İSLÂM DİNİNİN MÜMEYYİZ VASIFLARI

İslâm dini, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)fin Allah Teâlâ tarafından tebliğe memur olduğu yüce ve yüceltici bir dindir. İslâm; semavî dinlerin sonuncusudur. Allah tarafından gönderilen peygam-berlerin tamamını ve indirilen kitapların hepsini tasdik etmesi itibâriyle de dinlerin en mütekâmilidir, bu ulvî dinin içinde toplanmış bulunan hükümler, insanların fıtratına en müsait müeyyideler olduğu için, her asırda yaşamış insan toplulukları tarafından sevilerek ve kendi ihtiyarları ile kabul edilmiştir.

Semâvî dinler, birbirini tasdik ve ikmâl ederek vücud bulmuş; hepsi aynı menbâdan feyz almış ve vahyin nurları ile aydınlanmış bulunmatadır Bu hikmete müsteniden İslâm dini, daha önce geçmiş bulunan semâvî dinlerin itikâdî esaslarını aynen tebliğ etmekle birlikte, genişleyen ülkelerin ve değişen hayat şartlarının hepsine cevap verecek hükümleri sinesine toplamış olduğu için daha önce geçmiş bulunan semâvî dinleri neshetmiş bulunmaktadır.İslâm dini; en sağlam inanç esaslarını, akla en uygun işleri ve ahlâkî hükümleri emretmiş bulunmaktadır. Bu ulvî din Allah Teâlâ tarafından diğer peygamberlere indirilmiş bulunan kitapların hakikatlerini tasdik etmiş bulunmakla beraber, zamanın geçmesi ve insanlar tarafından tağyir ve tebdil edilmesi sebebiyle hükümleri bilinemez hâle geldiği için, onların hükümleri ile amel edilemiyeceğini açıklamıştır. Bu cihet dikkate alındığı zaman, neshedilmiş bulunan dinler ile amel et-mek, yanlışta israr olur.

Yukarıda kısaca işâret ettiğimiz gibi, İslâm dininin hükümlerinin hepsi, insanın yaratılışına uygun ve fıtratına müsait bulunmaktadır. İslâm dininin hükümleri ve beşeriyete getirdiği mükellefiyetler arasında insanın takatini aşan bir husus yoktur. Her insan, bu mukaddes dinin hükümleri ile amel edecek bir kabiliyet ve istidatta yaratılmıştır.

İslâm dini, umûmî bir dindir. Daha açık bir ifade ile izah gerekirse, bu ulvî din, beşeriyetin tamamına müteveccih bulunmaktadır. İslâm tarihi dikkatle tetkik edilecek olursa şu hakikat ortaya çıkmaktadır: Pey-gamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'den önce gönderilmiş bulunan enbiyâ; bir millete, belirli bir topluluğa ve muayyen bir zümreye hitap ve onları irşât etmek üzere vazifelendirilmişlerdi. Bu sebeple, onların tarafı ilâhiden getirmiş oldukları din de sadece o millete ve belirli bir ülke halkına gönderilmiş oluyordu.

Mensubu bulunduğumuz İslâm, insanların tamâmına gönderilmiş bîr dindir. Buna ek olarak, zamanların ve mekânların hepsine müteveccih bulunmaktadır. Bu hususu tesbit ve tescil eden bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: "(Habibim) Seni (rahmetimizin) müjdeci(si, azabımızın) haberci(si) ve bütün insanların peygamberi olmaktan başka (bir sıfatla) göndermedik, Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezlerdi).

İslâm dini, kıyâmete kadar payidâr olacaktır. Zira bu yüce din, Cenâb-ı Hakk'ın himayesi altında bulunmaktadır. Bu hususun en açık tezahürü, düşmanlarının olanca hırs ve aleyhtarlığına, onun ilerleme ve terakkisini önlemek için her türlü çalışmayı yapmalarına rağmen hiçbir kimse onu tebdil ve tağyire muvaffak olamamıştır.

