"Başkalarına benzemek için kendini zorlama"

Allah'ım, işte ben mücrim kulun, pek çok hata ve günaha bulaşmış ellerimi kaldırıyor ve Sana yalvarıyorum. Âsî ve günahkâr birinin suçluluğu içinde ve mahcubiyetten kısılmış sesimle Sana halimi arz ediyorum. Allah'ım, hakkındaki hüsn-ü zannıma göre bana muamele ve mukabelede bulun; bağışla beni; ey yegâne merhamet sahibi Rahman ü Rahîm ve ey tevbeye koşan günahkârları mağfiret buyuran Gaffâr u Settâr, bendeni rahmetinle yarlığa.

Başkalarına benzemek için kendini zorlama

"Men teşebbehe bikavmin fehüve minhüm - Bir kimse herhangi bir topluma benzerse onlardandır." (Ebû Davud, Libas, 4; Müsned, 2/50) hadis-i şerifi, sahih bir hadis olup muteber hadis kaynaklarında yer almaktadır.

Bazı toplumlar yenilik adına kendilerini teşebbühe (başkalarına zorla benzemeye çalışmak) zorlamış ve başka toplulukları teknoloji, sanayi ve terakkide örnek alacaklarına kılık-kıyafette, yaşama tarzında ve zevk ü safada taklide kalkışmışlardır. İşte bunun adı teşebbühtür ve hadis-i şerifte kastedilen de budur.

Diğer bir ifadeyle, "teşebbüh", insanın, kendi kültürünün ve tabiatının dışına kayarak, hatta öz değerlerini hafife alarak, saç-baş, kılık-kıyafet, yeme-içme ve günlük hayat bakımından olduğundan farklı görünmesi, zorla başkalarına benzemeye çalışmasıdır ve sonuç itibarıyla "iltihak"a varıp dayanabilecek bir marazdır. Bu mevzuda, biraz esnek ve gevşek davranan bir insanın, ilk çıkış noktasını unutacak kadar merkezden kopması, zamanla kendinden bütün bütün uzaklaşması, hiç farkına varmadan özendiği ve benzediği o kimselere katılması ve Hak nezdinde de onlardan biri addedilmesi söz konusudur. Binaenaleyh, Nur Müellifi, teşebbüh ve taklit hastalığına yakalananlara şöyle seslenmiştir: "Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın. Çünkü, aramızdaki dere pek derindir; doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz, veya dalâlete düşer, boğulursunuz."

Yeri gelmişken konuyla alakalı bir mülahazamı da arz etmek istiyorum: Kanaatimce böyle teşebbüh tutkunları, yabancılar sarık, şalvar gibi şeylerin giyilmesinde bir kısım faydaların olabileceğini ortaya atsalar ihtimal, taklit adına şalvar giyip sarık saracaklardır. Hatta kadının tepeden tırnağa kapanmasında, içtimâî ve ailevî büyük faydalar mülahaza ederek kadınlara bizim eski entarilerimizi giydireceklerdir.

Şimdilerde bizim dünyamızda ciddi bir teşebbühün olduğu muhakkaktır ve bunun kökü çok eskilere dayanmaktadır. Yakın tarihimizde Abdülmecid veya İkinci Mahmut devri, teşebbühün bir devlet politikası şeklinde dayatıldığı devirdir. Bu dönemde başta kılık-kıyafet olmak üzere her şeyde ciddi bir teşebbüh göze çarpar. Ne var ki kılık-kıyafet Hintlinin sırlı külahı değildir ki, insanı alsın bir anda göklere çıkarsın! Fes, keçeden yapılmış kafaya takılan bir tür giysidir. Evet, bu mukallitler insanların kafalarının içine bir şey koyma yerine şekil ve suretle oyalanıp durmuşlardır.

Hatta bazıları kendi değerlerine karşı tiksinti duyacak kadar başkalaşmış ve akl-ı selimi hayrette bırakacak ölçüde fikir inhiraflarına düşmüşlerdir. Camilere sıra koyma ve secde edilecek yerlere tahta döşeme gibi teklifler bu düşünce kaymalarının tezahürleridir. "Ubudiyet izhar etmemek ve ibadet maksadıyla da olsa asla eğilmemek lazımdır; çünkü insanlarda ubudiyet duygusu geliştikçe ve secde etme isteği pekiştikçe başkalarına köle olma hissi de inkişaf etmektedir. Onun için, çok ciddi bir isyan ahlakı ile kulluğa başkaldırmak gerekmektedir ki köleliğin önü alınabilsin!.." sözü, şayet bu milletin bir ferdinin dudaklarından dökülüyorsa, bir insanın ne ölçüde başkalaşabileceğinin hazin bir misali değil midir?

Teşebbüh değil fedakârlık olmalı

Geriye dönelim; din, diyanet açısından kendi değerlerinden vaz geçip başkalarına benzemek için hususi gayrette bulunan kimse büyük vebal altına girer. Bir Müslüman, böyle bir teşebbühle dinden çıkar ki hadisin ifadesi bu hakikati işaret etmektedir. Hadisteki "teşebbehe" kelimesi, sarf yönüyle tefa'ul kipindendir. Tefa'ul babının binası tekellüf (zorlama) içindir ki buna göre mana 'kendimi şöyle zorlayayım ve çekidüzen vereyim de iyice onlara benzeyeyim' şeklinde bir taklit arzusu ifade eder. Ne var ki bugün sırtında Frenk elbisesi olan her Müslüman da kâfir olmaz. Ancak kâfirleri adım adım takip edip, "İlle de onlara benzeyeceğim. Onlar nasılsa ben de mutlaka öyle olacağım" diye kendinden kaçan kimseler için aynı şekilde düşünmek zordur.

