GENÇLİK DERKEN...

Gençlik kelimesi bana, dinamizmi, değişimi, statükoya karşı gelmeyi, bu bilinci, bu kafa yapısını taşıyan kesimi çağrıştırıyor. Bu itibarla benim gençlik tanımım bilimsel kitaplarda yapılan ve genelde 15-25 yaş gurubu olarak kabul edilen tanımın dışına çıkıyor. Bu yönüyle nesil (kuşak) telâkkisine daha yakın düşüyor... Nesil kavramıyla, aynı dünya görüşünü, aynı zevkleri, aynı kafa yapı¬sını paylaşan insanları anlıyorsak, genç insanın anlayış tarzını paylaşan her yaştan insanı genç nesilden sayabiliriz. Meselâ rahmetli Necip Fazıl Kısakürek kendini bizim nesilden sayardı.

Böylece genç adamın dinamik, yeni görüşe açık biri olduğunu söylemiş oluyoruz. Genç adam statükodan, yani durallıktan hoşlanmayan adam de¬mek oluyorsa, statükoyu reddeden herkesi bu kapsam içine sokabiliriz. Ancak benim özelde bu kapsam içinde öne aldığım başka bir kesim var. Kentli, eğitimini yapmakta olan veya bitirmiş, bu niteliğiyle de ülkenin geleceğinde söz sa¬hibi olma erkini kendinde gören kesim...

Köylü gençler veya okuma imkânı bulamayan veya erken yaşta sanat sahibi olmuş gençler de ülkenin geleceğinde elbette söz sahibi olacaktır denebilir. Fakat bu daha dolaylı bir etki. Benim sözünü ettiğim kesim ise söz sahibi olma hususunda daha dolaysız bir erki elinde tutacağını varsaydığımız bir kadrodur.








Şimdi bu kesim içinde İslâm’ı kendine dert edinmiş olanlarla bunun dışında kalanlar arasında da bir ayırım yapılabileceği kanaatindeyim. Bu ikinci kesimdeki gençlik, 60'lı yıllarda fanatik ideoloji bağımlıları olarak ortadaydı. Bunların hareketleri, 70'li yıllarda doruk noktasına ulaştı. Anarşizme ve terörizme dönüştü. '80'li yıllarda aynı gençlik bir yandan kabuğuna çekilirken, toplumsal hayatla, siyasetle, okumayla ilişiğini kesip bunun yerine sadece dersi ve dansı ikâme etti. Ama dansın ritmi değişmişti. 60’1ı yılların Rock'n Roll'u, 80'li yılların sonu ile 90'lı yıllarda Break ve Rap'e dönüştü. 60'lı yılların kendini kalabalığın bir üyesi olarak görmekten rahatsızlık duymayan genci, 70'li yıllarda hiç olmazsa giyim tarzını blucinle değiştirdi.












Ama bu o kadar yaygınlaştı ki, 1980'li yıllarda ve sonrasında blucin bir başına yetmemeye başladı. Kendini amorf kalabalığın silik bir üyesi olmaktan çıkarmak isteyen genç, yanında taşıdığı köpeğiyle, pantolonunun kıçındaki içinden ok geçmiş bir kalp resmiyle, punk’çı saçlar yaptırarak, kulağına küpe takarak kendini göstermek istiyordu. Şimdi bu değindiğimiz gençler için nikah out, birliktelik in olmuştur. Daha da yakınlarda Rap out, Slow in olmuştur.







Müslüman gençlerin dinamizmini havai platformlarda tüketmediğini (tüketmemeleri gerektiğini) düşünüyoruz. Ben bugünün Müslüman gen¬cini, geçtiğimiz yüzyıla oranla daha bilinçli, daha kararlı ve daha seçici bir konumda görmek istiyorum. Onların bizden daha şanslı olduklarını düşünüyorum. Yelpazelerinin bizden daha geniş olduğu kanısını taşıyorum...







