HAKİMİYET ALLAH'INDIR

ALLAH'IN KİTABI VE RASULULLAH'IN SÜNNETİ DIŞINDA BİR HÜKÜMLE MUHAKEME OLANIN HÜKMÜ


Bu mesele daha önce geçen «Allah'a iman - tağutu red» konusuyla sıkı sıkıya bağlı olduğu için, İslam alimleri, bu bakımdan Allah'ın kitabı ve rasulünün sünneti dışında herhangi birşeyle muhakeme olana sadece bir tek hüküm vermişlerdir: Müşrik ve kafirdir. Onlara bu hükümden başka bir hüküm vermemişlerdir. Maalesef zamanımızda müslüman olduklarını iddia eden ister hakim olsun ister hükmedilenler olsun çoğunun durumları böyledir.
Şeyh Ahmed Şakir şöyle diyor:
«Daha önce İslam'ın hakim olduğu birtakım ülkelerde bugün birtakım kanunlar görüyoruz. Avrupa kökenli olan bu kanunlar bazı hususlarda İslam şeriatine uygun olsa bile gerek esasta olsun gerek teferruatta olsun İslam'a muhaliftir ve İslamla çelişir. Hatta İslam'ı yıkıp ortadan kaldıracak ve ona ters olan unsurlarla doludurlar. Bu gerçek, kendisini aldatan veya din hususunda cahil olan ya da bilmeden İslam'a düşmanlık yapan kimseler hariç herkes için açıktır, bedihidir.
Şimdi günümüzdeki bu meselenin iç yüzünü ortaya koyacak olan İmam Şafii (r.a)'nin dakik bir kaidesine göz atalım. Ancak ne var ki, bu fıkhi kaide, Allah'ın hükümleri dışında hüküm vazeden ve onları uygulayanlar hakkında ortaya konmamıştır. Çünkü o dönemde İslam ülkeleri utanç verici böyle bir durum ile karşı karşıya kalmamışlardı. İmam Şafii bu kaideyi; kaynaklara yani Kur'an ve sünnete inmeden, oradan delil getirmeden fetva veren alimler için koymuştu. İmam Şafii 178. risalesinde şöyle diyor:
«Kim Kur'an ve sünnetten kaynaklanan sağlam bir delile dayanmadan, kendi görüşü doğrultusunda bir fetva verirse, doğruya isabet etmiş bulunsa bile, bu yaptığından dolayı sevap alamaz ve yanlış yapmış olmaktan kurtulamaz. Eğer Kur'an ve sünnete dayanmadan yanlış fetva verirse, bu durumda da özür sahibi sayılmaz.»
İşte bu kaide bize açık olarak gösteriyor ki; bir müctehid Kur'an ve sünnetten araştırmadan bir mesele hakkında sırf sahip olduğu ilimle bir fetva verirse verdiği fetvada isabet etmiş olsa bile hata işlemiş olmaktan kurtulamaz. Çünkü onun bu isabeti tesadüfidir. Bu durumun böyle olmasının sebebi ise bu kimsenin fetva verdiği meselenin delilini araştırmaması, Kur'an ve sünnete başvurmamasıdır. Bu durum müslüman bir müctehid için böyledir. Çünkü bu kişi yine de İslam dışı bir kaideyle hareket etmemiştir. Fakat, İslam kaideleri dışındaki kaidelere göre hüküm verenlere gelince, işte bunlar ne müctehidtirler ne de müslümandırlar. Velev ki verdiği hükümler İslam'a uygun olsun, sonuç değişmez. Çünkü bu kişi İslam kaideleri dışındaki kaidelerle hüküm vermiştir. (Müsned-İmam Ahmed'in Şerhi c:6, s: 303)
Şeyhul İslam Mustafa Sabri, Allah'ın kitabı ve rasulün sünneti dışında birşeye muhakeme olma- ki bunun günümüzdeki pratik şekli laiklik yani din işleri ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır- ve bunun toplumda meydana getirdiği korkunç sonuçlar hakkında şöyle diyor: «Aslında din ile devlet işlerini birbirinden ayırmak, dini ortadan kaldırma planından başka birşey değildir. Batıdan gelen veya batı bağlılarının ortaya attıkları bid'atlerin hepsi İslam'ı yıkmak ve müslümanları İslamdan uzaklaştırmak içindir. Fakat bu amaçla ortaya çıkarmış oldukları şeylerin en korkuncu din ile devlet işlerini birbirinden ayırmak anlamına gelen laikliktir. Laiklik hükümet tarafından halkın dinine indirilmiş bir darbedir. Oysa devrimler adet üzere halktan iktidarlara yöneliktir. Burada hükümetlerin halka rağmen halkın aleyhine devrim yaptığını görüyoruz.
Laiklik ilkesini kabul eden bir siyası rejim İslam hükümlerine başkaldırmış demektir. Dolayısıyla öncelikle bu hükümet irtidat etmiş sonra da buna itaat edenler mürtedleşmiş sayılır. Siyasi idarede görev alanlar tek tek mürted hükmünü aldıkları gibi bu hükümete itaat eden kitleler de irtidada düşmüş olur. Bu kestirmeden toplu küfre giriş kadar korkunç bir olay tasavvur edilemez. Birimiz, fert olarak İslam'ın herhangi bir hükmünü kabul etmediğimiz, dinin sultasını reddettiğimiz, helal ve haramdan, emir ve nehiyden birini inkar ettiğimiz takdirde küfre girmiş oluruz. Peki, toptan Allah'ın sultasını, emir ve nehiylerini helal ve harama ilişkin ölçülerini reddeden dolayısıyla mürted olduğu şüphe götürmeyen bir idarenin üyeleri hakkındaki hükmünüz ne olacaktır? Cevap: Yalnızca «mürted olmak», değil mi?» (Mevkıf el Akl vel İlm Vel Alem Min Rabbil Alemin c: 4, s: 280)
Laiklik (din ile devlet işlerini birbirinden ayrılması) düşüncesine göre namaz, oruç, hac gibi ibadetler konusunda başvurulan merci, Kur'an ve sünnet olmasına karşın hayat pratiği ile ilgili işlerde, beşeri münasebetlerde başvurulan merci, Kur'an ve sünnet dışında insanların kendi heva ve hevesleridir. O halde namaz, oruç, hac gibi ibadetlerimizi Kur'an ve sünnetten başka bir kaynağa dayandırmak kesin bir küfür ise bunlar gibi birer ibadet olan diğer işlerimizi Kur'an ve sünnetten başka bir kaynağa dayandırmak da aynı şey olmaz mı?
Şeyh Muhammed Emin Şankıtiy:

