Namazın Huzurla, Huşuyla Kılınması, Allahın el-Azîmu, el-Aliyyu (A’lâ) İsimler

Namazın Huzurla, Huşuyla Kılınması, Allahın el-Azîmu, el-Aliyyu (A’lâ) İsimleri

A. İftitah Tekbiri:
İftitah tekbiri, namaza başlarken söylenen ‘Allahu Ekber (Allah en büyüktür) sözüdür. Bu söz, insana ölüm gibi tesir etmelidir. Nasıl ölen kişinin dünya ile bağlantısı kalmazsa bu tekbir de namaz kılan kişiyi öyle dünya ile alakalı her şeyden kesmeli, Allah’ın (c.c.) huzuruna çıkarmalıdır. Zaten tekbir sırasında yapılan ellerin kulak hizasına kaldırılıp indirilmesi bu dünya ile alakanın kesilmesinin jestidir, vücut dilidir. Bu hareketi yaparken duygu ve düşüncesini de yaşamak gerekir. Bu tekbiri Allah aşkı için şehit olmak isteyen bir insanın serden geçliği, kararlığı ve coşkusu ile çeken bir insanın namazı Allah’ın izni ile huzurlu ve huşulu geçer. Çünkü dünya dışarıda değil insanın iç dünyasındadır. Dünya nefsidir. Namazın başı iyi olursa namaz o istikamette gider. Onun için bu tekbiri çekme biçimi, o sırada içerisinde bulunacağımız ruh hali çok önemlidir. Tekbiri çekmeden önce, birkaç saniye de olsa, o coşku ve huşuya insanın kendisini hazırlaması gerekir. Bunun için insanın kendisinin Allah yolunda şehit olduğunu hayal etmesi büyük bir yarar sağlayabilir. Rükünler arasında çekilen tekbirler de nefse iftitah tekbirindeki yaşanan halleri anımsatmalıdır. Çünkü nefis çok çabuk unutur, ona daima bunu hatırlatmak gerekir.

B. Kıyam:
Namazı bütün melekelerimizle (duygu, düşünce, hayal, coşku) yaşamamız gerekir. Birinde yaşanan bir boşluk nefsin ve şeytanların harekete geçerek namazı ifsat etmelerine neden olabilir. Namaz yaşamımızdan bir andır. Bir yaşantı sürecidir. Belli hareketlerin yapıldığı, surelerin ve duaların okunduğu, zikirlerin çekildiği, kısacası anlamlı işlerin yapıldığı bir yaşam dilimidir. Namazda zamanın insanın tüm melekelerine hitap edilecek şekilde dolu dolu yaşanması gerekir.

Namaz kılarken arka planında Allah’ın (c.c.) razı olacağı bazı hayaller fon olarak kullanılırsa namaz daha feyizli ve bereketli olur. Ayrıca bunlar güzel düşünceler, duygular, coşkular oluşturacağı için namaz daha zevkli geçecektir. İnsanlar namazdan daha büyük bir haz alacaklardır. Aksi taktirde namazdaki boşlukları nefis ve şeytanlar doldurur ki, o zaman namaz istenilen nitelikte ve kalitede olmaz. Huşudan ve ruhtan yoksun olur.

Namazın sırrı, anlamı, huşusu, Allah (c.c.) karşısında olma, yani huzurda bulunma düşünce ve duygusunda gizlidir. Hadiste buna ihsan hali denmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed Alehisselam, ihsanı şöyle tarif etmişlerdir: ‘İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Zira sen O’nu görmezsen de O seni görmektedir.’ Namazda, namazın bütün rükünlerinde ihsan haline ulaşmak, bu hali yaşamak bir gaye olmalıdır. Namazı Allah’ın (c.c.) karşısında, huzurunda kıldığımız düşünce ve duygusunu yaşadığımız anda namazda huşuyu da elde ederiz. Namazda huşu ise büyük bir devlettir, çok büyük bir nimettir. Şu ayet-i kerime bu büyük müjdeyi içerir: ‘Muhakkak ki namazlarında huşuya eren müminler, kurtuluşa ermişlerdir. (Mü’minun suresi, ayet 1,2)’