Ancak bunları söylemek, bizi, gençleri etkileyen çevre şartlarını göz ardı etmeye zorlamamalı… Dünyanın gidişatı, elbette genç insanı etkilemekten, belki en çok onu etkilemekten geri durmuyor. Servet avcılığının insanların gözlerini kararttığı bir dönemden geçildiği biliniyor. Bu, yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada böyle; fedakârlığın, feragatin, özverinin, dürüstlüğün, bütün bu insanın evrensel değerlerinin yerine, şimdi bencillik ve doymaz bir mal hırsı kaim olmuştur. Denebilir ki, servet düşkünlüğü insanlığın hâlihazırdaki tüm kültürlerinin ortak dini halini almıştır. Böyle olmakla birlikte, bir yandan da servetin adaletsiz ve dengesiz dağılımı, bazı toplum kesimlerini açlık sınırında veya dahası onun da altında tutmaktadır. Bu kesimde yaşayan insanlar arasında; âdi hırsızlık, dolandırıcılık, kapkaççılık, emniyeti suiistimal, gasp suçları artan oranlarda yükselmektedir. Zenginler arasındaysa, aynı suçlar, farklı düzlemlerde ve fakat daha teknik yöntemlerle işlenmektedir (beyaz yaka suçları). Toplumun bu kesiminde işlenen aynı nitelikteki suçlar; büyük vurgunlar, soygunlar biçiminde ve yeni adıyla telaffuz edersek- hortumculuk marifetiyle ika edilmektedir. Bu tür dengesizliklerin yaşandığı toplumsal şartlarda, insan tekinin kendine bir itminan zemini bulması giderek zorlaşmaktadır.











İnsanların; alkol, uyuşturucu, sigara, porno gösteriler gibi onlara geçici oyalanmalar sağlayan yapay meşgalelere düşkünlüğünün artışını böyle bir toplumsal adaletsizliğin ve dengesizliğin varlığıyla izah edebiliriz. Parçalanmış aileler, sokak çocukları, çocuk yaşta anneler gibi, çoğu toplumun gözünden gizlenen dramatik tablolar ile dünyanın nerdeyse dörtte üçünün yaşadığı; işsizlik, cahillik, yoksulluk, açlık ve bunların doğal çocuğu olan; yalancılık, kumar ve her türlü şans oyunları, yozlaşma bu toplumsal gerçekliğin habercileri arasında sayılmalı. Söz konusu çürümüşlük yalnızca bizim ülkemizin değil, ABD’nin de, AB’nin de ve bütün dünya ülkelerinin de gerçekliğidir. Söz konusu konjonktürde, insanların bir başına iyi niyetli olması, çalışma arzusu izhar etmesi yeterli olmuyor; onların bu talebine cevap verecek bir toplumsal şartın mevcut olması gerekiyor.









Ancak biz, gene de, mevcut berzahı insanın kaderi olarak kabul etmek istemiyoruz. Çünkü her şeye rağmen bize göz kırpan bir umut ışığının var olduğunu bilmiyor değiliz. Söz konusu karanlık tablonun içinde, aynı zamanda, alnı secde aydınlığıyla parlayan bir genç insan kuşağının sökün etmekte olduğunu görmemek için kör olmak gerekiyor. Tasavvufî eğilimlerin artan bir ivmeyle ortaya çıkıyor olması, bir başına bu, bizim umudumuzu körüklemeye yetiyor desem yeridir. Aslında hemen belirtelim ki, gelecek günlerin aydınlığı da, şimdiki karanlık tablonun bağrından çıkacaktır.
Şimdilik, şurda burda statükoyu korkusuzca tartışabilen gençlerin görünmesi, onların İslâmî yönde değişim taleplerini dile getiriyor olması, söz konusu umuda destek sağlıyor. Üstelik bu genç insanın İslâm anlayışı katılaşmış değil, tersine esneklik içinde, onlar birbirlerine hoşgörü ile bakabiliyor. Onlar görüş farklılıklarını tehlike olarak değil fakat bir canlılık ve hayatiyet işareti olarak değerlendiriyor. Bu genç insanın, “Ben olursam herkes olur!” bilinciyle kendine baktığını kabul ediyorum.
Aslında gençlerin hareketlerine, tutumlarına eleştirici bir gözle bakılmasına alışılmıştır. Ben kendimi bundan alıkoymak istiyorum. Ben genç insandaki güzellikleri görmek istiyorum. Başka bir yerde ifadeye çalıştığım gibi, onların bir stadyum konserinde ellerini kaldırarak sahneye iştirak etmek istemeleri, bir başına bu olay, bu genç insandaki aşk ve vecd duygusunun varlığına işaret ediyor. Eğer onlara, aşkın ve vecdin doğru istikameti gösterilebilse, ben, içtenlikle inanıyorum ki, bu insan onu reddetmeyecektir. İşte tam da bu nedenle hayatımın hiçbir döneminde, "Nerde o eski günler!" demedim. Şimdi de demiyo¬rum. Herkese Efendimiz Rasûlullah (s.a.v.)’ın: "Ya Rabbi! Onlar bilmiyorlar." derken ifade ettiği fırsatı tanımak istiyorum.



alıntı:


Konular