«İhtilafa düştüğünüz herşeyin hükmünü Allah' tan alın.» (Şura: 10)


ayetini zikrettikten sonra diyor ki:
«Bu ayetten anlaşılıyor ki; Allah'ın kitabı ve rasulünün sünnetinden başka hiçbir şeye muhakeme olmak caiz değildir. Allah, Allah ve rasulünden başka şeylere muhakeme olanları azarlayarak onların şeytan tarafından derin bir sapıklığa itildiklerini belirtiyor.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:


«Ey Muhamnmed! Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağuta muhakeme olunmalarını istiyorlar. Oysa onları tanımamakla emrolunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek ister.» (Nisa: 60) (Edvaül Beyan c: 1 s: 92)

Şeyh Şankıtiy başka bir yerde şöyle demektedir:


«Allah hüküm koymada kendine ortak kabul etmez.» (Kehf: 26)


ayeti ve benzeri ayetlerden anlaşılıyor ki; Kur'an ve sünnetin dışında kendi heva ve heveslerine göre kanun koyanlara uyanlar Allah'a şirk koşmuşlardır. Bu manayı destekleyen birçok ayet de vardır. Örneğin; Şeytana ve kendi hevalarına göre teşri (kanun) koyarak, haram olan ölü hayvan etini «Allah öldürmüştür» diye helal sayanlara uyanlar hakkında Allah (c.c) şöyle diyor:


«Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin. Bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytan sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldar. Eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz.» (En'am: 121)


