Varmiş Olduğu Derece

İmam-i Harameyn vefat ettikten sonra Gazâli, Nişabur'u ter­kedip âlimlerin ve ilim erbabinin toplanmiş olduğu vezir Nizamülmülk'ün Müasker'deki meclisine gitti. Oradaki âlimlerle ve imamlarla ilmi münazaralara girişti. Bu münazaralar sirasinda hasimlarini mağlup etti. Hepsi de onun ilmini ve fazlini kabul etmek zorunda kaldilar. Vezir Nizamülmülk, oi\a lâyik olduğu hürmeti gösterdi. Az bir zamanda ismi her tarafta du­yuldu; şöhreti memleketin her tarafina yayildi.

Nizamülmülk, kendi adina inşa ettirdiği Bağdad'daki Nizamiye medresesine Gazâli'yi başmüderris (rektör) tayin etti. H. 484 senesinde otuzdört yaşinda bulunan bu genc âlim, Bağdad'a büyük bir debdebe icinde girdi. Bağdadlilar onu bağirlarina bastilar. Vezirleri, melikleri ve emirleri gölgede birakacak bir şöhrete sahip olmuştu, bir dediği iki edilmiyordu.

Nizamiye medresesinde uzun bir süre ilim neşrine devam etmiş, fetva vermekle ve telif yapmakla uğraşmiş, fakat bir müddet sonra dünyâ rezaletlerinden, gecici zevk ve safalardan nefret edip, icinde yüzdüğü debdebeli hayati elinin tersiyle itmiş ve Allah'in yüce beytine gitmek .üzere yola koyulmuştu. Kardeşini yerine vekil tayin ederek H. 488'de ve Zilkâde ayinda yola cikti, bir sene sonra Şam'a ulaşti. Şam'da, birkac gün kaldiktan sonra Kudüs'e gitmek icin yola cikti. Orada da bir müddet kaldiktan sonra tekrar Şam'a döndü. Şam'da bulunan Emevi Camiinde itikâfa girdi.

Zehebi'nin naklettiğine göre, Gazâli zamaninin coğunu Şeyh Makdisi'nin Mescid-i Emevi'deki zaviyesinde geciriyordu. (O zâ­viye bugün Gazâli Zaviyesi olarak anilir).
İbn Asâkir'in rivayetine göre Gazâli, Şam'da on seneye yakin bir zaman kalmiştir.
Zehebi'nin anlattiğina göre, Gazâli Şam'daki Medreset'ul-Eminiyeyi ziyarete gittiği bir sirada, tesadüfen oranin müderris) 'Gazâli şöyle demiştir' diye söze başlar. İşte bu hâdise nedeniyle gurura kapilmaktan korkan Gazâli Şam'i terkeder. Şam'dan ayrildiktan sonra memleketi gezmeye başlar. Bu arada Misir'a, oradan da İskenderiye'ye gider. Bir süre de orada kaldiktan sonra, Mağrib sultam Yusuf b. Taşfin'in âdil bir padişah olduğunu işittiği icin onu ziyaret etmeyi tasarlar. Fakat, tam bu siralarda sultaninin ölüm haberi Misir'a kadar ulaşir.
Ülkeleri gezmeye devam ederek türbeleri, camileri ve yatirlari ziyaret eder. Ebrarm terbiyesiyle nefsini terbiye etmek icm zorluk­lara katlanarak bazen cöllerde ve tenha yerlerde kalirdi. İbâdetlerin ağir yükünü taşimaya tahammül göstererek nefsinin terbiyesine calişirdi.

Varliklarin kutbu, her mevcuda rahmet olacak bir seviyeye ge­linceye kadar bu calişmalara devam etti. Rahmân'm riza yoluna ve imanin merkezine ulaştiracak bir rehber oldu. Hac farizasini edâ edip Bağdad'a döndüğü zaman va'z ve nasihata koyuldu. Ehl-i hakikatin diliyle konuşmalar yapmaya başladi. İşte tam bu siralarda İhyâ adli meşhur eserini te'lif etti.
Bazi eserler, Gazâli'nin seyahat ve zühdünün sebebini şu şekilde anlatir:

Bir gün halka va'z verirken, kardeşi Ahmed iceri girer ve şu şiiri okur:

Halki zayif görünce kendini kuvvetli saydin, kuvvetlenmeleri icin gayret sarfettin;
Onlar kuvvetlenip yol alinca yorgunluk Beni geride birakti. Hidâyet edici oldun, fakat kendin hidâyetten uzak kaldin.

Halka va'z ve nasihat ediyorsun; fakat neden kendin işitmez oldun? ,
Ey keskinletici taş! Ne zamana kadar demirleri kes-kinleştirip, kendin kör ve kesmez olarak kalacaksin?

İşte bu şiir Gazâli'nin dünya zevklerinden ilgisini kesmesine sebep oldu.
Nişabur'un hatibi Abdülgaffar b. İsmail el-Fârisi, Gazâli'nin üstün vasiflarim anlattiktan sonra sözlerine şöyle devam eder: 'Dünyanin gecici zevklerini terkedip zühd ve takvaya daldi. Hacca giderken Şam'a uğradi ve orada on seneye yakin bir zaman kaldi. Burada bulunduğu siralarda gezer ve ziyaretler yapardi'.

İhyâ-i Ulûm'id-Din gibi emsali görülmemiş bir eseri, el-Erbain gibi -cap bakimindan- kücük kitaplarini yazdi. Bu kitaplari tedkik edenlere Gazâli'nin ilmi kiymetinden bahsetmek mânâsiz bir iştir.

