fark yok’ şeklindeki bir inanış insan ruhunun can düşmanıdır. Böyle bir insan hayatta huzur yüzü göremez. Bunu çok iyi bilirim doktor. Çocukluğumdan beri bu duygu benim yakamı hiç bırakmadı. Son dört-beş yıldır ancak kendime gelebildim. İnsanın vicdanı kendi varoluşunu hissediyor ve diyor ki, eğer ben varsam mutlaka bir değerim, bir anlamım olmalı. Değerlilik hayatımızın zeminidir. Bu olmadan hayat çekilmiyor doktor. Unutmadan; kendi ruhunu dinlemeyi unutmamalısın. Kendi ruhunu dinleyemeyen, başka ruhları duyamaz. İkincisi doktor, ikinci duyduğunu söyle.”

“İkincisi” diye devam etti Dr. Mavi, “her ruh diyor ki, kendimi güvende hissetmek istiyorum. Dinlediğim ruhlar, yaşadığımız evrende güvenlik içinde olduklarını hissetmek istiyorlar. Yoksa kendilerini huzursuz ve telaşlı hissediyorlar. Herşeyin kontrol altında olduğunu, hiçbir şeyin rastlantısal olmadığını, bir kelebeğin kanat çırpmasının dahi planlı olduğunu hissetmek istiyor ruhlar. Yaşarken de, öldükten sonra da.”

“Bazı sosyologlar buna ontolojik güvenlik duygusu diyorlar doktor. Ben de bir kitap var. Tam ismi şimdi aklımda değil. Sana vermeliyim bu kitabı. İnsan nasıl hissedecek bunları peki doktor? İnsanın değerli olduğu duygusu nasıl gelişecek? Ontolojik güvenlik duygusu nasıl gelişecek? Ya da bunları ona kim farkettirecek?”

Dr. Mavi’nin zihninin karışık olduğu yer de işte tam burasıydı. İnsanı değerli yapan neydi? Değerli olmasını olanaklı kılan neydi? Ontolojik güvenlik duygusunu ona kim verecekti? Zihni gidip geliyordu. Anlatmanın tam sırası, diye düşündü. Belki konuştukça zihnindeki darmadağın bilgiler bir hizaya girer, bir sisteme kavuşurdu. Dr. Mavi dağınık düşüncelerinin iki şeyle derlenip toparlandığını görmüştü. Ya yazdığında oluyordu bu, ya da Beyaz ile konuştuğunda.

“Ben klasik psikolojik teorileri özetleyeyim. Sonra beraber kafa yoralım. Benim de zihnim tam berrak değil Beyaz.”

“Önce şu kedinin bir yemeğini vereyim doktor. Biraz bekler misin beni? Zavallı miyavlamaya başladı. Karnı acıkmış belli. Senin karnın da aç mı doktor? Bu gün birşeyler yiyelim seninle. Sana pizza ısmarlayayım. Ne dersin?”

Beyaz, kitabevine gitti. Elinde içi yiyecek dolu bir tabakla kafeye döndü, kedinin önüne bıraktı.

“İnsan sevilen bir varlık olduğunu ve yaşadığı evren içinde güvenlik ve emniyet içinde olduğunu nasıl hissedecektir? Bu sorunun klasik cevabı, anne babadır. Doğar doğmaz başlayan bir sürecin içinde, bebek anne babasıyla olan etkileşimleriyle kendisi hakkında bir imge belirlemeye çalışıyor. Dünya içindeki varlığının bir gereklilik mi, gereksizlik mi, önemli mi, değil mi, varoluşunun değerli mi, değersiz mi olduğunu çocuklar anne babalarından öğreniyorlar. Çünkü çocuğun başka bir imkânı yoktur. Tek imkânı anne babasıdır.”

