İlahi yardımdan endişe duyanlar ancak dinden taviz verirler.

Bu yazı ehemmiyetine binaen yazıldı.
Bir zamanlar cemaatteki bir kardeşe şöyle demiştim bak şu ismi lazım olmayan cemaatin elemanları bizi bir gün gelecek radikal olmakla suçlayacaklar,bizimle aynı kitabı okuduğunu söyleyen bir cemaat sarığımızı,çarşafımızı,davamızı,helal haram arasındaki şüphelileri terk etmemezi,helal yoldan kazanmayanların yardımını almamamızı,kızları karma okullarda değilde medreselerde okutmamamızı,evlerde haremlik selamlık uygulamamızı radikallik olarak görecekler.şimdi sizin bu sözünüz ve sizin gibi onlarcasını aynı şeyi söylemesi sözümü haklı çıkardı,acaba gerçekten bizler radikalmiyiz,onlar taviz vere vere batıyamı yaklaştılar ki artık bizim nebevi giyimimiz,yaşatımız,hal ve hareketimiz onlara aşırı gelmeye başladı.biz sadece peygamberin sarığını takıyorduk,hanımlar peygamber hanımları gibi giyinmeye çalışıyordu,üstadımız gibi helal yemeye içmeye çalışıyorduk ve halbuki islamda radikallik yoktu,eğer radikallikle suçlanıyorduysak peygamber efendimiz,sahabileri ve üstatlarımız radikal mi oluyorlardı,Haşa ve kella.Buyurun bu yazıları siz ve sizin gibi düşünenler harmanladığım yazıları vicdanınızla okuyun.
.Hadisi şerifte buyuruyorki; eğer siz kuşlar ın tevekkülü gibi tevekkül etseydiniz asla açlık çekmezdiniz çünkü onlar sabah yuvalarından aç çıkar akşam karınları doymuş olarak gelirlerdi.Tevekkülü yitirmişsiniz.
Zaten günümüz bayanlarin burnunu hayvaya kaldiran bu çalışma teşviki olmadımı....boşanmalarin %51 i bu yüzden olmuyor mu...eko su var diye en ufak bir maraza bile gelmeden soluğu adliye binasinda buluyorlar..
çünkü.Özgürleşmişsiniz.
Bir bayan yakınına soruyor niçin okuyorsun çalışıcam ve hizmet edicem" dedi. öenmli makamlara gelmek istiyordu hizmet için... gerçekten amacın bu mu doğruyu söyle, yoksa nefsine mi ağır geliyor ? dedim. "nefsime de ağır geliyor aslında" dedi. bu insanlar kandırılıyor mu diye düşünüyorum? hizmet etmek bahanesiyle onların nefislerini yaşamalarına yardımcı oluyorlar. bu kızlara yardım edilmese, yönlendirilmese bu kızlar bu kadar sizce adım atabilirler mi böylesine kötülük dolu bir zamanda ? Bilmiyorlar ki başkaları tarafından cinsel dinsel ve ekonomik yönden sömürülüyorlar.
Efendimiz asm buyurmuyorlar mı : bir günaha vesile olmak, onu işlemiş olmak gibidir !
Rızasını Allahın razı olduğu şeylerde aramayıp sonra Allahın razı olmasını beklemeye hakkımız hiç yok.inşallah konuşan hakikattir.bizim içimizi ,ruhumuzu sızlatan acaba dini mübini yüceltmek için çırpınan insanların önüne bidalar ve tevekkülsüzlük ve sadakatsizlik çukurlarını veya duvarlarını koyan gafillerin yaptıklarından dolayı onların içini sizlatmıyor mu?!bize lazım olan Hz ibrahim gibi sadakat ,iman, teslimyet ruhunu göstererek ateşe girmek için bile bir saniye düşünmeyen insan modelidir. en ekmel,yüce ,ulvi ,hakiki din olan islamdan taviz vermeyendir.
