ÖNSÖZ

Kur'an-ı Kerim'deki emir ve yasaklarla vaz ettiği şaşmaz ve şaşırtmaz ölçüler ile biz kullarının hidayeti bulmasını kolaylaştıran Allah Teâlâ'ya hamdü senalar olsun. Şayet bu ölçüler olmasaydı ne şekilde hareket edeceğimizi şaşırır, hakikati bilemez ve "hakyolu bulamazdık.

Açtığı nurlu çığır ile biz ümmetlerini hidayete ulaştıran kavlî ve fiili sünnetleri ile "dinî ölçüler"i ümmetlerine tefhim eden kâinatın yegane efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e salât-ü selâm; bu yolda yorulmadan yürüyen evlâd-ü ezvâcına, ashâb-ü ashârına ihtiramlar olsun. Bu câdde rehberlerinin hâl ve hareketlerinden haberdar olmasaydık, kalp-lerimiz kararır efkârımızı zulmetler istilâ ederdi.

Geçmişte ve zamanımızda dalâlet bataklığına saplanan şahıslar-dan bir çoğu vahiy ölçülerini ihmal ettiği, aklına dayanarak ahkâm üret-tiği ve bu tarz lâkaydiliklere alıştığı için fikrî perişanlıklardan kurtulama-mışlardır. Takip ettikleri metod ile Allah yolunun arasındaki fark, Allah ile kul arasındaki fark kadar büyük ve kıyas kabul etmez bir ayrılık arzetmektedir.

Bu yanlış usül ile itikadî meseleleri incelemeye kalkışan kimselerin zararları daha büyük olmakta, hem kendileri sapıtmakta hem de baş-kalarının dalâlete düşmesine sebep olmaktadırlar. Mazideki fikrî çal-kantılar; kuru akılcıların, mûtezile taifesinin, indiyye ve inâdiyye güru-hunun durumları, aynen veya değişik bir biçimde, günümüzde de müşahede olunmaktadır.

İslâmî ilimlerde ihtisas sahibi olmayan kimseler, bu sahadaki muğ-lak meselelerin içinden çıkamadığı zaman, "akla aykırıdır" damgası-nı vurup bir kenara itmektedirler. Felsefî usüllerle dinî hükümleri çöz-meye kalkışan bu kimseler, "benim mantığıma göre" noktasından hareket etmekte yalan-yanlış hükümler imâl etmektedirler.

Akla uygun gibi görünüp de şeriata aykırı düşen bu iddia ve davra-nışlar, ilim yolunun yegane vasıtasının akıl olduğunu zanneden sığ dü¬şünceli kimselerin havâîliklerinden kaynaklanmaktadır.

Dinî sahadaki muğlak meseleler, aklın eliyle değil, Allah Resûlü'nün dili ile çözülür ise hakikatler meydana çıkmış olur. Akıl, dinî mevzularda hüküm vaz etmeye mezun değil, Allah tarafından konulan ahkâmı anlamaya memurdur. Bu kıstası terk edip ahkâm üretmeye kalkmak, yanlış usüllerle doğruyu aramak olur. Aklın kendi başına ya-pabileceği işler olduğu gibi, müstakil hareket edemeyeceği meseleler de vardır. Akıl, teşriî salâhiyetle mücehhez değil, icrâî faaliyetlerle mü-kelleftir.

Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle hükme bağlanmış meseleler üze-rinde müctehidlerin ictihad yapmasına bile müsaade yoktur. "Kuru akılcılar"ın kuruntularına yol tamamen tıkalıdır. "İlim şehrinin kapısı" olarak tavsif ve taltif olunan Hz. Ali (r.a.)'nin "Şayet din(î hükümler) rey ve kanaatle (verilecek) olsaydı mestin altını mesih, üstünden evlâ olurdu. Ben, Resûlullah (s.a.v.)'i mestin üstüne mesh eder-ken gördüm."(1) sözü, bu yanlış davranışların aslî sebebini gün ışığı-na çıkarmaktadır. Dinî ölçüleri bırakarak, dilediği gibi hareket eden kimselerin işleri ya aşırılıkla mâlûl veya noksanlıkla mecruhtur. "Be-nim nasıl namaz kılar olduğumu gördünüzse öyle namaz kılın."(2)

hadis-i şerifi, keyfimize göre hareket etmeye set çeken bir uyarı olmak-tadır.

Dinler tarihi ibretle tetkik edilecek olursa fikrî dalâletlerin ve itikadî sapkınlıkların başlaması, semavî dinlerin emirlerine muhalefetle olmuş vahyin şaşmaz ve şaşırtmaz ölçülerinin terk edilmesi ile doruk noktası-na yükselmiştir. Semavî dinler, birbirini teyid ederek, halkı hak yoluna çağırdığı halde, felsefî meslekler birbirini tekzip ederek itikadî çöküntü-lere sebep olmuştur.

İnsanlığın kurtuluşu hangi esaslara bağlı ise, esirgeyenlerin en merhametlisi bulunan Rabbimiz, açık ve seçik olarak açıklamıştır. Âlemlere ve âdemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de gerekli uyarıları yapmış ve selâmet yollarını bir bir göstermiştir.

Muhterem okuyucu!

Elinde bulunan bu mütevazi kitap; yanlış yollara sapan kimselerin hakikati görmelerine, inançlarını veya amelî vazifelerini düzeltmeleri-ne, muğlak meselelerde doğru çözüm yapmalarına yardımcı olma dü-şüncesiyle kaleme alınan yazıların biraraya toplanmış olmasıyla mey-dana gelmiştir. Güvenilir kaynaklardan alınıp buket haline getirildikten sonra din kardeşlerimize takdim edilmiş bulunmaktadır.

Gayemiz, hak rızası için halka hakikatleri açıklamaktır. Hak ve ha-kikatler, ittibâ olunmaya daha lâyıktır. Tevfik ve inayet ancak Allah Teâlâ hazretlerindendir. Sözlerimizi İsmail Safâ bey'in şu beyitleri ile noktalamak isteriz:

Kur'ân ola hâl~ü harekâtında delilin, Ahkâmına gafil beşer, ahkâmına râm ol; Fermân-ı hakikattir o düstûr-ı celilin, Fermânına râm ol da zaferyâb-ı merâm ol.


(1) Ebû Davud, c.1, sh.42.
(2) Buhârî, c.1, sh. 155