Bu ayette Allah'ın haram kıldığı eti helal sayanlara itaat etmenin şirk olduğu apaçık bir şekilde bildiriliyor. Bu şirk Allah'ın kanunlarına muhalif olan kanunlar koyanlara itaat edilerek işlenmiş bir şirktir. Ve aşağıdaki ayetlerde geçen «şeytana ibadet etmeyin» sözünden maksat da budur.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:


«Ey Ademoğlu! Ben size apaçık düşmanınız olan şeytana değil, yalnız bana ibadet edin, dosdoğru yol budur, diye bildirmedim mi?» (Yasin: 60-61)


«Ey babacığım! Şeytana ibadet etme. Çünkü şeytan Rahman'a başkaldırmıştır.» (Meryem: 44)


«Onlar Allah'ı bırakırlar ve yalnız dişilere (Lat, Uzza, Menat gibi dişi saydıkları putlarına) ibadet ederler. Onlar ancak inatçı bir şeytana ibadet etmiş olurlar.» (Nisa: 117)


Bu ayetlerde geçen «şeytana ibadet»ten maksat; Kur'an ve sünnete zıt olan kanunlara tabi olarak şeytana ibadet edilmesidir. Bu yüzden Allah (c.c) haramları süsleyenlere itaat edenlerin onların ortakları olduklarını şöyle belirtiyor.:


«Bunun gibi ortakları müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş bir şeymiş gibi gösterdi ki hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar. Allah dileseydi onu yapamazlardı. Öyleyse onları uydurduklarıyla başbaşa bırakın.». (En'am: 137)


«Ey Muhammed! Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağuta muhakeme olunmalarını istiyorlar. Oysa onları tanımamakla emrolunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.» (Nisa: 60)


Bu zikrettiğimiz ayetlere göre apaçık belli oluyor ki; şeytanın kendilerini kandırdığı ve insanların kafalarından çıkarılmış Allah'ın şeriatine muhalif kanunlara tabi olan kimselerin kafir ve müşrik olduklarında şüphe edenler; hakkı görmek hususunda basireti kör olmuş kimselerden başkaları değildir. (Edvaül Beyan c: 4 s: 83-84)


İmam Kurtubi şöyle diyor:
Ebu Ali dedi ki: «Allah'ın kanunlarından yüzçevirip onların dışında başka hükümleri isteyen kafir olur.» (Kurtubi Tefsiri s: 2185)


İbn-i Teymiye [1] şöyle diyor:
«Bütün alimlerin ittifakıyla; her müslümanın bilmesi gerekir ki; Her kim İslam'dan başka bir dine tabi olur veya Muhammed (s.a.s)'in şeriatinden (kanunundan) başka şeriatlara (kanunlara) tabi olmayı serbest bırakıp caiz görürse kafir olur.» (Fetvalar c: 4 mesele: 515)


«Rabbine andolsun ki aralarında ayrılığa düştükleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe, verdiğin hükümden dolayı kalplerinde hiçbir sıkıntı duymadan teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.» (Nisa: 65)


İbn-i Kesir bu ayet hakkında şöyle diyor:
«Allah (c.c) tüm işlerde Rasulullah (s.a.s)'i hakem tayin etmeyenin iman etmiş olmayacağını kendi adına yemin ederek belirtiyor. Allah'ın rasulü (s.a.s) hükmederse o haktır. Zahiren ve batınen yalnız ona bağlanmak gerekir.» (İbni Kesir Tefsiri c: 1 s: 520)


İbni Kesir: Allah (c.c) şöyle buyuruyor:


«İhtilafa düştüğünüz her meselede hüküm verecek olan Allah'tır.» (Şura: 10)


Yani Allah ve rasulünün verdiği hüküm haktır. Hakkın dışında sapıklıktan başka ne vardır? Bu sebeple Allah (c.c) bu ayetin hemen ardından:
«Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız» buyurmaktadır. O zaman bu; «Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız aralarınızda olan ihtilaflarda, anlaşmazlıklarda çözümü Kur'an ve sünnetten isteyin ve o iki kaynağı hakem tayin edin», demektir. Bu ayetler gösteriyor ki yalnız Kur'an'a ve sünnete muhakeme olmayan kişi Allah'a ve ahiret gününe iman etmiyor demektir. (İbni Kesir c: 1 s: 518)