İslâm dininin hükümleri nakit delillere dayanmakta ve akli bürhanlara uygun bulunmaktadır. İlimden nasip almış ve aklında bozukluk bulunmayan bir kimse, ya ona tâbi olmakta veya bu aziz elinin hükümlerine saygı ve takdir hissi beslemektedir. Ona karşı hasmâne tavır takı-nanlar ise, akla ve hikmete aykırı bir yol tutmuş oldukları için, mâşeri vicdanda kınanmış ve dinî naslara ters düşen hareketleri sebebiyle "din düşmanı" olarak tanınmışlardır.

İslâm dininin esaslarını teşkil eden hükümler, en mühim kaideleri ve delillerin asıllarını toplamış bulunmaktadır. Bunlarda herhangi bir içtihada gitmeye dinî müsade yoktur. Per'î meselelerle alâkalı hükümlerin tesbit ve tayini, ilmî ehliyeti haiz bulunan zâtların içtihadına, örf ve âdetin gelişmesine terk edilmiştir. Bu sebeple, zaman ve mekânların değişikliği ve milletlerin hususî halleri dikkate alınıp, ortaya çıkacak medenî ve içtimaî vak'aların tesbitine ve hükme bağlanmasına imkân tanınmıştır.

İslâm dini, ilim ve hikmet temelleri üzerine kurulmuş olup, ilmî bir mahiyeti hâiz bulunmaktadır. İbadetlerle ilgili hükemleri, ahlâk ve vazifelerle alâkalı kaideleri sinesinde toplamış; insanlar arasında adalet ve eşitliği emretmiştir. Kur'an-ı Kerim'în pek çok âyeti ve Peygamberimizin müteaddit hadis-i şerifleri, bu cihetin bilgilerini sunmakta ve en güvenilir vesikalarını teşkil etmektedir.

İslâm dini; Allah Teâlâ'nın varlığına ve birliğine, ibadete lâyık bir Mâbûd olduğuna ve O'nun kudretine dâir mükemmel bilgiler vermekte, bu ilâhî beyanlar karşısında ilim ve hikmetle mücehhez kimseleri hayrette bırakmaktadır. Bu meziyyet ve üstünlükleri içerisinde toplayan İslâm dini, kürei arzın birçok yerinde, değişik kültüre sahip bulunan insanların kabulüne mazhar olmakta ve gün geçtikçe, bu yüce dini kabul edenlerin sayısı artmaktadır.

İslâm dininin insanlara tanımış olduğu haklarda müsâvât esas ola-rak kabul edilmiş bulunmaktadır. Bu dinin değişmez prensipleri insaflı bir göz ile tedkik edilecek olursa, insanların ayrı ailenin birer ferdi gibi kabul edildiği müşahede edilecektir. Bu dinin açık ve seçik naslarında, hiçbir ırka diğerinin üzerine üstünlük tanınmamıştır. Cinsiyet ve kavmiyet, "tefâhur" için değil, ancak "teârüf" için anılabilir.

İslâm nazarında insanlar, tarak dişleri gibi birbirine eşit salâhiyetlere sahip bulunmaktadırlar. Bu yüce dinin insanlara tanıdığı haklar gözden geçirilecek olursa, bir hükümdar ile sâde bir vatandaş arasında bir fark mevcut değildir. Şahısların vazifeleri icâbı olarak değişiklik göze çarparsa da hak ve bu hakkı kullanma bakımından âmir ile memur, fakir ile zengin, eşrâf ile sıradan bir insan arasında asla bir farklılık yoktur.

"İslâm, üstündür. (Hiçbir şey) onun üzerinde (kabul) olunamaz"(2) hadis-i şerifinin ifadesi karşısında, fikrî hareket ve içtimaî mefkûrelerden hiçbiri, bu ulvî dinin hükümleri ile boy ölçüşemez. Zira "Allah katında (yegâne makbul) din İslâm"dır(3). "Artık kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan (bu din) asla kabul olunmaz ve o, âhirette de zarara uğrayanlardandır"(4).

(1)Sûre-i Sebe', 28.
(2) Feyzü"l-Kadir, c. 3, s. 179.
(3) Sûre-iÂI-i İmran, 19.
(4) Sûre-i Âl-i İmran, 85.