Kadın üzerinden İslam’ı vurmaya kalkışmak

SAMİ HOCAOĞÜLU
09/03/2007

8 Mart Kadınlar Günü, kadına verilmiş bir rüşvettir. Mütecavizin, tecavüz mağduresine taktığı takı (!) hükmündedir. Vahşi kapitalizm kadını önce sömürmüş ve metalaştırmış, sonra da sus payı vermiştir. Delil isteyen, 8 Mart 1857de New York’ta ne olmuş ona baksın.

Kadına gün ihdas ederek “cinsiyetçilik” yapan mantık, kadını peşinen “Dünyanın Kandıralısı” ilan etmiştir. Anlayacağınız, “Bölük dur! Kandıralı, sen de dur!” hesabı. Kadına karşı en büyük ayrımcılık, kadını insan türü içinden çekip çıkararak ayrı bir kategori gibi sunan modern yaklaşımdır. Bu zevkperestliğe ve değersizleşmeye dayalı modernizmin, kadını “şehvet nesnesi” haline getirme sürecinin bir parçasıdır.

Tesettürlü Müslüman kadına “kamusal alan” işkencesi yapan akıl, kadını “kamu malına” dönüştürmeye çalışan aklın ta kendisidir. Bu akıl, İslam’ı kadın üzerinden vurma çabasındadır. Bu şeytani bir hokus-pokustur.

Oysaki Kur’an, “cinsiyet” değil “insiyet” (insanlık) merkezli bir dil kullanır. Karşılıklı hak ve sorumlulukları hatırlatır: “Erkeğin kadın üzerinde hakları olduğu gibi, kadının da erkek üzerinde hakları vardır” der. İyi davranışlara verilecek ödüllerin zikredildiği bir ayette “Kadın olsun erkek olsun, fark etmez” denilir ve eklenir: “Siz birbirinizdensiniz”. Ba’dukum min ba’d şeklindeki bu kalıp ifade, “ancak bir araya gelince bir bütün oluşturan iki yarımın, birinin diğerine kategorik üstünlüğünü reddeden” bir ifadedir.

Kur’an’da kadının kavramsal çerçevesi de, yukarıdaki genel hükümleri tasdik eder.

Kur’an kadını nisa’ olarak anar. İbn Abbas’a göre bu kök “insan” kelimesinin üretildiği köktür. Yani kadın “insan türünün temelidir”. Yine mer’e olarak anar. “Kişi”, “kişioğlu”, “insanoğlu” anlamına gelen mer’ köküne nisbet edilir. “Zevc” olarak anar. Bu kelime kadını da erkeği de ifade eder. Büyük lügatler, bu kelimeye örnek olarak zevcâ na’lin cümlesini kullanırlar: “Bir çift ayakkabının teki”. Bu örnek cümle sağ teki veya sol teki değil, her ikisini de ayrı ayrı ifade eder.

Erkek ve kadının ontolojik üstünlük iddialarına verilmiş bir cevap gibidir bu etimoloji. Bu cevabı biz şöyle de okuyabiliriz: Ey “Erkek mi üstün, kadın mı?” gibi boş işlerle oyalanan şaşkın! Erkekle kadın bir çift ayakkabıya benzer. Eştir, hatta eşittir, ama asla “aynı” değildir. İsteyen, ayağındaki kundurayı ters giysin. O zaman anlar abes iş işlediğini. “Nasılsa aynıdır” diye kundurasının sağını sola solunu sağa giyen, hem ayakkabıya hem ayağa zulmetmiş olur.

Kur’an’ın savaş mağdurlarının mağduriyetini gidermek için özel şartlarda izin verdiği, hatta teşvik ettiği “çok evlilik”, libidonun kulu olmuş şehvetperestlerin anladığından çok farklı bir hakikate sahiptir. Zinayı hayat tarzı haline getirmiş bir kafa ile bu hakikat anlaşılamaz.

Hakeza, cahil cühelanın elinde İslam’ın pak alnına çalınacak bir kara olarak görülen kadının mirası bahsi de öyle. Cahiliyye dönemi standartlarına göre kadın mirastan hiç pay alamazdı. Muhammedi davet (İslam’ın tarihi insanlıkla yaşıt olduğu ve İslam Hz. Muhammed ile başlamadığı için bu tabiri kullanıyorum) öncesinde, babanın malı büyük oğula kalır, o yoksa amcalar arasında paylaştırılırdı.

Kur’an vahyi ilk defa kadına mirastan pay ayırdı. Bu, erkeğe ayrılan payın yarısı idi (4:11). Bu yarım pay dahi, henüz vahyi tam sindirememiş bazıları tarafından gönülsüz karşılandı. “Bizimle savaşa mı gidiyorlar ki mirastan pay alacaklar?” diyenler bile oldu. Tüm gelir kaynaklarının “savaş - ticaret – miras” gibi üç alana münhasır olduğu, bu üç alana da erkeklerin hâkim olduğu bir sosyal yapıda, bu anlaşılabilir bir durum.

Fakat “vahyin teşri yönü” açık. Sanki önceden kadına erkekle aynı oran veriliyormuş da, Kur’an bunu yarıya indirmiş gibi. Ama bu haksızlık. Kur’an hiç almayan kadına erkekten kestiği yarıyı vererek süreci başlattı. Vahyin teşri yönü dediğim bu. Şimdi soru şu: Kur’an’ın erkek ve kadın için koyduğu ½ oranı haddi mutlak mıdır, haddi mukayyet midir?

Bu sualin cevabı, bu hükmün “illete mebni bir hüküm” olup olmadığına bağlı olarak değişir. Eğer bu hüküm illete mebni değilse, oran “haddi mutlak”tır, hiçbir hal ve şartta değişmez. Eğer illete mebni hükümse, genel kural gereği illeti değişince malul/hüküm de değişir.

Allahu a’lem, bizce bu oran illete mebnidir. Zira miras hukukunda maksat “hakkın tahakkuku” ve “adaletin ifası”dır. Miras hukukunu beyan eden 4:11-12. ayetlerde mirasın “vasiyetten arta kalandan” yapılması vurgulandığı halde Allah Rasulü’nün “Artık varise vasiyet yoktur” sözünü de, Ömer b. Abdülaziz dahil bir çok müçtehidin dede yetimine varislerin iznine bakılmaksızın “zorunlu vasiyet” (el-vasiyyetu’l-vacibe) uygulamasını da, “maksada riayet” bağlamında anlamak icap eder.

Bizce hükmün illeti, aynı surenin 32. ayetindeki “iktisab” (kazanç)tır. Orada erkeğin de kadının da kazandıklarından kendilerine pay olduğu vurgulanmıştır. Dolayısıyla, kadının erkeğe nisbetle ½ olan hakkı “haddi mutlak” değil, “haddi edna”dır (en aşağı had); fakat “haddi a’la” (en yüksek had) değildir. Allah, en doğrusunu bilir.

Bunlara neden mi değindik? Kadın üzerinden İslam’ı vurmak istismardır da, ondan.


Konular