Aynanın Ölümü

EN KRİTİK SEANSTI. Sarı’nın hayata bakış açısının değiştiği, kendisine acımasının azalmaya başladığı andı. Sarı babasının ölümünden sonra hayatının bitmeye yüz tuttuğunu; babasının, ölümüyle birlikte onun hayatının da önemini ve anlamını alıp götürdüğünü söylüyor, seanslarda kendisine acıyor, geriye birşey kalmadığını söylüyordu. Artık yaşamın ne anlamı kalmıştı, ne de gereği. Yaşamak ağır bir yükten başka birşey değildi. Hayat içi boş bir çuvaldı sadece. Hayatının içini dolduran babası olmadıktan sonra, geriye önemli hiçbir şey kalmıyordu. Ne ona değerli olduğunu hissettirecek bir varlık vardı artık, ne de kalben, karşılıksız, çıkarsız sevecek bir varlık. Erkekler karşılık olmadan sevmiyorlardı. Babası ise onu hep karşılıksız sevmişti. O da sırf o olduğu için sevilmek istiyordu. Sevilmeyi, değerli olmayı şartlara bağlı olmadan yaşamak istiyordu.

Dr. Mavi yarım metre eninde ve boyunda bir ayna almıştı. Dr. Mavi’yi elinde ayna ile ofisin kapısında gören sekreteri çok şaşırmıştı. Banyoda yeterli büyüklükte bir ayna vardı zaten. “Terapide kullanmak için satın aldım bu aynayı” dedi Dr. Mavi. Sekreterin şaşkınlığı daha da artmıştı. Bir ayna terapide nasıl kullanılabilirdi?

Dr. Mavi aynayı eline aldı ve Sarı’ya uzattı. Sarı kocaman bir aynayı görünce şaşırdı.

Dr. Mavi, “Aynaya bakabilir misin?” diye sordu.

Sarı aynayı eline aldı. Bir gözü Dr. Mavi’nin üzerindeydi. Dikkatli gözlerle aynadaki görüntüsüne baktı. Son zamanlarda aynaya bakmaktan korkuyordu. Yüzünün çökmüş hali ruhunu karartıyor, bu hale düşmesine kızıyor, kendisini o haliyle görmek istemiyordu.

“Ne görüyorsun aynada Sarı?”

“Kendimi görüyorum. Daha doğrusu, yüzümü görüyorum.”

“Daha dikkatli bakmalısın Sarı. Aynada ne görüyorsun?”

“Mavi, ne ilginçlik peşindesin bilmiyorum ama, ben aynada kendi yüzümü gördüğümden eminim.”

“Aynada yüzünü görüyorsan, benim gördüğüm senin şu yüzün ne oluyor?”

Sarı duraladı. İşin içinde bir iş var diye düşündü.

“Mavi lafı nereye getireceksin bilmiyorum ama, ben aynada kendi yüzümü görüyorum.”

“Peki” dedi Dr. Mavi. Masasından kalktı. Aynayı Sarı’nın elinden aldı. Sarı’ya tekrar sordu:

“Aynada gördüğün nedir Sarı?”

Sarı bu işten sıkılmıştı. Son bir kere daha soruyu cevaplamak istedi ve “Aynada gördüğüm yüzüm” dedi.

“Şimdi aynaya dikkatle bak” dedi Dr. Mavi ve elindeki aynayı hızla yere attı. Bir şangırtı koptu. Ayna paramparça oldu. Sarı bir an korktu.

“Ayna kırıldı şimdi, biz buna ayna öldü diyelim. Aynada gördüğün senin yüzünse, şimdi yüzüne ne oldu Sarı?” diye sordu.

Sarı şaşkınlıktan yerdeki sağa sola saçılmış ayna parçalarına bakıyordu.

“Mavi, ne yapmak istediğinden hiçbir şey anlamıyorum. Allahaşkına, söyler misin ne anlatmaya çalıştığını?”

“Aynada kendi yüzünü görüyorsan, ayna kırılınca şimdi yüzüne ne oldu?”