Namaz bütün varlıkların ibadetlerini kendisinde toplamıştır. Her varlık, namazın bir rüknündeki bir lisan-ı halle Allah’a (c.c.) ibadet etmektedir. Cansız sanılan maddenin en küçük parçaları olan atomların elementleri durumunda bulunan elektronlarının çekirdekleri etrafındaki akıl almaz hızla dönüşleri, Allah’a (c.c.) karşı kendi lisan-ı halleri ile bir ibadettir. Yine makro âlemde gezegenler, yıldızlar çeşitli hareketleri ile adeta namazda kıyam rüknünde olan birisi gibidirler. Kıyamda ayakta durulduğu gibi bu varlıklar da gerek kendi ekseni etrafında gerekse birbirlerinin çevresinde yaptıkları hareketleri ile dengede durmaktadırlar, yıkılmamaktadırlar.

Namazda kıyamda iken cemaat duygusunu daima canlı tutmak gerekir. Zira bilindiği üzere cemaatle kılınan namaz ferdi kılınanına göre 27 kat daha faziletlidir. Bütün madde âleminin de söz konusu hareketleri ile bizimle birlikte Rabb’imizin huzurunda kıyamda durduğunu düşünmek ve hayal etmek namazımızı daha faziletli ve huşulu kılar. Ayrıca gökyüzünde mutat ibadetleri gereği sürekli kıyam halinde olan, sayısını ancak Allah’ın bildiği meleklerin varlığı da hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. Bunları da kıyam cemaatine katmak namazımızı daha faziletli ve huşulu kılar.

Namazı Allah’ın karşısında, huzurunda kılma duygusu ile birlikte namazda cansız varlıklarla, meleklerle birlikte kıyamda durduğumuzu hayal etmemiz, vesveselerin, dünya düşüncelerinin de yolunu keser.

Namazı kılarken feyz kaynağı Kabe’nin karşısında olduğumuzu da unutmamız gerekir.

C. Kıraat (Kuran-ı Kerim’den Sure Okuma):
Namazın kıyamında okunan Fatiha suresinin anlamını tefekkür etmekten ziyade ruhuna uygun okumak gerekir. Fatiha, mana olarak Kuran-ı Kerim’i kapsamına alan, hacmi küçük ama kendisi büyük olan bir suredir. Tefsirler faziletlerini anlatmakla bitiremezler. Bu sure namazın her rekâtında okunmak zorundadır. Hadis-i şerifler bunsuz namazın olmayacağını beyan buyuruyor. Fatiha’nın ruhunu ancak bu konuda varit olan hadis- şerifleri okuyarak kavrayabiliriz. Ayrıca namazlarımızda bu kadar çok okuduğumuz bir sureyi tefsir kitaplarından da açıklamalarını öğrenmek akıllı kişilerin harcıdır. Fatiha’nın ruhunu kısaca şöyle özetleyebiliriz: İlk üç ayetinde Rabb’imizi hamd ettiğimizi ve övdüğümüzü (1. Elhamdü lillahi Rabil-âlemin. 2. Er-rahmanirrahim. 3. Maliki yevmiddin. 1. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. 2. O acıyan ve esirgeyendir. 3. Din (kıyamet) gününün sahibidir. ), dördüncü ayette Allah ile bir sözleşme imzaladığımızı (4. İyyake na’budü ve iyyake nesta’in 4. Ancak Sana ibadet eder, ancak Sen’den yardım isteriz), beşinci ve altıncı ayetlerde (5. İhdinessıratel mustakim. 6. Sıratellezine en’amte aleyhim ğayrilmağdubi aleyhim ve leddallin 5. Bizi doğru yola ilet. 6. Nimet verdiğin kimselerin yoluna, üzerlerine gazap inenlerin (Yahudilerin) ve sapkınların (Hıristiyanların) yollarına değil. ) hayat felsefemizin, ideolojimizin, hayat tarzımızın kısacası dinimizin Allah’ın rızası istikametinde tecellisi için yaptığımız bu dua demetinin sözleşmeyi yerine getirdiğimiz sürece Allah tarafından kabul edildiği, böyle bir duayı Allah’ın reddetmediği konusunda ümitli olmayı düşünmeliyiz.

