10. Halk Görüyor Diye Kulun İbâdete Yönelmesinin Doğru Olan ve Olmayan Kısımları

Kişi bazen halk ile beraber bir yerde geceler, onlar gece namazını kılmaya kalkarlar veya bazıları kalkıp bütün gece veya gecenin bir kısmında namaz kılarlar. Oysa o evinde olduğunda ancak bir saate yakın kalkıp ibâdet edenlerdendir. Fakat onları bu şekilde görünce onlara uymaya gayreti kabarır. Öyle ki normal âdetinden fazlasını yapar veyahut asla gece ibâdetine alışkın olmamakla beraber arkadaşlarına uyarak kalkıp namaz kılar. Yine başka bir yerde bulunur ki o yerin sakinleri oruç tutarlar. Onun da oruca karşı neşesi kabarır ve tutar. Eğer onlar olmasaydı bu gayrete gelmezdi.

İşte böyle bir durumun çoğu zaman riya olduğu zannedilir. 'Farz olan bu durumda arkadaşlara uymamaktır' kanaati belirir. Oysa mutlak mânâda durum hiç de böyle değildir. Bu durumun izahı vardır. Çünkü her mü'min Allah'ın ibâdetine taliptir. Gece namazına, gündüz orucuna isteklidir. Fakat buna rağmen bazen onu bu ibâdetlerden birtakım mâniler geri bıraktırır. Meşgaleler onu kaplar. Bu bakımdan bazen başkasını görmek, gafletin giderilmesine sebep olur veya mâniler ve meşguliyetler bazı yerlerde bertaraf edilir. Dolayısıyla insanın gayreti ibâdete karşı gelişir. Bazen kişi evinde olur, sebepler onu gece ibâdetinden alıkoyar. Yumuşak bir döşeğin üzerinde uyuması veya zevcesiyle oynaşma fırsatını elde etmesi veya aile efradı ve akrabalarıyla beraber konuşması veya çoluk çocuğuyla meşgul olması veya ortaklarıyla beraber olan bir hesabını mütalaa etmesi gibi...
Bu bakımdan yabancı bir kimsenin evinde bulunduğu zaman, ibadet isteğini gevşeten bu sebepler kendisinden uzaklaşırlar. Kendisini hayra teşvik eden sebepler meydana gelir. İbadet eden yabancı kimseleri görmesi gibi... Görür ki yabancılar Allah'a yönelmiş, dünyadan yüz çevirmişler. Bu kişi de onlara bakar, onların durumuna imrenir, Allah'ın ibâdetiyle kendisini geçmeleri ona zor gelir. Dolayısıyla riya için değil, din duygusu harekete geçer veya bazen yeri kötü gördüğünden dolayı uykusu kaçar veya başka bir sebep olur. Dolayısıyla uykunun kaçmasını fırsat bilerek ibâdet eder. Oysa evinde çoğu zaman uyku kendisine galebe çalar. Bazen de daimi bir şekilde evinde olması da buna eklenir.
Nefis ise gece ibâdetine devamlı kalkmayı müsamaha ile karşılamaz. Ancak az bir vakit gece ibâdetini yapmaya müsamaha gösterir. Bu bakımdan bu durum diğer engellerin bertaraf edilmesiyle beraber ibâdetteki bu tip gelişmenin sebebi olur. Bazen kişiye evinde, beraberinde lezzetli yemekler olduğu zaman oruç tutmak zor gelir ve o yemekleri yememek pek kolay olmaz. Ne zaman o yemekleri bulamaz, o zaman oruç tutmak kendine zor gelmez. Dolayısıyla dinin oruca teşviki artar. Çünkü hazır bulunan şehvetler, dinî teşviki mağlup eden, geciktiren ve bertaraf eden sebeplerdir, kişi bunlardan kurtulduğu zaman dinî teşviki kuvvet bulur. Bu ve benzerlerinin olması, tasavvur edilen sebeplerdendir. Buradaki sebep, halkı görmesi ve onlarla beraber olmasıdır. Bununla beraber şeytan bazen kendisini ibâdetten alıkoyup der ki: 'İbâdet etme! Çünkü sen riyakâr olmuş olursun; zira evinde bu ibâdeti yapmıyordun! O halde normal kıldığın namazından fazlasını yapma!'
Bazen de fazla namaz kılmaktaki isteği, beraberlerinde bulunduğu kimselerin görmeleri içindir. Kendisini geceleyin kalkıp ibâdet eden bir kimse olarak zannediyorlarsa onların ayıplamasından korkarak fazla ibadet eder. Muhakkak ki nefsi (bu takdirde) onların gözünden düşmeye müsamaha etmez. Onların katındaki derecesini korumak ister. Bu anda şeytan der ki: 'Namaz kıl! Muhakkak sen ihlâslısın! Sen onlar için değil, Allah için namaz kılıyorsun. Senin gayretin o mânileri ortadan kaldırmak içindir. Onların görmesi ve takdir etmesi için değildir!'

