ASHAB-I KİRAMA SAYGIDA ÖLÇÜ

Kristalize edilmiş bir elmas gibi çok yönlü bir kemâlâta sahip bulunan Resûl-i Ekrem (s.a.v.), İslâm güneşinin şâşaalı tulûu karşısında çok renkli bir görünüş arz etmekteydi. Onda vaki tecelliyata mâkes olan ashap, bu farklı duruma göre televvün ve tenevvür etmekteydi. Verâset-i Muhammediye'den bu istikamette tefeyyüz eden ashabın kimi imânî meselelerin tahkikine, kimi adâlet-i Muhammediyyenin tatbiki-ne, kimi şecâat yönünün tahkimine, kimi hayâ hasletinin tarsînine, kimi sır saklama mükellefiyetinin temsiline, kimi siyaset-i Ahmediyye'nin uy-gulamasına, birçoğu da ahkâm-ı şer'iyyenin tebliğine varis bulunuyor-lardı.

Bu farklı cihetlere veraset, ashabta zahiren farklı davranışların müşahedesine zemin hazırlamaktaydı. Şecaat-i Muhammediye'ye va-ris olan Hz. Ali ile haya hasletine varis olan Hz. Osman'ın halkın huzu-rundaki farklı davranışları, vazife ve verasetleri sebebiyle olmaktaydı. Su, sıvı halindeki kimyevî özelliğini katılaşmakla veya gaz haline dö-nüşmekle nasıl değiştirmiyorsa, ashab-ı kiram da bu farklı tavırların mahall-i zuhuru olarak şeriata aykırı bir tavır içine girmiş olmuyorlardı.

Zahirdeki televvün, hakikatteki tekevvünü tebdil edecek bir durum olmadığından dolayı, bizim ashab-ı kiram (aleyhimü'r-rıdvan)a olan saygımızı sarsmamalı, onların kadr-u kıymetini tayinde yanlış karar vermemize sebep olmamalıdır. Ashabın değerlendirilmesini Allah ve Resûlü yapmış,yeterli beyanlar da vaki olmuştur. İran'dan gelen ve hiçbir karabet-i nesebiyyesi bulunmayan Hz. Selman (r,a.), "Selman bizden, ehl-i beytimizdendir"(1) hadis-i şerifi ile müstesna bir iltifata nail olmuş ve ehl-i beyt camiasına dahil olmuştur.

Ashabın her biri müctehid derecesinde bulunduğundan, âyet ve hadis ile hükme bağlanmamış meselelerde ictihad etmişlerdir. Onların ictihadlarındaki kıstaslar, birbirinden farklı olabilir, Bu fark, onların me-seleye çözüm aramasındaki ölçüyle ilgili bulunmaktadır. Biz, onların hükümlerini tetkik edebiliriz. Fakat tenkit ve hakemlik yapacak mevkide değiliz. Onların arasında geçen bazı meselelerde kendimize hakim sü-sü verip ashabı yargılayacak ve ahkâm kesecek salahiyette hiç değiliz.

Onların değerlerini tetkik için Allah Resûlü'nün bazı hadis-i şerifle-rini ölçü olarak ortaya koymak, şaşmaz ve şaşırtmaz bu kıstaslar mü-vacehesinde ashabın değerini anlamaya çalışmak en uygun yol olur kanaatindeyim. Bu kanaatle birkaç hadis-i şerifi ıttılaınıza arz etmek is­terim:

"Ümmetimin hayırlısı, aralarına (peygamber olarak) gönderil-diğim kimseler, sonra onların peşinden gelenler (tâbiîn)dir"(2). "Ashabım hakkında düşmanlık yapmakta, (kötü söz sarfetmekte] Allah'tan korkunuz. Allah'tan sakının. Onları benden sonra (düş-manlığınıza) hedef tutmayınız. Kim onları severse, benim sevgim-den dolayı sevmiştir. Kim de onlara düşmanlık yaparsa, benim düşmanım olduğu için buğz eder. Onlara eza veren bana eza ver-miştir. Bana eza veren, Allah'a eza ver(meye teşebbüs et)miştir. Kim Allah'a eza yapmaya kalkışırsa (ilâhî cezanın) onu tutması çok sürmez" (3).

"Ashabıma sövmeyiniz. Nefsim (kudret) elinde olan (Allah)'a andolsun ki, biriniz Uhud (dağı) kadar altın harcamış olsa, onların bir müd (mikdarı buğday)ına ve (hatta) yarışma bile yetişe-mez"(4).

İbadet, zikir ve riyazât yolu ile kulun ulaşacağı en son ve en yük-sek makam, kutupluk derecesidir. Ashabın sohbet şerefiyle ulaştığı ilk makam ise, buradan başlayıp daha yücelere gitmektedir. Bu ölçüyü dikkate alarak düşündüğümüzde ashab-ı kiramın bulundukları mevkii anlamamız kolaylaşmış olur (5).




(1)Feyzü'l-Kadir,c. 4, sh. 106.
(2) Müslim, c. 7, sh. 185.
(3) Tuhfetü'l-Ahzevî, c. 10, sh. 365.