“Yüzüme hiçbir şey olmadı; yerinde duruyor.”

Dr. Mavi hemen bir kağıt uzattı.

“Bu cümleyi yazar mısın bu kağıda?”

Sarı, kalemle “Yüzüme hiçbir şey olmadı; yerinde duruyor” diye yazdı.

“Yüzüne birşey olmadı ise aynada gördüğün neydi? Yüzünle aynada gördüğün yüzün arasında ne fark var?”

“Birisi gerçek yüzüm, diğeri ise yüzümün aynadaki yansıması.”

“Bu cümleyi de yazar mısın? Aynen söylediğin gibi.”

“Baban, senin bir aynandı sadece. Senin varoluşunla aynanın ilişkisi neyse, seninle babanın ilişkisi de oydu. Baban ne senin varoluşunu kuran insandı, ne de varoluşunun sebebi ve nedeni. Baban sadece sana bir ayna görevi görüyordu. Elinden geldiği kadar seni en iyi şekilde yansıtmaya çalıştı. Görüntülerin onun aynasında ne büyük, ne de küçük oldu. Ama hepsi bu kadardı. Sadece senin varoluşunu sana yansıtabilirdi zaten. Senin varoluşunun ne sebebi, ne de gerekçesi olabilirdi. Senin bana anlattıklarından çıkarabildiğim kadarıyla, onun böyle bir iddiası da yoktu. Ama sen babana onun bir baba ya da bir insan olarak haketmediği bir anlam yükledin: Varoluşunun anlamını babana yükledin. Sonra da, baban ölünce, hayatının anlamının da öldüğünü düşündün.”

“Aynada gördüğüm yüzün benim hakiki yüzüm olmayışı, sadece yüzümün bir yansıması olması gibi, babamın dünyasındaki ben de gerçek ben değil, benim bir yansımamdı sadece.”

“Evet. Babanla ilişkini bu çerçevede kurduğunda, baban öldüğünde senin varoluşun bitip tükenmedi, senin varoluşundan birşey eksilmedi. Sadece seni elinden geldiği şekilde çarpıtmadan en iyi şekilde sana yansıtan bir aynadan mahrum oldun. Ama senin varoluşun olduğu gibi yerinde duruyor.”

“Aynada gördüğüme benim yüzüm deme yanılsaması içinde olursam, ayna kırıldığında ben de yokum demek gibi...”

“Evet. İşte o zaman da başka aynalar arıyorsun. Başka kurtarıcı insanlar. Seni sana ancak yansıtabilecek kişiler yerine, senin varlığının anlamını, değerliliğini sana verebilecek başka erkekler peşine düşüyorsun.”

“Yok yok, artık erkeklerden umudumu kestim. Onların bana varoluşumun anlamını vermeyeceklerini biliyorum artık. Haftalardır bana anlatmaya çalıştığın şeyi şimdi daha iyi anladım. Şu ayna örneğini bayağı sevdim. Çok öğretici. Çok sağol.”

“Erkeklerden umudunu yine de kesme sen. İyi bir arkadaşın sana bir varoluş bağışlamayacağını, bağışlanmış bir varoluşu ancak yansıtabileceğini bil, yeter.”

“Hep dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Bana hep elimizde bize bağışlanan bir varoluş olduğunu, bu varoluşun da sonsuz değerli olduğunu, bağışlanan varoluşla bize gerçekte bir değer verildiğini, bunu bize bağışlayanın bize verdiği sonsuz değerden başka bir değere de ihtiyacım olmadığını hatırlatıyorsun. Belki de haklısın. Babam beni çok sevdi, ama beni sonsuz sevmedi, sevemezdi de. Babam bana çok değer verirdi, ama sen insanın ihtiyacının sonsuz değerli olduğunu bilmesi olduğunu vurguluyorsun. Bunları hazmetmek gerekir. Bunun için de uzun bir zaman gerekir.”


Mustafa Ulusoy / "Aynalar Koridorunda Aşk" kitabından


Konular