İbni Kesir ([2]) bir başka eserinde şöyle diyor:
«Kim Muhammed (s.a.s)'e inen şeriati bırakıp bunun dışında neshedilmiş (iptal edilmiş Tevrat ve İncil gibi) şeriatlere bağlanırsa küfre girer. Kur'an ve sünnete muhakeme olmayıp da Ye'sak'a ([3]) muhakeme olanın hükmü nedir? Şüphesiz ittifakla küfürdür.» (Bidaye Ve En-Nihaye c: 13 s: 119)


Burada önemli bir noktaya da değinmek gerekir.
Bazıları: «Rabbine andolsun ki aralarında ayrılığa düştükleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe iman etmiş sayılmazlar.» (Nisa: 65) ayetindeki «iman etmiş sayılmazlar» sözünü «tam iman etmiş sayılmazlar» şeklinde tefsir ediyor. Yani; ayetteki genel hükmü tahsis ediyor.


İbni Hazm ([4]) böyle tefsir etmek isteyenler hakkında şöyle diyor:
«Nisa: 65 ayeti açık bir nastır. Tevili ve tahsisi mümkün değildir. Bunu açık manasından başka bir manaya çeken bir başka ayet veya «tam iman etmiş olmaz» şeklinde tahsis edilecek herhangi bir destek veya delil yoktur. (El-Milal Vennihal c: 3 s: 249)


Nisa:65 ayetindeki «iman etmiş olmazlar» sözünü «tam iman etmiş olmazlar» şeklindeki tefsiri yanlış olup kabul edilmemesi gerekir ve şu gibi açılardan doğru değildir:
1 – Dil açısından: Kadı Ebu Zeyd Ed-Debusi'nin Et-Takvim adlı kitabında dediği gibi arapçada na't (sıfat) cümlede mastar olmadan gelmez. Ayette “imanen” şeklinde mastar olmadığından “kamilen” şeklinde sıfat gelmez. Dolayısıyla «Kamilen» (tam olarak) sıfatı varmış gibi gösterilemez. Ancak ayette mastar olursa sıfat varmış gibi gösterilebilir. Böyle olsa bile ayetin zahiri manasını sebepsiz terkedip ayette olmayan kelimeleri eklemek caiz değildir.
2 - Fıkıh Usulü Ve Kaideleri Açısından: Amm (genel) olan naslar ancak ayet, hadis veya icma ile tahsis edilir. Kıyasla tahsis edilmez. İmam Fahreddin Razi ([5]) bu ayet hakkında şöyle diyor: Bu ayetin hükmü geneldir. Kıyasla tahsis edilmez. Ve ayetin zahiri hükmünden başka hüküm verilemez. Bu ayetin verdiği hüküm gibi çok kesin hükme Kur'an'da çok az rastlanır. Ayetteki genel olan hüküm «İman etmiş sayılmazlar»dır.
3 - Nassın Siyakı Açısından: Nasda geçen «iman etmiş olmazlar» sözünü «tam iman etmiş olmazlar» diye tefsir etmek nassı bozar ve manasını çirkinleştirir. Çünkü ondan önceki ayetler bu ayetin manasını apaçık bir şekilde desteklemektedirler. Bu mana ise şöyledir: Ya Allah'ın ve rasulünün şeriatine muhakeme olmak ki bu imanın ve islamın kendisidir ya da onların dışın
daki şeylere muhakeme olmak ki bu da küfrün ta kendisidir.


Allah (c.c) bundan önceki ayetlerde imanın ve İslam'ın sınırlarını belirleyerek şöyle buyuruyor:

«Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer birşeyde çekişirseniz Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız onun çözümünü Allah'a ve rasulüne bırakın. Bu en hayırlı ve netice itibarıyle en güzeldir.» (Nisa: 59)


İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle diyor:
«Bu ayet apaçık bir şekilde; ihtilaf vukuunda Kur' an'a ve sünnete muhakeme olmayan kişinin Allah'a ve ahiret gününe iman etmediğini gösteriyor.» İbni Kesir (r.a)'in sözünü görüyor musun? Ne kadar imanlı olduğunu iddia etse de Kur'an ve sünnete muhakeme olmayan kişinin imandan çıktığını söylüyor. Dolayısıyla ondan sonraki ayet bu meseleye ihtilafa mahal bırakmayan kesin bir hüküm getirmektedir. Yani; iman iddiasıyla beraber Kur'an ve sünnetin hükümlerini bırakıp başka hükümlere başvurmak yalan bir iddiadan başka birşey değildir.


Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

«Ey Muhammed! Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmekle emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak istiyor. Onlara: «Allah'ın indirdiğine (kitaba) ve rasule gelin (onlara başvuralım)» denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.» (Nisa: 60-61)


Bu ayetlerden anlaşılıyor ki; tağuta muhakeme olmak ile Allah'a iman birarada bulunamaz. Böyle bir iddia geçersizdir. Çünkü tağuta muhakeme (Allah'ın kanunlarından başka kanunlara muhakeme) iman değildir. Sapıklığın ta kendisidir. Allah (c.c) bu ayetin devamında; Allah'ın şeriatine muhakeme olmamanın ve muhakeme olmak isteyenleri engellemenin, kalbinde iman olmayan münafıkların sıfatlarından olduğunu bildiriyor. Daha sonra gelen ayette de Allah (c.c), rasullerin yalnız tebliğ için değil, hem tebliğ etmeleri, hem de kendilerine itaat olunmaları için gönderildiklerini belirtiyor.


«Biz rasulleri Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilsin diye gönderdik.» (Nisa: 64)


Sonra,


«Hayır Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe, sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı kalplerinde bir sıkıntı duymadan kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar.» (Nisa: 65)


ayeti tam yerinde geliyor. Nefislerde hiçbir tartışmaya mahal bıraktırmayan bir hükümle geliyor. İşte bu hüküm; İslam şeriati dışında başka kanunlarla muhakeme olan kimsenin imanının sözkonusu olamayacağı gerçeğidir. Bütün bu anlatılanlar ve zikredilen alimlerin yasama sultasına ilişkin izahlarından sonra şu gerçek apaçık olarak ortaya çıkmaktadır; İslam'ın dışındaki tüm idari nizamlar, hayat sistemleri küfürdür, tağutidir, çağdaş tağutları temsil etmektedir. Onları inkar etmek, tekfir etmek, tanımamak ve onlardan uzak durmak gerekir. Aynı şekilde onları destekleyenler de tekfir edilip reddedilmelidir.
Şu apaçık bir gerçek ki; Kur'an ve sünneti bırakıp insanların hayatlarını düzenleyen beşeri mahreçli kanunları her kim vaz'eder, va'zedilmesine katkıda bulunur, yasalaştırır, tatbik eder ve reddetmezse kafirdir.
Bu durumda yasama meclisi (ki teşrii de bulunur) yasamayı tasdik eden parlamenterler, uygulama safhasına koyan yürütme organları (ki bakanlar bu çerçevededir) ve yürütme organı başkanı, yürütme organının yapısı içinde yer alan hakim ,savcı ve avukatlar, yine bu kanunlara dayanarak soruşturma yapan istihbarat ve güvenlik kuvvetleri ve kafir sistemi koruma ve kollamayla görevli olanlar kafirdirler.
Halka gelince, her kim böyle birşeye rıza gösterir ve inkar etmezse, nemelazımcı bir tavır takınırsa kafir olur. Çünkü bu insanlar küfrün tahakkümüne rıza göstermekte, İslam şeriatının kaldırılmasına, uygulanmamasına ilgisiz kalmaktadırlar. Hatta bazıları müslüman olduklarını iddia etseler bile. Onların kafir oluşu tağutu inkar etmemelerinden kaynaklanmaktadır.
İşte İslam alimlerinin görüşleri budur! Evet, Allah'ın kitabı ve rasulünün sünneti dışında ister yargılayan (hüküm veren), ister yargılanan (muhakeme olunan) olsun Allah'ın hükmü dışında bir hükme razı olan, bu hükmü kendi rızası ile kabule yanaşan veya reddetmeyen kesinlikle kafirdir. İster fert, ister devlet olsun hukuki, iktisadi, içtimai ve siyasi bir konuda Allah (c.c) ve rasulünün (s.a.s) şeriatı dışında adı ne olursa olsun, herhangi bir şeriata (kanuna) muhakeme olmaya rıza gösteren başka bir deyimle kendi isteği ile muhakeme olan kafirdir.