Beyaz’ın kitapçı dükkanı çocuğun kişilik gelişiminde anne babalarının rolünü anlatan kitaplarla doluydu. Bu kitaplar ailenin önemini; anne babasının çocuğun kişilik gelişiminde, kendisine ve hayata karşı tutumunu belirlemede önemini vurguluyorlardı. Beyaz bir keresinde “Kadınların en çok satın aldıkları kitaplar çocuk yetiştirmeyle ilgili kitaplar, erkeklerin karakterlerini analiz eden kitaplar, bir de boşandıktan sonra yalnızlıkla başetme yolları hakkındaki kitaplar” demişti. Birinci tür kitapları yeni evliler, ikinci tür kitapları kocalarıyla geçinemeyen kadınlar, üçüncüyü ise boşanan eşler alıyordu. “Anne baba olmanın en güzel tarafı ne biliyor musun doktor? Onların kişilik gelişimine katkısı ayrı bir nokta ama, en esaslı şey doğumundan ölümüne bir varlığın gelişiminin canlı şahidi olmak. Bu, bir devletin tarihini bilmek kadar ilgi çekici. Anne babalar hem bu tarihi gözlemliyorlar, hem de bu tarihin gidişatına etki ediyorlar. Bu yüzden çocuğu olan her anne hemen kitaplara saldırıyor. Erkekler mi? Onlar hem az okuyor, hem az babalık yapıyorlar. Dikkatini çekti mi doktor, benim kitabevinin müşterilerinin çoğu kadın...”

Sözün burasında, Beyaz biraz duraksadı. Sonra, “Doktor, pizzalar gelir birazdan” diye bir açıklama yapma ihtiyacı hissetti. “Karnım da iyice acıktı ama, zihnim inan daha aç. Şimdi iki insan düşünelim. Birisinde anne baba çocuğuna öyle davrandı ki, çocuk kendisini değersiz hissetti; diğerinde ise öyle davrandı ki, çocuk kendisinin değerli bir varlık olduğu sonucunu çıkardı.”

Dr. Mavi, “Şöyle desek daha doğru olabilir” diye araya girdi. “Ailenin çocuğu değerli bulması ile, çocuk ‘Ailem beni değerli buluyor’ önermesini geliştirir, sonra da ‘Ben değerli biriyim’ önermesine genelleme yapar. Diğer çocuk için ise ‘Ailem beni değerli bulmuyor’ önermesinden başlar ve ‘Ben değersiz biriyim’ önermesine genelleme yapar. Çocuk düşünce biçiminin bir özelliği genelleme yapmasıdır.”

Dr. Mavi’nin zihninin önünden yüzlerce hastasının yüzü geçti. Neredeyse yarıya yakını ailelerinden şikâyetçiydiler.

“Hastalarımın yarısı ailelerinden şikâyet ediyor. Tabiî ki daha çok anne ve babalarından. Anne babalar çocuklarının dünyaya gelmesine vesile oluyorlar. Buraya kadar güzel. Öte yandan aileler en şiddetli savaşların da sahnesi oluyor. Anne babalar arasında savaşlar, anne babaların çocuklarla savaşı...”

Dr. Mavi durdu.

“Devam et doktor. Sen bana bakma. Beni kollama. Ben yeterince acı çektim. Yaptığım şeylerin yanlışlığını iyi biliyorum doktor. Beyaz’ı üzerim diye susma.”

“Çocuklar anne babaları ile olan ilişkilerinde sıkışıp kalıyorlar. Bunu bir yönü şu olabilir. Her insan hayatında aciz olduğu döneme anne babasının yanında başlar ve bu dönemde çok acizdir. Her bebek ve çocuk anne babasından yumuşaklık, şefkat, merhamet görmek ister. Bu içsel bir ihtiyaçtır ve tüm yaşam boyu devam eder. Bu başkasından beklenen ilgi ve şefkatten farklıdır. Bir kimse ilgi ve şefkat görmediği bir insandan son bir çözüm olarak bağlantısını koparıp kurtularak başka bir insana yönelebilir. Oysa her çocuğun tek anne babası vardır. Çocuğun başka seçeneği yoktur. Başka koruyucusu yoktur. Anne babalarınca duygusal olarak örselenmiş, aşağılanmış, değersiz görülmüş çocuklar yaşadıkları bu örselenmeden yola çıkarak kendileri hakkında olumsuz imajlar geliştirirler. Ben değersizim, gereksizim, önemsizim, kötüyüm gibi. Bunu hayata da genelleştirip hayatın kötü, gereksiz, anlamsız, acımasız olduğu sonucuna varırlar. Yani ‘Ailem beni değerli bulmuyor’ önermesinden ‘Ben değerli değilim’ önermesine geçiş yaparlar. Bu çocuk için çok ciddi bir kendilik algısı bozukluğudur.”