Nefsinin temizlenmesine, ahlâkinin gelişmesine, dünya ve ahiret saadeti icin bütün zamanini sarfetti. Halki hidâyete cağirdi; âhireti güzel, dünyaya tapmayi cirkin olarak göstermeye calişti. Âhiret yolculuğunun tedbirine, bu yolun rehberlerine hürmet et­meye cağirdi. Bu sahada tam olarak yetiştikten sonra memleketine döndü. Evine kapanarak düşünce deryasina daldi. Vakitlerini ibâ­detlerle değerlendirdi. Bu hâli bir süre devam etti. Bu esnada bir­cok kitap yazdi. Fakat hicbir yazar Gazâli'nin yolunu tenkid ede­medi. Onun gidişatina dil uzatamadi.

Şehidler Gülü diye anilan Nizâmülmülk'ün oğlu Fahrülmülk vezir oluncaya kadar Gazâli uzlet köşesinden ayrilmadi. Bu büyük vezirin zamaninda Horasan illeri dünyanin en ileri diyari hâline geldi. Fahrülmülk'e, Gazâli'nin fazileti, ilmi derecesi, sağlam aki­desi ve temiz yaşantisi anlatildi. Bunun üzerine vezir, Gazâli'nin huzuruna giderek;. va'z u nasihatini dinledikten sonra Gazâli'ye İlminden, faziletinden ve nasihatlerinden mutlaka istifade' edil­melidir. Herkesin istifade etmesi icin de halvetten cikip, herkese ders ve nasihat vermen gerekir' deyince, Gazâli müsbet cevap ve­rerek derhal Nişabur'a gitti. Orada Mey mürtet'un-Nizamiy e adli medresede yeniden ders vermeye başladi.

Gazâli, devlet idarecilerinden yakasini kurtaramadiği icin ye­niden müderrisliğe başlamişti. Onun icin, okuttuğu derslerden öğrencilerin faydalanmalarini niyet ederek böylece calişmasini değerlendirdi. Eskiden yaşadiği debdebeli hayata dönmeyi hic ama hic aklindan gecirmiyordu. Rütbeden şiddetle kaciyordu. Aleyhinde nice ihbarlar yapildi, fakat bunlarin hicbirini kaale al-/inadi, ehemmiyet vermedi. Aleyhinde bulunanlara tenezzül edip, cevap dahi vermedi. Onu defalarca ziyaret ettiğim halde kendi­sinde eski haşinliğin ve kibrin zerresini dahi görmedim. Daha ön­celeri geniş ilmiyle, halk arasindaki itibariyla, ibâdeti ve derecesi ile o derece mağrur idi ki, lier gelene hakaret bakişlari yağdirirdi. Fakat şimdi tam tersi bir insana rastlamiştim....


O kibir ve gururun yerini yüce bir ahlâk ve tertemiz, berrak sifatlar doldurmuştu. Onun aldatici bir elbiseye büründüğünü zannederdim. Derin tedkik ve teftişten sonra, bunun bir gösterişten ibaret olmadiğina kesinlikle karar verdim. Anladim ki tam ma­nâsiyla uyanmiş, ilimlerde derinleştikten sonra Allah Teâlâ'nm kendisine ihsan ettiği istidâdiyle irfanlarin tahsiline koyulmuştu.

Muamele ilminin dişinda kalan garip ilimlerin tahsilini başariyla tamamladi. Sonunu düşünerek kendisini âhirette mes'ud edecek yollari aradi, Farmedi'nin sohbetine devani ederek önündeki yolun acilmasini istedi. Mürşidinin kendisine yapmasini tavsiye ettiği nafile namazlari, zikirleri ve evradi titizlikle yerine getirdi. Zikirlere ve tefekküre cok büyük önem verdi. Onun icin sâ-liklerin gecmeye mecbur olduğu bütün gecitleri hizla gecti.

Bundan sonra ilmin ceşitli dallarina daldi; ince mânâli ilim ki­taplari üzerinde cok derin tedkiklerde bulundu. Bu calişmasinin semeresi olarak kendisine o ilimlerin kapisi ardina kadar acildi. Bir müddet delillerin mukayesesini yaparak, meseleleri etraflica cözmeye uğraşti. Daha sonra kendisini herşeyden meneden ve Allah'tan başka herşeyden uzaklaştiran bir korku hâli kendisinde belirmeye başladi. Bundan dolayi inâsivadan elini eteğini cekmek onun icin cok kolay oldu.

Gazâli bu devrelerden gece gece nefis terbiyesinin bütün devre­lerini tamamladi. Hakikatler kendisine bütün acikliği ile görün­meye başladi. Artik bizim kanaatimize göre, o gelecek saadete bi­hakkin ulaşmişti.

Kendisinden vezir Fahrülmûlk'ün davetini kabul ederek Nişabur'a gelmeyi nasil kabul ettiğini sorduğumuz zaman bize şöyle cevap verdi: 'İslâm'a davetten geri kalmayi ve ilim talep edenlere faydali olmamayi dinen caiz görmediğim, hakki haykirmak vaktinin geldiğine inandiğim icin vezirin davetini ka­bul ettim. Onun icin bu davete uymakta mazurum5.

Sonradan Nişabur Medresesinin müderrisliğini terkederek tekrar evine cekildi. Fakat bu seferki cekiliş öncekilere benzemedi. Tam evinin bitişiğinde talebelere bir medrese ve sûfilere de bir tekke yaptirdi. Vaktinin bir kismini Kur'-an i öğretmeye tahsis etti; bir kismini da ehl-i kalbin sohbetine ve diğer kismini da talebele­rin dersine hasretti. Ne kendisinin ve ne de yanmdakilerin bir dakikasi bile boşa gecmezdi. Onun meclisinde ilimden başka hicbir şey konuşulmazdi.