Kıraat Hususunda İnsanlar Üç Sınıfa Ayrılır

1. Dili çalışan fakat kalbi gafil olan kişiler.
2. Kalbi çalışan diline tâbi olan, okuduğunun mânâsını anlayan, sanki başkasından dinliyormuş gibi olan kişiler ki bu, ashâb'ul-yemîn in derecesidir.
3. Kalbi herşeyden evvel mânâlara nüfuz eden, sonra da dili kalbinin hizmetçisi ve tercümanı olan kişiler.
Dilin, kalbin tercümanı olması ile muallimi olması arasında fark vardır. Mukarrebin zümresinin dili kalplerinin tercümanıdır. Onların kalpleri dillerine tâbi değildir. Namazda okunan ayetlerin mânâları ise şöyledir:
'Bismillâhirrahmânirrahim' dediğin zaman, Allah'ın kelâmına 'besmele' ile teberrüken başladığını niyet eyle! Bil ki, besmelenin mânâsı şudur: 'Bütün işler ancak Allah'ın yardımıyla olur'. İsimden gaye müsemma ve zattır.

Yani 'Allah'ın zatının yardımıyla başlıyorum' demektir. Bütün işler Allah'ın yardımıyla olduğu zaman, şüphe yok ki, bütün hamd da O'na mahsus olur.

'Elhamdülillâhi' ibaresinin mânâsı, 'Nimetler Allah'tan geldiği için, şükür de O'na mahsustur' demektir. Kim herhangi bir nimeti Allah'tan başkasından bilir veya şükrüyle Allah'tan başkasını kastederse, o vakit besmelesinde ve hamdinde, başkasına yaptığı iltifat miktarında noksanlık vardır.
'er-Rahmân'ir-Rahîm' dediğinde, rahmeti sana güneş gibi görününceye kadar Allah Teâlâ'nın lütfunun bütün çeşitlerini, kalbinde hazır etmelisin. Böylece ümidin taşıp kabarır.
Bundan sonra 'mâliki yevmiddîn' demek suretiyle kalbinde Allah'ın azametini, korkusunu ihzar eylemelisin.

Azamet, 'mülkün sadece Onun olmasından; korku ise, sahibi olduğu hesap ve ceza gününün dehşetinden neş'et etmektedir.
Sonra 'iyyâke nâ'büdü' sözüyle ihlâsını ve 'iyyâke nestaîn' sözüyle de aczini, ihtiyacını, kuvvet ve kudretten uzak olduğunu yeniden dile getir. Kesinlikle bil ki, yaptığın tâat ve ibâdet ancak O'nun yardımıyla müyesser olmuştur. Seni tâatına muvaffak ettiğinden O'na karşı minnettar olduğunu unutma. Seni ibâdetinde kullandığından ve seni münacaatına ehil kıldığından O'na karşı olan sorumluluğunu unutma. Eğer O seni tevfîki'nden mahrum eyleseydi, rahmetten kovulmuş şeytanla birlikte kovulanlardan olacaktın.

İstiaze, besmele ve hamdden ve mutlak bir şekilde yardıma muhtaç olduğunu belirttikten sonra zât-ı ulûhiyyetine 'Bizi, mânevî komşuluğuna götürüp rıza denizine daldıracak dosdoğru yola ilet!' diye duada bulunursan.

İstediğin bu yolun açıklamasını da hidayet nimetine mazhar olan peygamberlerin, sıddîkların, şehid ve sâlihlerin yollarını istemek ve 'Allah'ın gazabına maruz kalan kâfirlerin, haktan bâtıla yönelen yahudi ve hristiyanların ve yıldızlara tapan sabitler yoluna değil' demek suretiyle yap. Bütün bunlardan sonra da âmin demek suretiyle isteklerinin kabul olunmasını talep eyle!

Fâtiha sûresini belirttiğimiz şekilde okuduktan sonra, şu kudsî hadîsteki kimselerden olmaya hak kazanırsın:
Namazı, kulumla aramda ikiye böldüm; şöyle ki, yarısı benim, yarısı da kulumundur. Ayrıca kulum namazda neyi isterse onu da kendisine veririm.

Kul, 'Hamd âlemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur' der. Allah da 'Kulum benim hakkımı yerine getirdi ve beni senâ etti' buyurur. İşte 'Semiallâhü limen hamideh'in mânâsı budur...
Eğer namazında sadece Allah Teâlâ'nın celâl ve azametini hatırlasan, bu ganimet olarak sana fazlasıyla yeter. Kaldı ki, sen namazdan Allah Teâlâ'nın sevabını ummaktasın...

Kur'an in Tilâveti bölümünde geleceği gibi, Fatiha'dan sonra okuduğunuz sûrelerin mânâsını da bu şekilde anlamanız gerek-mektedir. Sakın sûreleri okurken Allah'ın emrinden, yasağından, va'dinden, vaîdinden, va'z ve irşadından, peygamberlerinin haberlerinden, minnet ve ihsanının zikrinden gafil olma. Bütün bu hususların hakkını vermelisin. Meselâ, va'din hakkı ümit, vaîdinkiyse korkudur. Emir ve yasağın hakkı azmdir; va'z ve irşadınki ibret almaktır. Minnetin hakkı şükür, peygamberlerin getirdiği haberlerin hakkı ise yine ibrettir.

Rivayet edildiğine göre, Zürâre b. Evfa, Kur'an okurken 'O sûr'a üfürüldüğü gün (Müddessir/8) ayetine geldiğinde düşüp ölmüştür.