D. Rüku, el-Azîmu (ululuk, yücelik sahibi) Güzel İsmi :
Namazda bilindiği üzere rükûda en az üç kere “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm (Rabb’in el-Azîm güzel ismi eksiklik ve kusurdan uzaktır)” tespihi çekilir. Bu tespihi rükûlarda ne kadar çok söylersek namaz o kadar çok feyizli, bereketli ve huşulu olur. Mutasavvıflar çeşitli vesilelerle hayvanların büyük ekseriyetinin duruşları itibari ile rükû halinde olduklarına dikkat çeker. Ayrıca gökyüzünde mutat ibadetleri gereği sürekli rükû halinde olan, sayısını ancak Allah’ın bildiği meleklerin varlığı da hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. Bizler kıldığımız namazlarda rükû sırasında bütün bu varlıkları tahayyül edip onlarla beraber bir cemaat duygusu ile rükûlarımıza bir derinlik ve anlam katarsak namazlarımız daha bir faziletli olur ve huşu kazanır.

Allah’ın (c.c.) yüceliğini, ululuğunu kavramak olanaksızdır. Bunu ancak zıddıyla veya çeşitli karşılaştırmalarla anlayabiliriz.

Ulu, yüce kavramlarının zıddı küçük ve basittir.

Evren o kadar geniştir ki, içerisinde dünya yaratılalı beri henüz ışığı bize ulaşamamış yıldızlar bulunmaktadır. Evrenin bu genişliği ile insanın sınırlı kavrayışı karşılaştırıldığında Allah’a (c.c.) izafe edilen yücelik, ululuk kavramları az çok anlaşılabilir. Oysa Allah (c.c.) henüz dünya yaratılalı beri bize yıldızlarının ışığı ulaşamamış bu evrenin değil mahiyetlerini bilemeyeceğimiz sınırsız sayıdaki evrenlerin yaratıcısıdır. Bu durumda O’nun yüceliğini, ululuğunu (el-Azîm oluşunu) evrenlerle bile karşılaştırmak, sınırlandırmak büyük bir günahtır.

Allah’ın (c.c.) kudretinin genişliğini anlamak imkânsızdır. Allah’ın (c.c.) zatının genişliğini de düşünemeyiz. Çünkü Allah (c.c.) madde ve madde cinsinden bir şey değildir. Bu güzel isim O’nun güç ve kudretini nitelemektedir. O’nun kudretinin genişliğini, bir ülke yöneticisinin sıradan bir vatandaşa göre devleti yönetmede sahip olduğu geniş olanaklarla karşılaştırarak kısmen de olsa anlamaya çalışabiliriz.

Namazlarda her rükûda en az üç kere tekrar edilen “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm (Rabb’in el-Azîm güzel ismi eksiklik ve kusurdan uzaktır)” tespihindeki el-Azîm güzel ismindeki sır nedir?