Beyaz, söze karışıp, “Ben de bu benlik bozukluğunu yıllarca aşamadım” dedi Dr. Mavi’ye. “Annem bana istediğim değeri hiçbir zaman veremedi. Babam ise evde silik bir varlıktı. Yıllarca annemin beni değersiz bulmasının neticesi hissettiğim değersizlik duygusunu aşamadım ve ne oldu biliyor musun doktor? Eliot der ki: Hayattaki sorunların yarısı kendisini önemli görmek isteyen insanlar tarafından üretilir. İşte ben de değerli olmak için katılaştım. Karımın dünyasında değerli birisi olmak istedim. Beni sevsin istedim. Çocuklarımın mükemmel, kusursuz mükemmel olmalarını istedim.”

Dr. Mavi, “Çocuklarının kusursuz mükemmel olmalarını istedin. Çünkü?” sorusuyla Beyaz’ın sözünü böldü.

Beyaz konuşurken yüzündeki çizgiler belirginleşmiş, bakışları ağırlaşmıştı. Ses tonu mahzun ve yorgun çıkıyordu.

“Çünkü, onları mükemmel olmalarını istedim, tâ ki o mükemmel çocukların babası olarak kendimi önemli hissedeyim. Ve çocuklarıma zarar verdim. Sonra neyi anladım, biliyor musun doktor?”

İkisi de pizzalarından birer parça kopardılar. Karınlarının açlığına mı, zihinlerinin açlığına mı öncelik tanıyacaklarına karar veremiyorlar; ne ki, midelerinin açlığı pizzaların görünüşünü, kokusunu, ağızlarında hissedecekleri tadı, çiğnerken duyacakları çiğneme sesini, sonra lokmaları yutmayı, bir varlığı kendi varlığına katmanın o amansız hazzını daha bir cazip hale getiriyordu. Her bir lokmayla birlikte bir pizza parçası daha insan denilen varlığın içine giriyor, orada dağılıyor, parçalanıyor, o bedenin bir parçası haline dönüşmek için mükemmel bir sindirim işlemine tâbi oluyordu. Bir ara Beyaz, “Pizzalar insan bedenine girip, onun parçası olarak bir üst mertebeye yükseliyorlar” diye düşünmüştü. Bu düşüncesini Dr. Mavi ile paylaşmaktan tedirgin oldu. Onun ne düşüneceğine karar veremedi. Sonra da, hâlâ insanların ne düşündüklerini düşünme belasından kurtulamadığını gördü.

“Sonra şunu anladım doktor. Ben yalnızca annemin gözünde değersizdim. Belki annemin gözünde değerliydim de, annem bunu bana gösterememişti. Burası da çok önemli değil. Annemin gözünde gerçekten değersiz olsam da, sadece onun gözünde değersiz olmayı nasıl olup da ‘Ben değersizim’ haline getirebildiğime hayret ettim. Halbuki gezegen üzerimde bir varoluşum vardı benim. Buna anne babamın katkısı bir anlık bir cinsel ilişki sırasında sperm ile ovumun birleşmesinden öte birşey değildi. Ben varlığımın önemini annemin beni değerlendirmelerine, beni sevip sevmemesine mahkum etmiştim. Senin âşık hastaların gibi. Aile içinde benim bir varoluşum vardı. Ama daha sonraları anladım ki, benim evren içinde de bir varoluşum daha var. Anne babam beni sevse de sevmese de, değerli bulsa da bulmasa da, ben varsam değerliydim ve önemliydim.”