İbrahim en-Nehâî ise 'Gök yarıldığı gün' (İnşikak/l) ayetini işittiğinde çene kemikleri, sesi duyulacak derecede titremiştir.

Abdullah b. Vakîd İbn Ömer'in sanki ateşten pişirilmiş bir vaziyette olarak namaz kıldığını müşahede ettim' demiştir.

Namazda kulun kalbi, efendisinin va'd ve vaîdi ile yanmalıdır; çünkü günahkâr ve zelil bir kul, cebbâr ve kahhâr olan Allah'ın huzurunda bulunmaktadır. Tabiîdir ki, bu mânâlar her musallînin derecesine göre anlaşılır. İdrak ve anlayış, ilmin bolluğu, kalbin temizliği nisbetinde gelişir. Bunun dereceleri ise, sayılamayacak kadar çoktur. Namaz, kalplerin anahtarıdır. Kelimelerin sırları ancak namazda açılır.

İşte bu söylediklerim kıraatin hakkı olduğu gibi, namazdaki zikir ve tesbihlerin de hakkıdır. Musalli namazda bunları gözettikten sonra kıraattaki heybete dikkat etmelidir. Kelimelerin üzerine basa basa ve tane tane okumalıdır. Bütün kelimeleri bir nefeste okumaya heves etmemelidir. Zira kelimelerin üzerine basa basa okumak, onların mânâlarını düşünmeye yardımcı ve bunu kolaylaştırıcıdır.

Rahmet ve azap, va'd ve vaîd, hamd ve tâzim ayetlerinin nağmeleri aynı olmamalıdır. Nehâî, Allah Teâlâ'nın 'Allah evlât 'edinmemiştir. O'nunla beraber hiçbir ilâh da yoktur' (Mü'minûn/91) ayetini ve benzerlerini okuduğu zaman sesini, zât-ı ulûhiyyetine lâyık olmayan sıfatları zikretmekten utanan bir kimse gibi alçaltıyordu.

Rivayet ediliyor ki, kıyamet gününde Kur'an okuyan kimselere şöyle denir;
Dünyadaki gibi, kelimelerin üzerine basa basa, incelte incelte oku!93

Namazda, okuma müddetince dimdik durmak, kalbin Allah'ın huzurunda tam bir sükûnet ile kaim bulunmasına işarettir.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Namaz kılan sağa-sola bakmadığı sürece Allah Teâlâ'nın iltifatına ve nazarlarına mazhar olur.

Baş ve gözün sağa-sola bakmaktan korunması vâcib olduğu gibi iç âlemini de namazdan başka herhangi birşeye yönelmemesinin temini de vâcibdir. Namazda iken iç âlemin namazdan başka birşeye yönelirse derhal Allah'ın kendisini murakabe ettiğini hatırlat! Münacaatta bulunanın gaflete dalmasının, münacaat edilenin karşısında bir saygısızlık olduğunu hatırlatıp, iç âlemi derhal münâcaat edilene avdet ettirmelisin. Kalbi huşûdan ayırmamaya dikkat et; zira zâhir ve bâtında sağa-sola bakmaktan kurtulmanın çaresi ancak huşûdur. Bâtın korktuğu anda zâhir de korkar; yani dış âlem, iç âlemin izindedir.

Hz. Peygamber namaz içinde sakalı ile oynayan birisini gördüğü zaman şöyle buyurmuştur:
Eğer bu adamın kalbi korksaydı, âzaları da korkardı
Çünkü koyunlar çobana bağlıdır. Bu sırra binaen Rasûlullah bir duasında şöyle der: Yâ rabbî! Çoban ile güttüklerini ıslah eyle!94 'Çoban'dan gaye kalp, 'güdülen'den gaye de âzalardır.

Ebubekir Sıddîk (r.a) namazda yere çakılan kazık gibi, İbn Zübeyr de (r.a) ağaç gibi dimdik dururdu. Selef-i sâlihînin bazıları, rükûa varırken, hareketsizlikten, bir cansız kayayı andırırlardı ve bu sebeple ürkek kuşlar bile gelip sırtlarına konardı. Bütün bunlar, dünya evlâtlarından büyük olan kimseler huzurunda icrası tabiatça istenilen ve mümkün olan şeylerdir. Peki padişahlar padişahı olan Allah'ın huzurunda böyle bir durumun olması neden uzak sayılsın? Başkasının huzurunda, korktuğu için, edebli durup da Allah'ın huzurunda âzalarını kıpırdatan kimsenin bu hareketi, Allah'ın celâlini tanımak hususundaki kusurluluğundan ve kal-bine muttali olmamasından ileri gelmektedir.

İkrime95 'O (Allah) ki, namaza kalktığın zaman seni gördüğü gibi secde edenler içinde dolaşmanı da görür'. (Şuarâ/218-219) ayetinde 'kıyam, 'rükû', 'secde' ve 'teşehhüd' için 'cülûs' (oturmak) tâbir edilmiş olduğunu söylemiştir.



93)Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, (Abdullah b. Âmir'den) Tirmizî hadîsin hasensahih olduğunu söylemiştir.
94) Zehîdî, Irâkî'nin bu hadîsi herhangi bir kaynakta bulamadığını söyler,
95) Künyesi Ebu Abdullah olup, İbn Abbas'ın azadlısıdır. H. 105 senesinde vefat etmiştir.