Terakki

Terakkiden maksat, Kur'ân okuyan bir kimsenin hâlden hâle girip Kur'an'ı, nefsinden değil Allah'tan dinleyinceye kadar yükselmesidir. Bu bakımdan okumanın dereceleri üçtür:

A)En az derecesi, sanki Kur'an'ı Allah'a okur gibi okumaktır.
Sanki Allah'ın huzurunda durmuş, Allah kendisine bakıyor ve
okuduğu Kur'an'ı kendisinden dinliyor gibi düşünüp hissetmelidir. Kişi kendisini böyle düşündüğü zaman, onun hâli, Allah'tan istemek, yalvarmak ve yakarmak olur.

B)ikinci derecesi kalbiyle Allah'ı müşahede etmektir. Sanki
Allah'ı görür ve onun lûtuflarına mazhar olarak ona hitâb eder,
nimet ve ihsanlarına garkolarak onunla münâcatta bulunur. Böyle bir kimsenin durumu Allah'tan utanmak, onu tâzim etmek, ona kulak vermek ve kelâmını anlamaktır.

C) Kelâm'm içinde, konuşanı, kelimelerde de onun sıfatlarını görmektir. Bu bakımdan bu derecede olan bir okuyucu, ne nefsine, ne okuyuşuna ve ne de kendisiyle ilgili bulunan nimetlere kendisine verilmesi hasebiyle bakmaz. Bütün himmetini konuşana teksif eder. Fikri ve düşüncesi konuşan olur. Sanki konuşanı müşahede etmeye garkolmuş, artık başkasını görmez. Bu derece, mukarriblerin derecesidir. Bundan önceki derece ise, Eshâbu'l Yemînin derecesidir. Bunların dışında kalan derece ise, gafillerin dereceleridir.

Bu en yüce dereceden Cafer b. Muhammed es-Sâdık haber vererek şöyle buyurmuştur:
'Allah'a yemin ederim, Allah Teâlâ (cc) kelâmında halkına tecellî etmiştir. Ancak halk onu görmez'.

Yine kendisine 'Sana ne oldu ki, namaz içinde düşüp bayıldın?' diye sorulduğu zaman şöyle buyurmuştur: 'Kalbimde bir ayeti tekrarlayıp duruyordum. Tâ ki onu, onunla konuşandan dinledim. O zaman O'nun kudretinin görünmesine cismim güç yetiremedi ve düşüp bayıldım'.
Böyle bir derecede kelâmın tadı büyüdükçe büyür. Lezzetin münâcâatı oldukça kabarır. Bu sırra binâen hükemâdan biri şöyle buyurmuştur:
Ben daha önce Kur'an'ı okuyup ondan hiçbir tad alamıyordum. Öyle ki onu sanki Rasûlullah ashabına okuyor gibi dinleyinceye kadar...
Sonra bu makamdan daha üst bir makama çıktım. Kur'an'ı sanki Cebrâil Hz. Peygamber'e telkin ediyor gibi dinleyip, okudum. Sonra Allah Teâlâ başka bir derecede tecelli etti. Bu bakımdan şu anda Kur'ân dili ile konuşan Allah'tan dinlercesine okuyorum. İşte böyle olunca Kur'an'ın lezzetini duydum. Öyle bir nimete gark olmuşum ki, onsuz bir an dahi yaşayamam.

Hz. Osman ve Huzeyfe b. Yeman şöyle demişlerdir: 'Eğer kalpler pâk ve tâhir olsa, elbette Kur'an'ın okunmasına doyamazlar. 'Çünkü kalpler temizlikle kelâmda sahibini müşâhede etmek derecesine yükselir'.

Bu hikmete binâen de Sâbit el-Benânî şöyle buyurmuştur: 'Yirmi sene Kur'an'ı meşakkat çekerek okudum. Yirmi sene de onunla nimettendim'.
Kelâmın sahibinin (Allah Teâlâ'nın) müşahedesine garkolup Allah'tan başkasını göremeyecek hâle gelen kul Allah Teâlâ'nın şu emr-i celîline uymuş olur:

O halde hemen Allah'a kaçın!
(Zâriyât/50)

Ve Allah ile beraber başka bir ilâh uydurmayın!
(Zâriyât/52)
Bu bakımdan herşeyde O'nu görmeyen, muhakkak O'nun gayrisini görmüş demektir. Kul, Allah'tan başka her neye iltifat ederse mutlaka onun o iltifatında gizli şirkten birşey vardır. Muhakkak katıksız Tevhid, herşeyde Allah'ı görmek demektir.