Dr. Mavi, Beyaz ile konuşmaktan memnundu. Onunla tanışmış olmaya şükretti. Zihnine akın eden düşünceleri nasıl toparlayabileceğini bilemiyordu. Onları unutmaktan korkuyordu. Aklına Kırmızı, Gri ve Sarı geliyor, zihninde onları karşılaştırıyor, ama bunları Beyaz’a nasıl anlatacağını bilemiyordu. Beyaz’ın kâinat içinde değerli bir varlık olduğunu anlamasıyla birlikte ailede değersiz bulunmasının getirdiği incinmeden kaynaklanan yaralarını nasıl sarabildiğini görürken, o da başka bir yoldan giderek, ailede değerli olma duygusunun insana nasıl yetmediğini, insana yetecek olan şeyin evrende değerli bir varlık olma duygusu olduğunu görüyordu.

Hangi şartlarda yaşanırsa yaşansın, hangi sorunlarla karşılaşılırsa karşılasılsın, nasıl bir geçmişin içinden çıkılarak gelinirse gelinsin, her insan eninde sonunda varolma sorunları ile karşılaşıyor, geçmişin incinmelerinden daha ziyade kendi gerçekliğinin farkına varmayan bir benliğin duygularını yaralaması ile inciniyordu.

Kırmızı, Gri ve Sarı gibi hastaları olduğu için Allah’a şükretti Dr. Mavi. Her üçünü aynı zamanlarda inceleyerek, üçünü karşılaştırma imkânı yakalamıştı.

Kırmızı, Gri ve Sarı’nın yaşadıkları aile ortamları tümüyle farklıydı.

Kırmızı ne yaparsa yapsın çok tenkit edilen, takdir görmeyen bir ortamda, kendisini değersiz hissederek büyümüştü.

Gri onları memnun ettiği sürece, onların istekleri doğrultusunda olduğu sürece başarılı olduğu, ebeveynine karşı gelmediği sürece takdir gördüğü bir aile ortamında, kendisini şartlara bağlı olarak bazen değerli, bazen değersiz hissederek büyümüştü.

Sarı ise cennetten çıkıp gelmişti sanki. Hayatı boyu sevilmiş, değerli olduğu hissettirilmişti. Cennetten kovulmamıştı da. Ama birisi nazikçe onu tatlı rüyasından uyandırır gibi dürterek hayatla tanıştırmıştı.

“Hayata başladıkları yollar faklı olsa da” diye düşündü Dr. Mavi, “üçünün de yolu sonunda ortak bir kavşakta birleşti. Üçü de eninde sonunda bizzat varolma sorunlarından, bizzat varolmamızdan kaynaklanan endişelere yakalandılar. Benzer acıları yaşamaya başladılar. Bir nevi her üçü de sonunda varoluş sorunları açısından eşitlendiler.”

Dr. Mavi her üç hastasını da isimlerinden bahsetmeyerek özet olarak Beyaz’a anlattı.

“En derin çatışma alanımız en baştaki, yani çocukluktaki çatışma alanı değil galiba Beyaz. Farklı yollarda ilerleyen yollar bir şekilde, farklı farklı yaşlarda, bir kavşakta birleşiyor. İnsanlar öyle bir yerde buluşuyorlar ki, geçmişte yaşadıkları ile şimdi yaşadıkları ve sonra yaşayacakları arasındaki farklar siliniyor. Hepimizin geçmişi ne olursa olsun, karşı karşıya kaldığımız varoluşsal sorunlar açısından hepimiz eşitleniyoruz.”

“Diyorsun ki, insanın olduğu hale nasıl geldiğini değil, ne olduğunu düşünmek elzem hale geliyor. Doğru mu anlıyorum doktor? Bak, ikimiz da farklı yollardan yürüdük, sonunda benzer bir düşünceye geliverdik.”