islamın hizmete ihtiyacı yoktur insanın kulluğa ihtiyacı vardır ve başörtüsüde müslüman bir bayanın kulluk görevidir. bu görevini( islama hizmet amacıyla!) nasıl aksatabilirki... hem böyle bir hizmet olayı varsa bile Allah bir görevi yerine getirirken diğer bir görevimizi aksatmamızı istermi? bir farzı arka plana atmamızı istermi bu çok mantıksız. yani siz dininizin bir emrini yerine getirmek için diğer bir emrini nasıl aksatabilirsiniz ki!biz niyetlerimizde samimi olalım Allah bize yardım edecektir... ÜZÜLMEYİN, GEVİŞEMEYİN EĞER İMAN ETMİŞSENİZ MUHAKKAK ÜSTÜNSÜNÜZDÜR..(ALİ-İMRAN 139)
Aslında okumaya mecbur edilecek erkek evlattır. Çünkü ancak okuyarak önemli mevkilere (dünyevi) gelebilirler ve gelmeleri de gereklidir. Tabi ilk önce maneviyat verilecek ve bu maneviyat var olduğu sürece ikincisi için çalışılacak.
Kız evlat için ise, okutup makam mevki sahibi yapma zorunluluğu yoktur. Ona lazım olan İslâmi ilimlerdir. Kocasına iyi bir eş olma, çocuklarına iyi bir anne olma bunlar zaten okullarda öğretilmiyor. O İlmi de Annesinden tahsil edecek.
Vakti zamanında eğer bu tavizler verilmeseydi iş bu noktaya gelmezdi . Demek ki en büyük derdimiz taviz vermek, dini zamana uydurmak isteği... oysaki zamanın kendisi dine tabidir, olması gerekende odur.
Tüm bu zulümler yüksek yerlerden yapılmakta... halkın çoğuda ne yazıkki hakikat noktasında beyhude yaşamaktalar. bi taraflara adam getirmek, koymak çare olamaz. Allah Rasulude (sav) en alttan başladı, en yakınlarından başladı... o halde bazı kesimlerin zihniyetine kapılıp falanca yerde adam olsa tüm bu zulümler biterdi demek ne kadar abes bir düşüncedir. İranda örtü zoruınluluğu var... bizimkisinin tam tersi, sizce kadınlar olması gerektiği gibi örtünüyormu? altlarda kotlar, üstlerde kısa bluzler saçın yarısı açık, adı örtündü. cahili kandırmak basittir. ilim vermek lazım, ameli ilim ama. ve bir de şu "aşağılık" kompleksinden kurtulmak ve aslında bu dinin ve bu dinde teslimiyetin asıl şeref kazandırdığını anlatmak lazım... işe çevre, akraba, hatta aileden başlamak lazım. halkın çoğu gelenek görenek diye değil, yada falan öyle diyor diye değil, tam bir bilinç ile yaşarsa o zaman üsttekiler bişey yapamaz... ama adamlar bakıyor zaten aşağı çökmüş, onlar biz ne dersek diyelim yapıyorlar diyor....
ilim yok, taviz var, aşağılık duygusu var... üst taraf değişse ne çıkar? baskı ve zulümle olmaz... ilim lazım...