Bu iş, basiret sahipleri hariç, çözülmesi zor bir durumdur. Ne zaman ibâdete tahrik eden şeyin riya olduğunu biliyorsa normal âdetinden fazla bir tek rek'at namaz kılmaması gerekir. Çünkü Allah'ın ibadetiyle halkın övgüsünü istemesinden dolayı Allah'a isyan etmiş olur. Eğer ibadete yönelmesi engelleri ortadan kaldırmak ve arkadaşlarının ibadetine gıpta ettiği için harekete geçmiş ise onlara uymalıdır.

Böyle olmasının alâmeti eğer bunların kendisini görmedikleri bir şekilde, bir perdenin arkasından onların namaz kıldıklarını görürse, o da perdenin öbür yakasında ise acaba onlar kendisini görmedikleri halde nefsi namaz kılmaya rağbet eder miydi? Eğer nefsinin bu durumda iken namaz kılmaya rağbet edeceği kanaati hasıl olursa, namaz kılmalıdır. Çünkü teşvikçisi haktır. Eğer onlar kendisini görmedikleri takdirde, kalkıp ibâdet etmek nefsine ağır geliyorsa, ibâdeti terketmelidir. Çünkü teşvikçisi bu durumda riyâdır!

Böylece insanoğlu bazen cum'a günü, cum'a namazı kılınan bir camide diğer günlerde namaza karşı duymadığı bir iştiyak hisseder. Bu iştiyakın halkın övmesini istemesinden dolayı ileri gelmesi mümkündür ve yine mümkündür ki halkın namaza karşı iştiyakından dolayı onun da iştiyakı kabarmış olsun. Halkın Allah'a yönelmesinden dolayı gafletinin ortadan kalkmasından ötürü bu şekilde aşka gelmiş olsun.

Bazen de bundan dolayı din duygusu harekete geçer. Onunla beraber nefsin halkın övmesini isteme meyli de olur. Bu bakımdan ne zaman kalbine galip gelenin dinin iradesi olduğunu anlarsa, başkasının bundan dolayı kendisini övmesini hissetmesinden ötürü ibâdeti terketmesi uygun düşmez. Uygun olan, böyle bir hissi hoş görmemesi ve ibâdetle meşgul olmasıdır. Böylece bir cemaat ağladığında o da onlara bakarak, riyadan değil de Allah korkusundan ağlayabilir. Eğer tek başına o konuşmayı dinlemiş olsaydı ağlamazdı. Fakat halkın ağlaması, onun kalbinin incelmesine tesir eder. Bazen de ağlaması gelmez, riyakârlıktan dolayı ağlamaklı bir vaziyet alır. Bazen de doğrulukla beraber ağlar; zira halkın ağladığı anda gözünden yaş akmadığından dolayı kalbinin katılaşmasından ötürü nefsinden korkar ve zoraki bir şekilde ağlamaklı bir hâl alır, böyle yapmak övülür bir durumdur. Böyle bir durumda doğru söylemenin alâmeti, nefsine şu hakikati arzetmesidir.
Eğer onların kendisini görmediği bir yerde durup ağlamalarını işitirse, acaba nefsinin katılaşmasından korkarak ağlamaklı bir hâl alacak mıdır veya almayacak mıdır? Eğer onların gözlerinden gizli olduğu zaman böyle bir durum vâki ol-mazsa bilinir ki, korkusu 'bu adam katı kalplidir' denmekten ileri geliyor. Bu takdirde ağlamaklı bir durum almayı terketmesi uygundur.

Lokman Hekim, oğluna 'Halka, sana ikram etsinler diye Allah'tan korktuğunu, kalbinin yalancı olduğu halde gösterme!' diye nasihat etmiştir.