Dr. Mavi, Kırmızı’yı kastederek, “Birinci hasta” dedi, “kendi geçmişine takıntılıdır. İçinde yaşadığı mutsuzluğu geçmiş yaşantısına bağlamaktadır. Değer veren, takdir eden bir ailede yaşasaydı şimdi yaşadığı sorunları yaşamayacağına inanmaktadır. Bu yüzden de babasına çok öfkelidir. Babasına olan öfkesini Yaratıcıya yansıtmaktadır. İkinci hastam ise şartlara bağlı olarak değerli bulunmuş ve o da geçmişine daha az olsa da takılmış kalmıştır. İkisinin bugünkü sorunlarını geçmişe bağlama teorileri üçüncü hastanın yaşadıkları ile yanlışlanmaktadır.”

Dr. Mavi, ne oldukları açısından, Kırmızı, Gri ve Sarı’nın birbirine çok benzediğini düşünüyordu. Üçü de aynı varoluşsal krizin içindeydiler. Üçü de çılgınca sevilmek istiyordu. Üçü de aşkta deva arıyor, ama her aşk onlar onların yaralarını daha kanatıyordu. Bu benzerlik, bir yerde “Bu noktaya nasıl geldiler?” sorusunun önemini zayıflatıyordu.

Kırmızı, Gri ve Sarı “Şu anki varlığımın en derin yerlerinde, varoluşumun dünyadaki durumu nedir, sınırlarım ve olanaklarım nedir?” diye sormaya başlarlarsa, geçmişlerinde yaşadıklarının, annelerinin, babalarının ne olduklarının ve onlara nasıl davrandıklarının önemi azalacaktı.

Bu düşünceler içinde, Dr. Mavi, Beyaz’a “İnsanın gelişimsel dönemde yaşadıkları inkâr edilemeyecek kadar önemli olsa bile insanın şu anki varlığının anlam ve önemi bunun önüne geçebiliyor” dedi. “Bu üç hastadan benim öğrendiğim önemli şeylerden biri bu oldu Beyaz. Bu üç kişinin yaşamlarının şimdiki kavşağında ‘Şu an varlığımın en derin yerinde, en temel varoluşsal ihtiyacım nedir?’ sorusu gelip hayatlarının en merkezine oturuverdi.”

Beyaz içini çekti. “Ah doktor. İnsan yaşlanmaya başlayınca mı anlıyor nedir? Şu an elli yaşında bulunduğum yerden bakıyorum da, insanın geçmişi ne olursa olsun, yaşamak için bir anlam bulmamız, ölüm karşısındaki tedirginliğimiz, yalnızlığımız, herşeyden ayrılıyor olmamız, herşeyinde bizden ayrılıyor olması insanın içine işliyor. Varoluşsal acılar ve ihtiyaçlar bugüne ait ihtiyaçlar doktor. Dünün de ihtiyaçlarıydı aslında. Varsa geleceğimizin de ihtiyacı olacak. Doktor, seni bilmem ama ben, bu varoluşsal ihtiyaçların Mutlak Varlıkla kurulacak bir ilişki dışında karşılanabileceğini hiç zannetmiyorum.”

Dr. Mavi bu üç kişiden en çok Sarı’ya şaşırmıştı. Mesleğin bu ilk yıllarından sonra birçok Sarı’larla karşılaşacaktı. Sarı hayatında iyi bir aileye sahip olmuştu. Kırmızı ve Gri gibi değildi. Ne de Beyaz gibi. Anne babasından hiç şikâyet etmemişti. Ama o da hayat çizgisinde bir yerde tıkanmıştı. O da eninde sonunda varoluşun gerçekleriyle, bizzat varolmaktan gelen ve karşılamak zorunda olduğu gerçeklerle karşılaşmıştı. Babasının ölümüyle o da eninde sonunda varoluşun ne anlama geldiğini sorgulamış; iyi bir aileye sahip olmanın, annesi ve babası tarafından sevilmenin, takdir edilmenin varoluşun yükünü ortadan kaldıramadığını, bir varoluş amacı sağlayamadığını anlamıştı. Kırmızı’nın dayandığı babası, Gri’nin dayandığı bir annesi olmamıştı. Sarı ise dayandığı, bağlandığı ölümlü bir varlığın, babasının bir gün mutlaka yıkıldığını görmüştü. Hayatın geçiciliği, ölümlülük sivri dişleri ile kendisini Sarı’ya belli ediyordu. Babasını sevmesinin yeteceğini sanıyordu o ana kadar. Yanılmıştı.