ismi lazım değil, vakti zamanında bir cemaatteydim. burada ki insanlar hummalı bir çalışma ile devletin her kademesinden yerlere adam sokmaya çalışıyorlardı. kızları, erkekleri... bu şekilde güya devletimiz İslamın emirlerini yaşamak konusunda özgürleşecek, baskılar kalkacakdı.... ve çeşitli adamalrda mutlaka girmişlerdir bir yerlere, hala da çabalıyorlardır... ama bu insanların çoğunda, nerdeyse tamamına yakınında bir şeyler eksikti, neydi biliyormusunuz ? hakikatler, ilim, ihlas... kızlar ayrı bir küfrün içinde, erkekler ayrı bir küfrün içindeydi...çalışmak uğruna kapılıyken açılan kızlar vardı üniversitede, erkeklerin hali de feci, hepsinin kolunda bir kız, kızlarda kapandık zannedilerek giyilen daracık kıyafetler, pardesü bile yok... o nedenle yaşamak isteyen yaşar, ben yaşayanları gördüm,kendilerine yapılan tüm baskılara rağmen yaşayanları gördüm, hayretle ağzım açık kaldı... bildiğimi sandığım şeyler aslında hep yalanlardan ibaretmiş, hakikatler çok farklıymış... eğer düşünceniz hakikat noktasında birilerinin bir yerlere gelmesi ise olabilir belki.... ama birincil çözüm yine de değil bana göre! balık baştan kokar sözünü çok defa duydum kardeşim merak etmeyin. ama İran örneğini de vermiştim... siz yasaları değiştirebilirsiniz, kuran kurslarını açıp, cemaatleşmeyi serbest bırakabilirsiniz, kıyafete yönelik baskıları kaldırabilirsiniz, ama sizde şu sözü duymuşsunuzdur kardeşim "zor olan nefsin değişmesidir"... İmanın kuvvetleşmesidir.sosyal ve içtimai hayata girdikten sonra dava hizmet diyen insanların makam,mevki,para kariyer endişelerini hizmete tercih edip başkalaşmaları ve kaybolup gitmeleri.
İlahi yardımdan ne kadar endişe duyarsanız yardım o kadar eksilerek gelir! ilahi yardıma güvenmek, tutunmak; bu öyle sağlam bi ipki...tutunun, ve öylece kalmak lazım.!endişeler kumkuması insan azıcık yüreğini ferah tutsa; acaba okumaya müsade etmeyen ailelerin kalbini evirip çevirmeye gücü yetebilecek kim?
İşte...mesele burda; yardımın geleceğini 'tavizsiz' beklemek...hayal ürünü değil bunlar, tecrübelerden kalanlar...istikameti yükle kalbine, duayı ekle diline, ihlası azık et kendine...beka tecellisi var mıdır dünyada?ölmeyen insan mı var? ne baki kalmış?ferahlık zamanları mı, darlık zamanları mı? geçmeyen ne var, bitmeyen ne var? bir eşya bile durdukça eskirken, ona bile daimilik yüklenmemişken, ne sürura ne hüzne bakilik verilmemiştir...yani demem o ki; herşey 'geçer' en geçmez sanılan bile...insan en sevdiğinin ölümüne alışabiliyorsa, alışamayacağı, dayanamayacağı hiçbir şey yoktur!
Burdaki taviz ile alınan diploma ahirette hangi mertebeye mukabildir? ahiret diploması nerden alınır ya da...
müslüman bir bayanın örtüsünü vererek karşılığında alacağı şey ilim değildir,veya örtüsünü vermeyince kaybedeceği şeyde kesinlikle ilim değildir,olsa olsa diplomadır ve diplomayla elde etmek istediği işidir,parasıdır.
Üçüncüsü,''İlim mi,başörtüsü mü?''dayatmasıyla kendisinden istenilen şey de sadeca başörtüsü değildir,müslümanca bir hayettır.Velev ki sadece başörtüsü olsa bile,örtünmenin bizim yanımızda değerinin ne olduğunu,terazinin diğer kefesindeki nelerden daha ağır basacağını ilan etmiş durumundayız.
Müslüman bir bayanın örtüsünü ve müslümanca kimliğini vererek karşılığında alabileceği şu yeryüzünde hiçbir şey yoktur.Evet,müslümanca kimliğini ve örtüsünü vererek alacağı her şey:Fe bi'se ma yeşterun-Ne kötü bir alı veriştir!Hazreti Meryem Validemiz,sonradan kazandıklarıyla değil,Allah'ın kendisine verdiklerini,fıtratına yüklediği değerleri koruduğundan dolayı bütün bir yeryüzünün en seçkin kadını kılınmıştır!