Bağırmak, derinden nefes almak, Kur'an okurken veya zikir yaparken veya bazı hallerde inlemek de böyledir. Bazen doğruluk, üzüntü, korku, pişmanlık ve eseften doğar. Bazen de başkasının üzülmesini görmesinden, kalbinin katılığını müşahede etmesinden doğar. Bu takdirde derinden nefes almayı, inlemeyi, üzülür görünmeyi nefsine yükler. Böyle bir durum dinen övülen bir durumdur.

Bazen de bununla bu durumu istemesi beraber olur ki bu durum, kendisinin fazlasıyla üzüldüğüne delâlet etsin ve kendisi böyle bir sıfat ve nitelikte bilinmiş olsun. Eğer bu istek mücerred ise, riyanın ta kendisi olur. Eğer bu istek üzüntü isteğiyle beraber ise, şayet bu istekten men olup kabul etmeyi kerih görürse, ağlaması ve ağlamaklı görünmesi tehlikeden uzak kalır. Eğer bunu kabul eder, kalben buna meylederse, sevabı yanar, çalışması boşa gider ve Allah'ın kahrına müstehak olur.

Bazen inlemenin esası üzüntüden ileri gelir. Fakat kişi inlemeyi uzatır, sesini yükseltir. İşte bu fazlalık riyanın ta kendisidir ve bu fazlalık mahzurludur. Çünkü bunu başlangıçta sadece riyadan dolayı yapmak fikrindedir. Bazen de inlemesi, kulun beraberinde nefsine hâkim olmadığı bir şeyin korkusundan ileri gelir. Fakat bu sebebi, riya vesvesesi geçer ve kul da o riyayı kabul eder. Riya onu, sesini fazla hazin çıkarmaya veya fazla yükseltmeye veya Allah korkusundan akan gözyaşları görünsün diye yanaklarında durdurmaya dâvet eder. Fakat kişi o gözyaşlarının eserini yanaklarında riya için korur. Böylece bazen zikri dinler, korkudan kuvveti zayıflar, yere düşüverir. Sonra aklı gitmediği halde durumu şiddetli olmasına rağmen yere düştü denmesinden utanır. Artık yerde bağırıp çağırır. Zoraki bir şekilde tevbeye kapılır ki bakanlara bayılarak düştüğünü hissettirsin. Oysa baştaki düşüşü doğruluktan kaynaklanmıştı.

Bazen de aklı zail olarak yere düşer. Fakat süratle toparlanır. Nefsi 'Manevî durumu sabit ve devamlı değildir. Ancak çakan şimşek gibi bir durumdur' denmesinden korkar. Dolayısıyle bağırmayı, raksetmeyi devam ettirir ki durumunun devamlılığını göstermiş olsun!

Böylece bazen zayıflıktan sonra toparlanır. Fakat zayıflığı süratle bertaraf olmaz. 'Baygınlığı sıhhatli değildir. Eğer doğru olsaydı zafiyeti devam edecekti' denmesinden korkar. Dolayısıyle zayıflığını ve inlemesini göstermeye devam eder. Başkasına yaslanır. Ayağa kalkmaktan âciz düştüğünü göstermeye çalışır. Yürürken sağa sola yalpalar. Süratli yürüyüşten bitab düştüğünü göstermek için kısa adımlar atar.

İşte bütün bu durumlar, şeytanın hilelerinden ve nefsin aldatmacalarındandır. Bu durumlar kalbe geldiğinde bunların tedavisi şunu hatırlamaktır: Eğer insanlar iç âlemlerindeki bu tür münafıklığı bilmiş olsaydılar, iç âlemlerine muttali olsaydılar, muhakkak kendilerinden nefret ederlerdi. Oysa Allah kalbine muttalidir. Kalbinin bu pisliklere muttali olup nefret etmesinden daha fazla bu durumdan dolayı Allah kendisinden nefret eder.
Nitekim Zünnûn-i Mısrî dinlediği bir sözden dolayı kalktı bağırdı, onunla beraber başka bir ihtiyar da ayağa kalktı. Zünnun onda yapmacıklık eserini görünce ona dedi ki: 'Ey ihtiyar! Kalktığın zaman seni gören Allah'ı hatırla!' Bu söz üzerine şeyh yerine oturuverdi. Bütün bunlar münafıkların yaptıklarındandır.

Nifâkın korkusundan Allah'a sığının!88

Nifakın korkusu, kalbin korkmadığı halde âzaların korkmasıdır. İstiğfar etmek, Allah'ın azap ve gazabından Allah'a sığınmak da bu kabildendir; zira böyle yapmak bazen korkudan, günahı hatırlamak ve günahtan pişman olmaktan ileri gelir.