Bu konuda önemli bir noktaya değinmek gerekir:
İslamla çelişmeyen idari kanunları tatbik etmek ayrı, haramı helal, helalı haram yapan kanunları tatbik etmek ayrıdır. Birincisi caizdir, ikincisi ise küfürdür. İslam ile çelişmeyen idari kanunlardan kasıt; haramı helal, helalı haram yapmayan, fertlerin menfaatini ve topluluğun düzenini sağlayan idari kanunlardır. Trafik , binaların şekli, yolların şekli, su dağıtma şekli, mahallede bulunanların kaydedilmesi, işçilerin tanzimi, fabrikalar kurma vb. ve düzenleme gibi halkın genel maslahatına uygun olan ve şeriate karşı gelmeyen kanunları yapmak ve uygulamak caizdir.
Şeyh Emin Şankıtiy şöyle diyor:
Heva ve heveslerinden kaynaklanan Kur'an'a zıt olan kanunları uygulamak ki bu açık bir küfür ile Kur'an'a ve sünnete zıt olmayan, insanların hayatını düzene sokan kanunları uygulamak arasındaki farkı ayırmak lazım. Kanunlar iki türlüdür: İdari ve şer'i kanunlar. İdari kanundan maksad; İnsanların durumlarını Kur'an ve sünnete muhalif olmayacak şekilde düzenlemektir. Bu gibi kanunların insanlar tarafından konulması caizdir. Sahabeler ve ondan sonra gelen müslümanlar da bunu yapmışlardır. Ömer b. Hattab Rasulullah (s.a.s) zamanında olmayan bunun gibi idari birçok kanunlar koymuştur. Örneğin; Askere katılanlarla katılmayanları tespit etmek için askerlerin kaydedilmesi gereken bir kuruluş kurmuştur. Halbuki Rasulullah (s.a.s) böyle birşey yapmamıştır. Dolayısıyla Ka'b İbn-i Malik ve onun gibi Tebük savaşına katılmayan kimseleri ancak sonra öğrenebilmiştir. Ayrıca Ömer b. Hattab Saffan b. Umeyye'nin evini hapishane yapmıştır. Halbuki Rasulullah (s.a.s) ve Ebu Bekir zamanında hapishane yoktu. İşte bu gibi İslam'a zıt olmayan ve insanların hayatını düzene koyucu kanunları koymak caizdir. Şeriate muhalif olmayan işçilerin işlerini düzenleyen kanunlar koymak da bunlardandır. Fakat gökleri ve yerleri yaratan Allah'ın şeriatine muhalif bir kanun koymak ve bunu insanlara uygulamak bu gökleri ve yeri yaratanı inkardır, küfürdür. Mirasta erkek ve kızın eşit tutulması, tek hanımla yetinme, boşanma gibi hususlarda yeni kanun koymak, recim cezasını kaldırmak, hırsızların elini kesme cezasını değiştirmek ve bunun gibi şeriatte bulunan cezaları ortadan kaldırmak ve bu cezalar hakkında: «Artık bunlar zamanımıza uymaz» demek gökleri ve yeri yaratanı inkar etmek demektir. Böyle yapmak Allah'ın koyduğu nizama başkaldırmaktır. Halbuki Allah (c.c) insanların maslahatını en iyi bilendir. Teşri konusunda Allah (c .c) ortaktan münezzehtir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:


«Yoksa onların Allah'ın dinde izin vermediği birşeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır?» (Şura: 21)


«De ki: «Allah'ın size indirdiği rızkın bir kısmını haram bir kısmını helal kıldığınızı görmüyor musunuz?» De ki: «Size Allah mı izin verdi. Yoksa Allah'a karşı yalan mı uyduruyorsunuz?» (Yunus: 59)


«Diliniz yalana alışmış olduğu için herşeye bu haram, bu helal demeyin. Zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar ise şüphesiz saadete erişemezler.» (Nahl: 116) (Edvaül Beyan c: 4 s: 84)


