peygamberlik liyakate dayalı ilahi bir ihsandır(önce dua)

Ey bütün varlık ve varlık ötesi elinde bulunan.. ey hayat sahibi Hayy.. ey varlığının asla bir başlangıcı olmayan Kadîm.. ey kendisi için ölüm katiyen söz konusu olmayan Bâkî! İhtiyaçlarımızı gider..
Bize lütfunla muamelede bulun.. başımızdaki bütün belaları def eyle.. bizim yanımızda ol, aleyhimizde olma.. bizi dînî ve dünyevî musibetlerden koru.. dünyayı en büyük derdimiz, tasamız ve kendisi için en fazla gayreti sarf ettiğimiz bir meta kılma...

Peygamberlik liyakate dayalı ilahi bir ihsandır

Bir arı kovanının ana arıya ihtiyacı olduğu gibi beşer de peygambere muhtaçtır. Peygamber olmadan beşer ne ferdî, ne ailevî ne de içtimâî hayatını anlamlı kılamaz. Zira peygamber özel donanımlı bir insan olarak insanların Allah yolunda rehberi, Allah'ın da insanlara karşı elçisidir.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bizim önümüzde Hakk'a götüren bir rehberdir. O, bize Hakk'a vasıl olma âdap ve erkânını göstererek yürüdüğü yolu, yürüyeceğimiz şehrah haline getirdiği gibi aynı zamanda, murad-ı ilahiyi bize intikal ettirmek üzere de Allah'ın bir Resûlü'dür. Kulluğu itibarıyla içimizden çıkar Hakk'a gider, elçiliği itibarıyla da Hak'tan döner, Hak ile halkı bir eder. Halkın içinde bulunur fakat Hak'la beraber olur.
Her fıtrat, ancak çok safî ruhlarda olabilecek bu durumu ihraz edemez. Ayet-i kerimenin ifadesiyle Allah, meleklerden de insanlardan da bir kısım pak ve nezih kimseler ıstıfa eder, seçer ve onları önemli bir misyon için ihtiyar buyurur. (Bkz. Hac Suresi, 22/75) Nübüvvet iktisab (kazanılarak elde) edilmez, o Allah tarafından bir mevhibe olarak verilir. Bazılarının düşünmeden seslendirdikleri "Feylesof peygamberden büyüktür. Çünkü feylesof meseleleri çalışarak bulur. Peygamber ise çalışmadan yapar. Allah'tan alır." görüşü bir aldanmışlıktan ve hezeyandan başka bir şey değildir.
Her peygamber, tertemiz ve nezih bir fıtrattır. Mesela Efendimiz'i ele alalım. Kendisine kırk yaşında peygamberlik gelmiştir. Fakat O'nun kırk yaşına kadar yaşadığı nezih hayatı adeta peygamberliğin temel taşları ve altyapısı gibidir. Ravi, O'nun yirmi beş yaşında iken Hz. Hatice'nin karşısındaki durumunu bize naklederken şöyle der: "Meysere kendisine Hz. Hatice'nin talebini ilettiğinde Resûl-i Ekrem buram buram ter dökmüştü." Evet, Allah Resûlü, iffetsizliğin hükümferma olduğu bir devirde kaşını kaldırıp da bir kadının yüzüne bakmamıştı. Evvel ve ahir sorgulanabilecek olumsuz hiçbir davranışı olmamıştı. Keza O'nun hiç mi hiç yalanı duyulmamıştı. Bu istikamet abidesiyle alakalı Muğîre İbn Şu'be Müslüman olmadan önce başından geçen şöyle bir hatırasını anlatır: Ebu Cehil ile beraber bir yolda yürüyorduk. Bir aralık Peygamberimiz karşımıza çıktı. Biz çakırkeyf bir laubalilik içindeydik. O ciddi bir sekine ve vakarla bize yaklaştı. Kendisine yakışır bir eda ile bize Hakk'ı anlattı. Bunun üzerine Ebu Cehil, "Senin peygamber olduğunu kabul etsek zaten dinine girer arkandan yürürdük. Seni kabul etmiyoruz." dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü ayrıldı ve gitti. Sonra benimle baş başa kalan Ebu Cehil bana şöyle dedi: "O'nun getirdiği haberlerin hepsi doğru. O yalan söylemez. Çünkü şimdiye kadar hiç yalanına şahit olmadık. Fakat Abdülmüttalipoğulları, 'Sikâye bizden, sidâne bizden, rifâde bizden, bir de kalkıp nübüvvet de bizden' derlerse ben buna dayanamam."