Bazen de riyakârlıktan ileri gelir, işte bunlar arka arkaya aralıklı ve yakın mesafelerde kalbin üzerine hücum eden vesveselerdir. Bunlar aralıklı olmalarına rağmen birbirlerine benzerler. O halde kalbine gelen her meselede kalbini kontrol et. Gelenin ne olduğunu düşün. Nereden geldiğini tedkik et. Eğer gelen Allah'ın rızası için ise kabul et. Fakat bununla beraber karıncanın izi gibi gizli olan riyanın herhangi bir şeyinin sana görünmesinden sakın!

İbâdetinden dahi endişe et! Acaba bu ibâdet makbul mü, değil mi bunu bir düşün! ibâdetteki ihlasın devam edip etmediğine dikkat etmelisin. İhlâs ile ibâdete başladıktan sonra halkın övmesi sebebiyle vesvese gelmesinden sakın; zira bu durum çok vâki olur. Böyle bir durum vâki olursa Allah'ın seni gördüğünü düşün. Bu durumdan dolayı senden nefret edeceğini aklından çıkarma. Hz, Eyyub ile mücadele eden üç kişiden birinin dediğini hatırla; zira o kişi dedi ki: "Ey Eyyub! Sen bilmez misin ki kulun nefsini kandırdığı açık durumu kaybolur. Kul ancak gizli durumları ile cezalandırılır'.

Seleften birinin şu sözünü de hatırla: 'Yarab! İnsanların senden korktuğumu gördükleri halde benden nefret etmenden sana sığınırım'.

Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelâbidin duasında şöyle derdi: 'Ey Allahım! Ben, gözlerin zâhirî bakışlarında görünür tarafın güzel görünmesinden, iç âlemimin çirkin olmasından sana sığınıyorum. Halkın bende gördüklerini koruduğum halde, senin muttali olduğunu zâyi ettiğim halde görünmekten sana sığınıyorum. Halka durumumun en güzelini gösteriyorum. Amelimin en kötüsünü gizlice sana gönderiyorum. Sevaplarımla halka yaklaştığım, günahlarımla onlardan kaçıp sana sığındığım halde bunu yapıyorum. Dolayısıyla azabın bana gerekli oluyor. Öfken benim için farz oluyor. Ey âlemlerin rabbi! Beni bundan koru!'

Hz. Eyyûb ile mücadele eden üç kişiden biri Hz. Eyyûb'a dedi ki: 'Ey Eyyûb! Bilmez misin, zâhirlerini koruyan, rahmandan ihtiyaçlarını talep ettikleri zaman gizliliklerini zâyi edenlerin yüzleri simsiyah kesilir'.
İşte riya âfetlerinin özü bunlardır. Bu bakımdan kul kalbini kontrol etmelidir ki bu âfetlere vâkıf olsun!

Riyanın yetmiş kapısı vardır.89

Anlaşıldı ki o kapıların bir kısmı diğer kısmından daha şiddetli ve muğlaktır. Hatta bazıları karıncanın izi gibi fark edilmezdir. Bazıları karıncanın izinden de daha gizlidir. Acaba karıncanın izinden de daha gizli olan nasıl idrak olunabilir? Ancak iyi tedkik ve kontrol edilirse o zaman durum değişir... Keşke insanoğlu var kuvvetiyle bunu bilmeye çalıştıktan sonra idrâk edebilseydi? Acaba kalbi teftiş etmeksizin nefsi imtihan ve hilelerini tedkik etmeksizin kul bunu idrâk etmeyi nasıl umabilir?
Allah'tan ihsan, kerem ve minnetiyle âfiyet talep ederiz.
___________
88) Beyhakî
89) Irâkî'ye göre bu hadiste riya değil ribâ kelimesi zikredilmiştir. 'Ribâ yetmiş babdır. En kolayı, günah bakımından kişinin annesiyle zina etmesi gibidir'. (İbn Mâce). Fakat Bezzar'ın 'Riba yetmiş küsûr şubedir. Şirk koşmak da onun gibidir' şeklinde rivayet ettiği hadis ise kelimenin ribâ değil, riya olduğuna delâlet eder. Çünkü riya şirk koşmakla eşit olur; ribâ değil. (İthaf'us-Saade, VIII/327)