Kazanılması zor imtihan!

Zenginlik, refah seviyesinin zirvede olması, herkesin arzu ettiği bir
şey. İnsanoğlu hep bunun hayali ile yaşar. İnsanın hayatta kalabilmesi,
topluma hizmet edebilmesi için zengiliklik çok faydalıdır. Ancak, kontrol
elden kaçtığında faydalı olduğu kadar da zararlıdır. Nice insanları hatta
devletleri, milletleri, medeniyetleri, cemaatleri yok edip bitiren de bu refah
seviyesidir. Bundan kurtulan çok az insan yine çok az medeniyet vardır.
Kazanılması çok zor bir imtihan bu.
Koskoca Bizans’ı, altı asırlık Osmanlı’yı yıkan refah seviyesinin
yüksekliğidir. İnsan her istediğini ele geçirince, şevk kalmıyor; rehavet,
gevşek başlıyor. Bu da çöküşün başlangıcıdır. Osmanlının sanayi devrimini
yakalayamayıp çöküşe geçmesinin sebebi budur.
Zenginliğin verdiği, ihtiyaçsızlık insanı azdırıyor. İdaelleri yok ediyor,
yanlış yollara isyana, kibre gurura sevkediyor. Kendisinden başkasını
düşünemez hale getiriyor. İnançları da sarsıyor; kural tanımaz hale geliyor
insan. İnsanı nimete nankörlüğe sürüklüyor. Tarihte bunun örnekleri çoktur.
Kur’an-ı kerimde de bununla ilgili “Karûn” kıssası vardır. Zamanımızda
zenginliğin azgın sularına kendini kaptırmış kimseler için çok ibretli bir
kıssadır bu:
Kârun, Mûsâ aleyhisselâmın akrabâsı idi. Önceleri fakir ve güzel huylu
idi. Mûsâ aleyhisselâm, buna duâ etti ve kendisine kimya ilmini öğretti.
Mûsâ aleyhisselâma îmân ettikten sonra, kendisini tamamen ilme ve
ibâdete verdi. Hazret-i Mûsâ ve hazret-i Hârûn'dan sonra İsrâiloğullarının
en bilgilisi idi. Yüz güzelliği fevkalâde idi. Bunun için kendisine "Nûr Yüzlü"
derlerdi.
Kırk sene dağda kendi başına ibâdet etti. İnsanlar arasına çokmadı.
Şeytan insan kılığına girip, bunun yanına gitti. Onunla beraber o da ibâdet
etmeğe başladı. Hattâ ibâdette, Kârun'u geçti. Kârûn, buna imrenip hürmet
etmeğe başladı. birgün şeytan Kârûn'a, “Ey Kârun! Böyle ibâdet yapmakla
iyi mi yapıyoruz sanki? İsrâiloğullarının hastalarını ziyâret edemiyoruz,
onların cenâzelerinde bulunamıyoruz. Bunun için dağda bulunmamız uygun
olmaz” dedi.
Bu bahâne ile, onu insanların arasına indirdi. Halk bunlara yemek
getiriyor, bunlar devamlı ibâdetle meşgûl oluyorlardı. Birgün şeytan, “Bu
yaptığımız uygun değildir. Başkalarına yük oluyoruz. Sadece Cum'a günleri
çalışıp, rızkımızı çıkararak diğer günler ibâdet edelim” dedi. Öyle yaptılar.
Fakat bir müddet sonra da, “Bir gün çalışıp, bir gün ibâdet edelim. Fazla
kazancımızı da fakirlere sadaka olarak veririz, sevaba gireriz” dedi.
Böylece şeytan, Kârûn'u dünya malına karşı teşvîk etti. Kârun bildiği
kimya ilmini de kullanarak, kısa zamanda zengin oldu. O kadar çok zengin
oldu ki, zenginliği dillere destan oldu. İbadeti bırakıp kendini tamamen
Page 89
dünyaya verdi. Sayısız hazînelere kavuştu. Hazînelerinin anahtarlarını, kırk
katır taşırdı.
Kârûn zengin olunca, eski güzel huyu da kalmadı. Zulüm ve haksızlık
yapmaya başladı. Hattâ, kendisine ilim öğreten Mûsâ aleyhisselâma bile
karşı gelip, O'nun çalışmalarına engel olmaya, O'nun hakkında dedi-kodu
yapmaya, mu'cizelerine sihir demeye başladı.
Kur'ân-ı kerîmde, Kârûn'dan şöyle bahsedilmektedir: “Kârun Mûsâ'nın
"aleyhisselâm" kavmindendi. Fakat o, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona,
anahtarlarını taşımakta bile, güçlü kuvvetli bir cemâate ağır gelen hazîneler
verdik. O vakit kavmi ona şöyle dediler "Dünya malı ile şımarma! Çünkü
Allahü teâlâ dünya malı ile şımaranları sevmez.”
Kârûn, mü'minlerin yaptığı nasîhatleri kabûl etmedi. Allahü teâlânın
verdiği nimetlere karşı nankörlüğünü gün geçtikçe artırmaya başladı. Âyet-i
kerîmede bildirildiği gibi, “Bu servet bana ancak bende olan ilim
mukabilinde verilmiştir, dedi.” Kasas sûresinde, meâlen buyuruldu ki:
“Kârûn'un zînet ve ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya
hayatını arzû edenler, "Ne olurdu, Kârûn'a verilenler gibi bizim de olsaydı.
O hakîkatten büyük nasîb sahibidir." dediler.” Hâlbuki, Kârun'a verilenler,
onun helâkına sebep oldu.