İlhama açık ruhların Efendimiz'le irtibatı vardır

Evet, Resûl-i Ekrem (aleyhi ekmelüt'tehaya), nübüvvetten evvel de paha biçilmez bir elmastı. Nübüvvet, O'na (sallallahu aleyhi ve sellem) semavi ayrı bir derinlik ilave ederek adeta O'nu bir kez daha saykıllamıştır. Yani bu muhteşem varlığa, vahiy gelmiş, O bu sayede mahbit-i vahy-i ilahi (vahyin odak noktası) olmuştur. Mertebelerine göre diğer nebilerin durumu da aynıdır. İşte bu tertemiz âli ruhlar Allah ile münasebet kurmuş, Allah da onları büyük bir vazife ile şereflendirmiştir.
Bu mevzuda sübjektif bir şey arz etmek istiyorum: Sizin içinizde de kalbi ilhama mazhar olanlar vardır. Mesela bunlar, yarın başına gelecek şeyleri, gelme sırasına göre Allah'ın izniyle keşfen veya müşahedeten veya uyku ile uyanıklık arasında keşfederler. (Ben öyle hüsn-ü zan ediyorum. Bu tür Hak dostları daima olmuştur ve olacaktır.) Ancak bu, herkes için söz konusu değildir. Bu, saf kalan ve saflaştırılanlara has bir mazhariyettir. Bunlar dün olduğu gibi bugün de vardırlar ve mazhar oldukları şeylerde nübüvvet ve mucizenin bir gölgesidir ve bunun adı velayet, ondan zuhur eden de keramettir. Bunlar birer ihsan-ı ilahidir ama hep liyakate terettüp etmektedir. Kişinin liyakati olur, tezkiye-i nefs eder, kalbini daima berrak ve duru tutar, günahlardan olabildiğine kaçınırsa, Cenab-ı Hakk da onu özel mevhibelerle serfiraz kılar.
Şimdi içimizde böylesi bir terakkiye mazhar olmayan kimseler, "Niçin bunlar seçilmiş?" diyemezler. Çünkü bu, liyakate terettüp eden bir mazhariyettir. Evet, Nebi, gölgesiz doğrudan doğruya semadan gelen vahye sinesini açar, ona mazhar olur ve her şeyi apaçık görür. İşte nübüvvet mazhariyeti! Herkes bu durumu ihraz edemediği için bir adı da Mustafa (seçilmiş, ihtiyar edilmiş) olan Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve diğer seçkinler, insanlarla Allah arasında birer vesile ve vasıta olarak vazife görmektedirler. Allah dostlarının menkıbelerinde insanın nefsini terbiye ettiği takdirde Resûl-i Ekrem'le doğrudan doğruya münasebet kurabileceği söylenir. Nitekim Allâme Suyuti, Efendimiz'le yetmişten fazla yakazaten görüştüğünü dile getirmektedir. Hatta Ehlullahtan öyleleri vardır ki, "Ben bir an Allah Resûlü'nün huzurunda bulunduğumu hissetmezsem ölürüm. Ben, O'ndan her an hayat alıyor, hayatımı O'nun işaretlerine göre tanzim ediyorum." demektedirler. Vâkıa, Allah Resûlü, "Size iki şey bırakıyorum onlara sımsıkı tutunduğunuz zaman dalalete gitmezsiniz. Bunlar Kitabullah ve Sünnetimdir." buyurarak işaretini verip gitmiştir. Ancak bununla beraber o büyük kâmetler, öyle bir yakınlıkla müşerref olmuşlardır ki, bir lahza orada bulunmadıklarını hissettiklerinde mahvolacaklarını zannetmektedirler. Bazıları ise bu huzurda olmadıklarını hissettiklerinde, "Huzuru ihlal ettik. Ters düştük." diyerek kalkıp boy abdesti almaktadırlar.
Evet, işte böylesine Resûl-i Ekrem (aleyhisselatü vesselam)la münasebettar kimseler de vardır. Bunlar olmazsa âlem başka âlem olur. Bu bir hal, keyfiyet, çap ve ağırlık meselesidir ve bunu madeni bakır olanlar değil, bîhemta elmas olanlar anlar.


Konular