Günümüzdeki bazı kişiler şöyle diyebilirler: «Bizim yaşadığımız devlette şeriat hakim değildir. Eğer tağutun mahkemesine başvurmazsak hakkımızı alamayız. Hakkımızı almak için tağutun mahkemesine başvurabiliriz.»
Bu gibi kişilere şöyle denir: «Birisi sizden hakkınızı alsa ve: «Bana namaz kılmadan hakkınızı alamazsınız» dese ve siz bu hakkınızı almak için ona namaz kılsanız Allah katında müslüman kalabilir misiniz?» elbette: «Kalamayız» diyeceksiniz. Çünkü; namaz ibadettir. İbadetler de yalnızca Allah'a yapılır. «Başkasına namaz kıldığımızda onu ilah seviyesine çıkarmış oluruz» dersiniz. O halde düşünmez misiniz ki acaba Allah tağutun mahkemesine başvurulduğunda kafir olunacağına dair niçin hüküm vermiştir?
Tağutun mahkemesine başvurulduğunda sadece Allah (c.c)'a ait olan hüküm verme yetkisinin Allah (c.c)' dan başkasına verilmesi sözkonusudur. Çünkü hüküm vermek yalnızca Allah'a aittir. Allah sadece kendi hükmüne itaat edilmesini emretmiştir. Kendi hükmünden başkasına itaat edenlerin kimin hükmüne itaat ediyorlarsa ona ibadet ettiklerini apaçık bir şekilde: «Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Kendisinden başkasına değil yalnız O'na kulluk etmenizi emretti.» (Yusuf: 40) ayetinde bildirmiştir. Öyleyse her ne kadar kalben tağutu sevmediğinizi ona düşman olduğunuzu iddia etseniz bile hareketiniz bunu yalanlamaktadır. Zira gerçekten tağuta düşman olmuş olsaydınız ve de onu kalbinizle inkar etmiş olsaydınız ister hakkınız gitsin ister gitmesin tağutun mahkemesine başvurmazdınız. Mesele hak-hukuk meselesi değildir. Mesele yalnız Allah (c.c)'a ait olan hüküm verme yetkisinin Allah'tan başkasına verilmesi meselesidir. Bu ise şirkin ta kendisidir. Allah (c.c) Nisa: 60'da tağuta muhakeme olmayı isteyenlerin iman iddialarının geçersiz olduğunu ve şeytanın onları: «Tağuta muhakeme olmayı istediğiniz halde müslüman, mü'min kalabilirsiniz» diye vesvese vermek suretiyle derin bir sapıklığa saptırdığını bildiriyor.


Muhakeme olma konusunu bu şekilde işledikten sonra, şimdi de kitap ve sünnetin dışında herhangi birşeyle hükmedenin durumunu inceleyelim.




[1] Takıyyuddin Ebu’l Abbas Ahmed b. Abdil Halim b. Abdis-selam İbn-i Teymiye: Harran’da H. 661 senesinde doğmuştur. 6 yaşında Şam’a gitmiştir. Hanbeli alimlerindendir. Şam’da H. 728 senesinde vefat etmiştir.
[2] Ebu’l Fida İsmail İmadud’din b. Ömer b. Kesir b. Zer El-Kureşi: Busra’ya ait Mecdel köyünde doğmuştur. Sonra Şam’a gitmiş ve orada H. 774 senesinde vefat etmiştir. İbn-i Teymiye’nin talebesi ve hanbeli alimlerindendir.
[3] (Yes’ak: Cengizhan’ın Kur’an, Tevrat, İncil ve Kendi düşüncesinin bir sentezi olarak ortaya koyduğu bir yasadır.)
[4] Ali b. Ahmed b. Said İbn-i Hazm El-Endelüsi: Endelüs (İspanya’da)’de bulunan Kurtuba şehrinde H. 383’de doğmuştur.
[5] Muhammed b. Ömer b. El-Hüseyin b. Ali el-Kureşi Et-Teymi El-Bekri Et-Tabiristani: H. 543’te Rey şehrinde doğmuştur. Şafi alimlerindendir. H. 606 yılında vefat etmiştir.


Konular