Para, zenginlik çok kimseyi değiştirdiği gibi, Karun’u da değiştirdi.
Hem de ne değişiklik. İlk işi velinimeti Musa aleyhisselama muhalefet
etmek oldu. Altından bir ev yaptırıp, burada ziyâfetler vererek, kendine
taraftar toplamaya başladı. Şeytanın rehberliğine ihtiyacı da kalmamıştı
artık. Çünkü kendisi şeytan olmuştu.
Mûsâ aleyhisselâm, kendisine nasîhat ederek, bundan vazgeçmesini
istedi. Daha sonra, mü'minlere zekât farz edilince, Mûsâ aleyhisselâm,
Kârûn'a ne oranda zekât vereceğini bildirdi.
Kârûn bunu çok fazla gördü. Bunu vermek nefsine ağır geldi.
Taraftarlarına, “Mûsâ'nın her istediğini yerine getirdiniz. Fakat, şimdi
görüyorsunuz ki, kendine mal toplamak istiyor. Buna da mı itâ'at
edeceksiniz?” dedi.
Yaltakçıları, “Sen bizim büyüğümüzsün, nasıl istersen öyle yaparız.”
deyince, “Filân yerde fâhişe bir kadın var, onu buraya getirin!” dedi. İstediği
kadın getirildi. Kadına, bin altın vererek, yarın halkın huzûrunda, "Hazret-i
Mûsâ benimle zinâ etti" diyeceksin, diye tenbih etti. Kadın kabul etti.
Ertesi gün, halk toplandı. Merakla kadının ne diyeceğini bekliyorlardı.
Kadın ortaya çıkıp,” Hayır Kârûn yalan söylüyor. Benimle zinâ yapan
kendisidir. Bunu söylememem için, çok altın verdi.” dedi.
Bu sözleri işiten Kârûn şaşırdı. Ne yapacağını bilemedi. Mûsâ
aleyhisselâm, secdeye varıp:” Yâ Rabbî, artık bunun cezâsını ver!” diye
niyâzda bulundu. Sonra kavmine dönüp, “ Ey kavmim! Allahü teâlâ beni,
Fir'avn'a karşı gönderdiği gibi, Kârûn'a karşı da gönderdi. O artık açıkça
Page 90
Allahü teâlâya karşı gelmektedir. Herkes yerini alsın. İsteyen onun yanında,
isteyen benim yanımda kalsın” buyurdu. İki kişi hâriç, herkes ondan ayrılıp
Mûsâ aleyhisselâma tâbi' oldular.
Mûsâ aleyhisselâm, Kârûn ve yanındakilerin toprak tarafından yutulup
helâk olmaları için üç defa duâ etti. Duâsı kabûl oldu. Kârûn ve
yanındakiler, önce beldelerine kadar, sonra boyunlarına kadar toprağa
gömüldüler en sonunda toprak onları tamamen yuttu. Böylece yerin dibine
geçerek, Kârûn ve yanındakilerden hiçbir eser kalmadı.
İsrâil oğullarından, bazıları, "Hazret-i Mûsâ, Kârûn'un mallarını elinden
almak için, yerin dibine batırdı." diye dedikodu yaptılar. Bunun üzerine
Mûsâ aleyhisselâm, "Yâ Rabbî, Kârûn'un, evini, mallarını ve hazînelerini de
yere batır" dedi. Bütün malları, hazîneleri de yere battı. Bu durum Kur'ân-ı
kerîmde şöyle geçmektedir:” Nihâyet biz onu ve sarayını yere geçiriverdik.
Artık Allahü teâlânın azâbından onu kurtarmaya yardım edecek hiçbir
cemâati de yoktu. Kendisi de o azâbı men etmeye kâdir değildi.”
Kârûn, helâk olunca, Mûsâ aleyhisselâma inandıkları hâlde Kârûn'un
zenginliğine imrenen kimseler, yaptıklarına pişman oldular. Kasas
sûresinde bu husûsta buyuruluyor ki:
“Dün onun mal ve saltanatını temennî edenler, "Vay demek ki, Allahü
tâlâ dilediği kimsenin rızkını genişletiyor ve daraltıyor. Eğer Allahü teâlâ
bize lutfetmeseydi, bizi de yere batırmıştı. Vay, demek hakîkat şu ki, kâfirler
asla kurtulamıyacak" demeye başladılar.”
Bu kıssadan dolayı, dilimizde, “ Karun gibi adam” sözü meşhur
olmuştur. Bu kimseler, fakirlere, çaresizlere yardım nedir bilmezler;
varlıklarını başkalarını ezmede, kendilerine kul köle etmede kullanırlar.
Acıma, merhamet gibi kelimeler bunların lugatında yoktur. Bunlar,
insanların çaresizliklerinden, çektikleri acılardan zevk alırlar.
Halbuki, dünya malı ile şımarmak ve dünyaya gönül vermek, ona
sımsıkı sarılmak, insanı âhıretten alıkoyar. Dünyada da ahırette de insanı
zelil eder. Dünya malı ve zevkleri geçicidir. Kısa zamanda hepsi yok olur.
Dünyadan çok kısa zamanda ayrılacağını bilen kimse, kalbine dünya
sevgisi sokmaz. Malın hakîkî sahibi Allahü teâlâdır. Zenginler, O'nun
vekîlleri, memurlarıdır. Memur, emredileni yapmakla mükelleftir. Emredildiği
gibi haret etmezse, Karun misali dünyası da ahıreti de kararır!

Konular