4.Ölümü Anmayı Kalbe Yerleştirmenin Yolu

Ölüm korkutucudur ve tehlikesi büyüktür. Halk onun hakkında az düşündüğü, onu az andığı için ondan gafildir. Onu anan bir kimse ete boş bir kalple değil, dünya ile meşgul olan bir kalp ile onu anar. Bu bakımdan ölümün anılması bu kimsenin kalbinde herhangi bir fayda temin etmez. Öyleyse yapılması gereken şey, kulun kalbini herşeyden boşaltmasıdır. Önünde sadece ölümün anılması kalmalıdır. Tıpkı tehlikeli bir sahraya gitmek isteyen veya denizde yolculuk yapmak isteyen bir kimse gibi! Muhakkak ki bu kimse sadece o sefer hakkında düşünür. Öyleyse ölümün anılması, kalbe girdiğinde tesir etmeli, kişinin dünyaya olan sevgi ve sürûru azalıp kalbi burkulmalıdır.

Burada en faydalı yol; benzerlerinin ve kendisinden önce göç edip giden emsallerinin bahsini çokça etmektir. Onların ölümünü ve toprak altındaki durumlarını anmalıdır. Mertebe ve hallerinde onların suretlerini, şimdi toprağın onların o güzel suretlerini nasıl yediğini,kabirlerde parçalarının nasıl dağıldığını, kadınlarını nasıl dul, yavrularını nasıl yetim, mallarının nasıl zayi, mescid ve meclislerinin kendilerinden nasıl boş kaldığını ve eserlerinin nasıl kesildiğini düşünmelidir! Onları birer birer düşündüğünde, kişinin kalbinde onun hali, ölümünün keyfiyeti ve sureti hayal edildiğinde, o ölenin sevincini, dünya için gidip gelmesini, maişet ve baki kalmayı ümit ettiğini, ölümü unuttuğunu, dünya nimetlerini elde etmekle aldandığını, kuvvet ve gençliğe meylettiğini, gülmesini, oynamasını, kayışını, önündeki ölümden gafil oluşunu, süratle helaki unuttuğunu hatırladığında ve daha önce nasıl gidip geldiğini, şimdi ise ayaklarının yok olduğunu, mafsallarının ayrıldığını, daha önce nasıl konuştuğunu, şimdi ise böceklerin dilini yediğini, daha önce nasıl güldüğünü, şimdi ise toprağın dişlerini yediğini, daha önce kendisi ile ölüm arasında ancak bir ay gibi kısa bir mesafe olduğu halde, onlarca sene yetecek kadar muhtaç olmadığı şeyleri nasıl istif ettiğini, yakında başına geleceklerden nasıl gafil bulunduğunu, hatta ummadığı bir vakitte ölümün gelip yakasına yapıştığını, dolayısıyla ölüm meleğinin suretinin kendisine belirdiğini, kulağına ya 'cennete veya cehenneme götürün' sesi geldiğini düşündüğünde, evet bu anda nefsi hakkında düşünür ve onun da onlar gibi olduğunu, gafletinin onların gafleti gibi, akibetinin de onların akibeti gibi olacağını anlar.

Ebû Derdâ şöyle demiştir: 'Ölüler anıldığında kendini onların herhangi biri gibi say!'
İbn Mes'ud (r.a) şöyle demiştir: 'Said, o kimsedir ki başkasından ibret alıp halini düzeltir7.

Ömer b. Abdülazîz şöyle demiştir: Her gün sabah veya akşam, Allah'ın divânına giden birini yolcu ettiğinizi görmüyor musunuz? Onu, yerin bir çukuruna koyarsınız. Yastığı topraktandır. Dostlarını geride bırakmış ve maişet sebepleri kesilmiştir'.

Bu bakımdan mezarlıklara girmek ve hastaları ziyaret etmek ve buna benzer fikirlerden ayrılmamak ölümün hatırlanmasını kalpte yeniler! Böylece ölümün hatırlanması kalbe, daima göz önünde bulunduracak şekilde hâkim olur. İşte bu tahakkuk ettiğinde, şahsın ölüm için hazırlanması ihtimal dahiline girer. Aldanış evinden uzaklaşması sözkonusu olur. Aksi takdirde dil ucuyla ölümü zikretmenin, sakınmak ve uyanmak hususunda faydası az olur. Ne zaman kişinin kalbi dünyanın herhangi bir şeyinden hoşlanırsa, derhal ondan ayrılacağını hatırlaması gerekir.

İbn Mutî birgün evine bakarak güzelliğine hayran oldu. Sonra hüngür hüngür ağlayarak dedi ki: 'Allah'a yemin ederim ki eğer ölüm olmasaydı (ey ev) seninle mesrur olacaktım. Eğer varacağımız kabirlerin darlığı olmasaydı, dünya ile gözlerimiz aydınlanacaktı'. Sonra hüngür hüngür ağladı.