2.2 Ashab'ın ve Alimlerin Sözleri

Ashab'ın ve Alimlerin Sözleri

Ebu Derda (r.a) şöyle demiştir:'Allah'a yemin olsun, siz ya iyiyi emredecek, kötüyü yasaklayacaksınız veya Allah Teâlâ size zâlim bir sultanı musallat kılacaktır ki, o sultan sizin büyüklerinize hürmet, küçüklerinize merhamet etmez. Sizin iyileriniz onun aleyhinde bedduada bulunurlar, bedduaları işe yaramaz. Allah'tan yardım isterler, fakat yardım görmezler. Allah'tan günahlarının bağışlanmasını dilerler, fakat bağışlanmazlar.'

Hz, Huzeyfe'ye 'dirilerin ölüsü kimdir?' diye sorduklarında, 'Eliyle, diliyle ve kalbiyle münkeri kötülemeyen kimsedir' cevabını vermiştir.

Mâlik b. Dinar der ki: İsrailoğullarının büyük âlimlerinden bir âlim vardı. Erkek ve kadın insanlar onun evine geliyorlardı. Onlara nasihatta bulunuyor, Allah'ın azabı ilahîsini hatırlatıyordu. Birgün oğullarından birinin gelen kadınlardan birine göz kırptığını görünce, oğluna 'yavaş ol, yavaş ol oğlum' diye seslendi. Bunun üzerine iskemlesinden düşüp omuriliği zedelendi. Hanımı çocuğunu düşürdü. Oğlu orduda öldürüldü. Allah Teâlâ onun zamanındaki peygambere vahy gönderip şöyle demesini emretti: 'Filan âlime haber ver ki, ben onun sulbünden doğru bir in-san çıkarmayacağım. Neden benim için öfkelenmedi de sadece 'yavaş ol oğlum, yavaş ol oğlum' diye oğluna yumuşak bir şekilde hitabetti?!

Huzeyfe der ki: 'Halk için öyle bir zaman gelecektir ki, onlara iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir mü'minden, bir merkebin leşi daha sevimli gelecektir'.

Allah Teâlâ Yuş'a b. Nuh'a vahiy gönderdi:
-Kavminin kırk bin seçkinini ve altmış bin kötüsünü helâk edeceğiz.
-Yarab! Kötüleri kötülüklerinden ötürü helâk ediyorsun ama iyiler ne yaptı?
-Onlar benim için öfkelenmediler. Benim için gazaba gelmediler. Üstelik kötülerle yiyip içtiler.

Bilal b. Sa'd şöyle der: 'Gizlenen günah, işleyenden başkasına zarar vermez. Açıkça işlenip karşısına çıkan olmadığı takdirde herkese zarar verir'.

Ka'bul-Ahbar, Ebu Müslim Havlanî'ye şöyle der:
-Kavminin içinde senin derecen nasıldır?
-Güzeldir.
-Sen böyle diyorsun ama Tevrat bunun aksini haber veriyor.
-Tevrat nasıl bir haber veriyor?
-Tevrat diyor ki: 'Kişi iyiliği emredip, kötülüğü yasakladığı takdirde kavminin nezdinde derecesi kötüleşir'.
-O halde Tevrat doğru söylemiş, Ebu Müslîm ise yalan söylüyor.

İbn Ömer başlangıçta idarecilerin yanına gidiyordu. Sonra bu âdeti terketti. Kendisine denildi ki; 'Keşke sen onlara gitmeye devam etseydin! Umulur ki, senin gidişinden dolayı nefislerinde hidayet belirir!' İbn Ömer şöyle cevap verdi: 'Korkuyorum ki, eğer konuşursam bende olanı başka görürler, eğer susarsam günah işlemiş olurum'.
İşte İbn Ömer'in bu sözü işaret eder ki, iyiliği emretmekten aciz olan bir kimseye haramın işlendiği yerden uzaklaşmak düşer. Ondan uzak durmak gerekir ki, kötülük onun gözünün önünde yapılmasın.

Hz. Ali (r.a) der ki: 'İlk mağlup olacağınız cihad, elinizle yapacağınız cihaddır. Sonra dilinizle yapacağınız cihadda mağlup olacaksınız, sonra da kalbinizle yapacağınızda... Sonra kalp iyiyi 'iyi' olarak bilmediği, kötüyü 'kötü' olarak görmediği zaman alçalır, altüst olur'.

Sehl b. Abdullah şöyle demiştir: 'Hangi kul dininin herhangi bir sahasında çalışıp başkasına emrettiğini veya başkasını alıkoymaya çalıştığını, orada tatbik edip işlerin fesada uğrayıp çığırından çıktığı zaman ona yapışırsa, böyle bir kimse Allah rızası için emri bi'l ma'ruf ve nehyi an'il münker vazifesini yapan kimselerdendir'.
Bu söz şu anlama gelir: Kişi nefsinden başkasına güç yetiremediği zaman nefsini kontrol altına alıp, başkasının yersiz hareketlerini kalben hor görürse, kendisinden beklenen vazifeyi yerine getirmiş sayılır.

Fudayl b. İyaz'a 'Sen neden iyiyi emredip, kötüyü yasaklamıyorsun?' denildiğinde, şöyle demiştir: 'Bir kavim iyiyi emredip, kötüyü yasakladılar. Arkasından nankörlük belasına kapıldılar. Bunun sebebi de bu ağır vazifeyi yaparken başlarına gelen musibetlere karşı sabretmemeleriydi'.

Süfyan es-Sevrî'ye 'Neden sen iyiliği emredip kötülüğü yasaklamıyorsun?' denildiğinde şöyle demiştir: 'Deniz taştığı zaman onu durdurmaya kimin gücü yeter?'

İşte bütün bu delillerle anlaşıldı ki, emri bi'l ma'ruf ve nehyi an'il münker farzdır ve bu farziyet, müslümanın gücü ve takati olduğu müddetçe üzerinden düşmez. Meğer ki müslümanlardan biri bu vazifeyi yerine getirmiş olsun. Bu bakımdan biz şimdilik bunun ve farz olmasının şartlarını zikredeceğiz.