"Din konusunda rastgele konuşmamak gerek"

(dua)
Rabbi! "Kullarım Benden bir şey dileyecek olurlarsa Ben onlara yakınlardan daha yakınım ve dualarına mutlaka icabet ederim." buyuran Sensin.
İşte zayıf ve aciz kulların olarak yüce huzuruna baş koyduk; kendimize zulmettiğimizi ve daha başka günahlarımızı itiraf ediyor ve "Tövbeler olsun ya Rabbi! Tövbeler olsun!" diyoruz. Senin hoşnut olmadığın ne kadar çok günaha bulaşmışsak hepsi için bağışlanma diliyor, bunun için de yüce dergahına iltica ediyoruz.

Din konusunda rastgele konuşmamak gerek

Tesettürü, başörtüsünü başka adlar altında da olsa başka kaynaklara bağlamak, bu mevzuda tuhaf tuhaf ve birbiriyle tutarsız iddialar ortaya atmak, gülünç kaçmaktadır.

Tesettüre, başörtüsüne bazı mülâhazalarla karşı olabilirsiniz, ama bunun İslâm'da olmadığı gibi iddialar ileri süremezsiniz. Hele hele, en basit meselelerde bile bir uzmanına müracaat ederken, akıl ve ilim bunu böyle yapmayı gerektirirken, Allah'ın marziyatının, bizden neler isteyip neler istemediğinin ifadesi olan din konusunda da rastgele konuşamazsınız. Bu, en hafif ifadesiyle gayr-i aklîliktir, gayr-i ilmîliktir, had bilmemektir. En azından, ülkemizde din işlerini tanzimle vazifelendirilmiş Diyanet İşleri Teşkilatımız var, ona bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu var, bunlara müracaat edilir ve onların sözü dinlenir.

Bu, meselenin bir buudu. Diğer buudu, ülkemizde ilme, ilmî, teknik kalkınmaya hizmet etmesi gerekenler, üniversitelerin din ve inanç değil, bilim yeri olduğunu söyleyerek başörtüsüne karşı çıkıyorlar. Bunu yapanlar, bilimi en öne alan insanlar. Nasıl bir tenakuz ve çarpıklık ortaya koyduklarının farkında değiller. Din ile bilimin arası Batı'da uzun süren çatışmalar sonunda ayrılmış; Descartes çıkmış, buraya kadar bilimin, şuraya kadar da dinin sahasıdır demiş. Bugün üniversitelerimizde benimsenen de bu. Gerçi böyle bir ayrılık, Müslümanlar olarak bizim inanç sistemimizde de, ilme bakışımızda da, tarihimizde de yoktur. İlim ve din, bizde aynı manânın iki farklı ifadesinden ibarettir. Biri zihnin, diğeri kalbin ışığı olarak görülmüştür. Bu sebeple, Batı'da Rönesans'a, ilimlerin gelişmesine zemin teşkil eden, bu gelişmeye dinamikler sağlayan muhteşem bir ilim tarihimiz var bizim. Bu tarihi dolduran İbn-i Sinalar, Zehravîler, Birunîler, Harizmîler, İbn Heysemler ve daha on binlercesi, tek bir sahada da değil, birkaç sahada birden hem birer büyük ilim adamı idi, hem de çok iyi dindardı, pek çoğu Sufi idi. Din ve ilim, bizim tarihimizde hiçbir zaman çatışır görülmedi, birbiriyle iç içe yer aldı. Ama Batı'daki çatışmanın neticesinde din ve ilme Kartezyen felsefede iki ayrı yer verildi. Dolayısıyla bir insan, dindar ise, dine bağlı ise, başını örtüyorsa bu insan ilim yapamaz, ilim insanı olamaz demek; üniversitelerde başörtüsü takmayı üniversitelerin ilim yuvaları olmasına aykırı görmek, bir ilim adamına asla yakışmayan bir tavırdır. Kaldı ki, hepimiz biliyoruz, Galileo da Newton da, Laplace da ve daha pek çokları da dine karşı değillerdi; hattâ içlerinden bazıları ciddi dindardı. Eddington'u nereye korsunuz? Dindar olmakla ilim yapmayı birbirinden ayrı mütalâa ederseniz, ilim âleminin başının taçlarından olan Einstan'a da muhalefette bulunmuş, din ile ilimden birini kör, diğerini topal yapmış


[His Dünyası] Nerede o yeminler

Kadrim bilinmedi deyip darılma!
Bilinmeden göçüp gitti büyükler.

Darılıp yerinden sakın ayrılma!
Himmet bekler taşınacak bu yükler.

Sen azmedip yürü, bilenler bilsin!
Yürü ki zirveler rükûa gelsin,

Zorluklar karşında bir bir eğilsin,
Yolunu bekliyor yerler ve gökler.

Makam arzusu, mansıp düşüncesi,
Pusuda bekleyen menfaat hissi.

Yoktu önce bunların hiçbirisi,
İhlâs tütüyordu bütün emekler.

Bir yangın görürsen söndürecektin,
Koşup hemen içine girecektin,

And içmiştin canını verecektin
Nerede o yeminler nerede dilekler..?


Konular