Şu kadar var ki, kendi değerlerimize bağlı kalmamız, içinde yaşadığımız çağın gereklerini gözetmemize mani değildir. Eğer insan, üzerine farz olan bir vazifeyi eda ederken, "Giyim ve kuşamımdan dolayı dışlanmayayım; ilk bakışta ürkütücü olmayayım!" düşüncesi ve niyeti ile toplum telâkki, örf, âdet, gelenek ve göreneklerine göre davranıyorsa, bunda bir mahzur yoktur; hattâ böyle bir düşünce, takdir ve tebcile lâyık sayılır.

Zaman ve mekâna göre, ilk planda insanlara tuhaf gelecek, onları ürkütecek ve kaçıracak hal, tavır, davranış ve fiillerden sakınmak lazımdır. Bu mevzuda da "illa böyle olmalı" diyerek tekellüfe girmemek esastır. Evet, atalarımızdan tevarüs ettiğimiz kaftanımız, cepkenimiz... Çok hoşumuza gidebilir. Fakat bunlar bugün bazı kimselere başka şeyler çağrıştırıyor, bir kıyafetin ötesinde manaları hatırlatıyor ve ürkütücü oluyorsa, -dinimizin ve kültürümüzün temel sınırlarını aşmamak kaydıyla- görüntümüzle de başkalarını kaçırmamaya özen göstermemiz gerekmektedir. Bir gün muhataplarımız bizi genel karakterimiz, ahlakımız ve evrensel insanî değerlerimiz ile tanıdıktan sonra, artık ne giyersek giyelim, nerede ve nasıl olursak olalım, anlayışımıza, halimize ve davranışlarımıza saygı duyacaklardır ve Allah'ın izniyle ondan sonra bir problem kalmayacaktır.

Binaenaleyh, teşebbüh kastı olmadan bazı benzerliklere girme frenkleşme sayılmasa da yukarıda da ifade edildiği gibi kendi rızası ve ihtiyarıyla bilerek ve kasten onlara her şeylerinde özenerek "Çok şükür frenklere benzedim ve Müslümanlara benzemiyorum" diyen çizgisini koruyamamış sayılır.

Babanın evladına karşı vazifeleri

Babanın evladına karşı vazifesi iki devre halinde mütalaa edilmektedir: Birinci devrede, baba çocuğu rüşde erinceye kadar onu biçime koyma ve ona bir şekil vermede mutlak olarak mükellef ve mesuldür.

Evet, bir baba, rüşd çağına kadar çocuğuna dinî terbiye verecek, ona dinini, diyanetini öğretecek, Allah ve Peygamber inancını telkin edecektir. Bu onun en önemli ve birinci vazifesidir. Bunun yanı sıra o, çocuğunun müstakbel fırtınalar karşısında bir saman çöpü gibi sağa-sola sürüklenmemesini güven altına almaya çalışacaktır. Ayrıca ona güzel bir isim koyması, vakti gelince fuhşa, ahlaksızlığa girmemesi için evlendirmesi de onun vazifeleri cümlesindendir.

Ancak çocuk rüşde erdikten sonra artık babanın bir kısım mükellefiyetleri kalkar. Mesela evladını evlendirmiştir. O ise boşanmış ve yeniden evlenmek istemektedir. Bu durum birinci derecede babayı ilgilendirmez. Veya babası adını koymuş, çocuk ise adını değiştirmiştir, keza bu da babayı ilgilendiren bir durum değildir.

Bunun dışında, babanın "emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker" (iyiliğe yönlendirip kötülüklerden sakındırma) kelimeleriyle ifade edilen bir vazifesi vardır ki, bu vazife ömrünün sonuna kadar devam eder. Evet, her mümin, en yakınlarından en uzağına kadar herkese emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker yapmakla mükelleftir. Gerçi bir baba rüşde erdikten sonra artık evladını zorlayamaz ama ondan sonra da ona diğer insanlara olduğu gibi emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker yapma vazifesini devam ettirir.

Hâsılı, bir babanın birincisi rüşde ereceği ana kadar devam eden, ikincisi de emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker olarak âhir ömre kadar süren iki temel vazifesi vardır. Bu ikinci vazife, baba-evlat münasebetinden daha ziyade hem karabet, hem de mümin kardeşliği vazifesidir. Her baba, bu vazifesini sonuna kadar devam ettirmeli ve çocuğunu dalaletten kurtarmaya çalışmalıdır.

Bugün bu iki vazife de maalesef müminler tarafından ihmal edilmiştir. Çocuklara yaşlarına başlarına göre eğitim verilmemektedir. Bu durumda rüşde erdikten sonra şirazeden çıkan bir çocuğa emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker mahiyetinde hayırhahlık yapılması da artık ona tesir etmemektedir.M.F.Gülen


Konular