Kırmızı ve Gri kendilerine nasıl acıyorlarsa, kendilerini bir zavallı olarak görüyorlarsa, Sarı da babasının ölümüyle kendisine acıyordu. O, babası ölen bir zavallıydı. Kendisini yaşamda herşeyi elinden alınmış, herşeyini kaybetmiş, kaderin tokadını yemiş, sahipsiz gibi hissediyordu. Babası onu terkettiği gibi, bir de erkek arkadaşı terketmişti. Herkes onu terkediyordu. Dünya zalim bir yerdi. O da Kırmızı gibi Yaratıcıya kızmıştı. Bazı insanlar başlarına olumsuz gibi görünen birşey gelince hemen Yaratıcıya kızıyorlardı. Yaratıcının onu babasının ölümüne dek sevdiğine, ama babasını ondan alarak onu terkttiğine inanıyordu Sarı. “Benim istediğim birşeyi bana vermedi. O nasıl merhametli olabilir?” diye diretiyordu. Kırmızı gibi o da birşeye isyan ediyor, ama bu isyan herşeye yayılıyor, hayatın kendisinin önemsiz ve bir hiç olduğu sonucuna kadar gidiyor, sonra da bu kadar kötü bir hayatta benim ne işim var diye kendi varlığından da soğuyordu. Benlik hapishanesinin içinde kıskıvrak oturmuş, bir yere kımıldayamıyordu.

Bu düşüncelere dalıp giden Dr. Mavi, Beyaz’ın sesiyle toparlandı yeniden. “Doktor, sana ilginç birşey söyleyeyim mi? Şimdi bakıyorum da, yıllardır özellikle annem tarafından sevilmediğimi, değerli olmadığımı hissetmem bir açıdan benim avantajım olmuş. Psikiyatride siz buna ‘rasyonalizasyon’ diyorsunuz belki. Sen de benim şimdi rasyonalizasyon yaptığımı düşünüyor olabilirsin. Ama bu tam da babası ölen üçüncü hastanın durumunu andırıyor. Bir gün terkedileceğin ve terkedeceğin ölümlü varlıkların ilgisi, takdiri, sevgisi, seni düşünmesi, seni dert etmesi ile oyalanmadan; daha kestirmeden, Mutlak Varlığı ruhumun daha bir net aradığını, ancak O’nun varlığıyla ruhumun teskin olacağını anladım. Gerçi yıllarca annemin sevgisi diye tutturmadım değil. Buna isyan etmedim değil. Ama şimdi kesin olarak biliyorum ki, annem bana olan sevgisini çok berrak şekilde ifade etseydi, ruhumdaki huzursuzluk gitmeyecekti. Belki de bu, ruhumun O’nu arayışında bir oyalanmaya yol açacaktı.”

Dr. Mavi, hayattaki kendi sevilme takıntılarını, ilkokul beşinci sınıfta âşık olduğu kız tarafından sevilmek için gösterdiği inanılmaz çabayı, ilgi görmek için yaptıklarını, değerli olmak için içine çöreklenen başarı hırsını düşününce, Beyaz’ın yorumuna ses çıkarmadı. Sessiz bir şekilde Yaratıcı ile ilişkilendirilmeyince, tüm sevgilerin, aşkların, ilgi görmelerin, takdir edilmelerin bir oyalanma olduğunu o da onayladı.


Mustafa Ulusoy / "Aynalar Koridorunda Aşk" kitabından


1 yorum

Re: Bizzat Varolma Sorunu

şuanda bu kitabı okuyorum, çok güzel bir kitap herkese tavsiye ederim ;)

22.04.2013 - Zehirliok Ziyaretçisi

Konular