Namazda rükû sırasında Allah’a (c.c.) tazimde bulunulur. Tazim saygı, hayranlık, korku, övgü, minnettarlık, itaat ve bağlılık gibi kavramları içerir. Hâlbuki günlük yaşamda çeşitli ihtiyaçlarımız ve sıkıntılarımız giderilirken biz insanlara karşı bu duyguları yaşarız. Sanki manevi olarak onların önünde eğiliriz. Böylelikle Allah’a (c.c.) gösterilmesi gereken tazimi yaratıklara sergileriz. Bu durum adeta gafletle şirke düşmektir. Oysa el-Azîm güzel ismi ile tazimi sadece Allah (c.c.) hak etmektedir. Çünkü güç, kudret ve övgü (hamd) sadece Allah’a (c.c.) mahsustur. Gerçi ilgili duyguların insanlara karşı belli bir derecede duyulması gayet doğaldır. Ama ne zaman ki insanların ihtiyaçlarımızı ve sıkıntılarımızı gidermede birer vesile olduğu ve hakiki yapan/edenin Allah (c.c.) olduğu gerçeği unutulur veya görmezden gelinirse sözünü ettiğimiz gizli şirk gerçekleşir. Yine de insan, günlük yaşamının monoton doğal akışı, gürültüsü, gafleti içerisinde böyle durumlarda Allah’ı (c.c.) pek az anımsamaktadır. İşte rükûda kul hem sergilediği beden diliyle hem de Allah’ın (c.c.) el-Azîm güzel ismini eksiklik ve kusurdan tenzih ederek her ihtiyacını ve sıkıntısını O’nun giderdiğini ve O’nun gücünün ve kudretinin her şeye yettiğini, geniş olduğunu belirtmekte; saygı, hayranlık, korku, övgü, minnettarlık, itaat ve bağlılık gibi duygularla O’nu yüceltmektedir. Böylece üzerindeki bu tür gizli şirk pisliklerini temizlemekte, Allah’a (c.c.) kullukta makam kazanmaktadır. Yine bu sayede üzerindeki nimetlerle içerine düştüğü gizli şirkten, kula kul olmaktan kurtularak dünya hayatında da gerçek özgürlüğe erişmektedir.

El-Azîm güzel ismi ile kula düşen görev şudur: Namazlarını kılan bir Müslüman el-Azîm güzel ismini bir günde en az 120 kez zikretmektedir. Bu durum bu güzel ismin namaz dışında da zikredilmesinin önemini göstermeye yeter.

Rükûdan doğrulurken zikredilen ‘Semiallahü limen hamideh’ (Allah kendisine hamd edenleri işitir.), nefsin aklına ve anlayışına uygun söylenmiştir. Bunun nedeni nefse bir itminanlık ve güven duygusu kazandırmak içindir. Zira müminin anlayışı işitmenin ötesindedir. Ama nefis işitmeye ve yapmaya önem verir. İşitilen ve yapılan şeylere dikkat eder. Zekâsı ve anlayışı kıttır. Müminin anlayışında Allah (c.c.) kalpte geçenleri ezelde bilmektedir, biçimindedir. Ama rükûda iki büklüm olan, ezilen nefse mükâfat babında bu zikir, onun anlayışına ve zekâsına uygun olarak tesir ettirilmeye çalışılır. Tam doğrulduğunda ise bu zikir kesin bir ifade ile daha saf ve yalın olarak nefse yine zikrettirilir: ‘Rabbena lekel-hamd’ (Hamd (övgü dolu şükür) Rabbimiz içindir.). Bu sefer sadece nefs değil ruh da hissesini alır. Çünkü ruh, nefisten daha anlayışlı ve imanlıdır. Hamdin Allah’a mahsus olması dile getirilince ruh coşar. Ümitlenir. Kapına sığmaz olur. Artık bundan sonra kulun gafletinin ve günahlarının affı için kendisini Allah’ın huzurunda yere kapanmasına, secde etmesine sıra gelir.

E. Secde, el-Aliyyu, el-A’lâ (varlıkların nitelik ve niceliği ile karşılaştırılması doğru olamayan Allah’ın [c.c.] kudretinin ve zatının yüksekliği) Güzel İsimleri:

Namazda bilindiği üzere secdede en az üç kere “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ (Rabb’in el-A’lâ güzel ismi eksiklik ve kusurdan uzaktır)” tespihi çekilir. Bu tespihi secdelerde ne kadar çok söylersek namaz o kadar çok feyizli, bereketli ve huşulu olur. Mutasavvıflar çeşitli vesilelerle bitkilerin duruşları itibari ile secde halinde olduklarına dikkat çeker. Bitkilerin başı topraktaki kökleridir. Ayrıca gökyüzünde mutat ibadetleri gereği sürekli secde halinde olan, sayısını ancak Allah’ın bildiği meleklerin varlığı da hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. Bizler de kıldığımız namazlarda secde sırasında bütün bu varlıkları tahayyül edip onlarla beraber bir cemaat duygusu ile secdelerimize bir derinlik ve anlam katarsak namazlarımız daha bir faziletli olur ve huşu kazanır.

Konular