Verilmekte olan örtünme mücadelesinin kazanılabilmsi için artık şu andan itibaren örtünen bir bayanın örtüsüne olan imanı öyle bir noktaya ulaşmış olmalıdır ki;
''Vallahi terazinin bir kefesine Güneşi, Ayı, Dünyayı,Dünyadaki bütün diplomaları,sertifikaları madalyaları,alkışları,paraları ve makamları koysalar,diğer kefesinede örtüyü koysalar,vallahi benim yanımda örtü ağır basar!''
Evet,o bir kaç yüz gram ağırlığındaki örtü,mümin bir bayanın yüreğinde böyle bir makama sahip olmalıdır!Daha sonra bu inancını başta örtü düşmanları olmak üzere bütün bir dünyaya ilan etmelidir!
Hatırlarsanız,dün Allah'ın Rasulü (s.a.v) Mekke müşriklerinin kendisine yaptıkları teklife böyle cevap vermişti.Davasından vazgeçmesi karşılığında kendisini Mekke'nin en zengini yapacaklarını,başlarına reis yapacaklarını,en güzel kadınla evlendireceklerini söylemişlerdi.Rasulullah:''Bir elime Güneş'i bir elime Ay'ı koysanız,vallahi bu davadan vazgeçmem!'' buyurmuştu.Bugün bizlerden vazgeçmemizi istedikleri dava,inanınız aynı davadır.Fakat ne ilginçtir ki,karşılığında Rasulullah'a (s.a.v) teklif edilen şeyler bile teklif edilmiyor.
Evet,bir müminin yanında örtünmenin değeri böylesine örçülemez olmalıdır,kimse pazarlığa yeltenmemelidir!Abartığımızı zannediyorsanız,yanılıyorsunuz.Çünkü bu gerçekten böyledir!Dünya hayatı,ahiretle kıyaslandığında kelimenin tam anlamıyla gülünçtür,basittir,az bir faydalanmadır,küçücük bir menfaattan ibarettir!Muhammedi ölçüye göre:''Eğer Allah katında şu dünyanın sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, ondan kafirlere bir yudum su bile içirmezdi!''

Fe bi'se ma yeşterun:Ne kötü bir alış-veriş?
İmanlarını,imani değerlerini dünya ve dünya malı karşılığında satanları ve dünya ile değiştirenleri,dünyevi bir şeyler elde etmeye çalışanları Allah Teala bu şekilde niteliyor.Evet,İslami bir değeri terkederek karşılığında aldığın şeyin miktarı ne olursa olsun,Allah katında o:''Fe bi'se ma yeşterun''dur.

SÖZÜ TUTULMAYA EN LAYIK OLAN ALLAH DEĞİL MİDİR?

Kabirde ayaklarımızı uzatıp huzur içre yatabilmek için koşmak lazım, derd çekmek ve derdi kabre bırakmamak lazım, müslümanın tatili kabirdedir demişti ehli hikmet...
hayatını kurtarmak üniversite okumak diye anlıyan cahil kesimler dandik bölümlere yerleştigi ve o bölümü bitirdikten sonra iş bulamadıgı ve yine okumuyanla aynı statüye sahip oldugu görülmektedir ama okuması ona ne katmıştır bilinmez ama çogu insanın yolunu kaybettigi görülmüştür Allah hepimizin sonunu hayr eylesin .
BİR BAYANIN İBRETLİK SÖZLERİDİR ŞUNLAR: “okumaktan,öğrenmekten zarar gelmez bu doğru.fakat nerede ve hangi şartlarda eğitim aldığın önemlidir.ben şuan bir kuruma bağlı olmasa da öğretmenlik yapıyorum.başta kayınvalidem olmak üzere yaşadığım yerde okuma-yazma bilmeyenlere okuma-yazma öğretiyorum.isteyenlere osmanlıca öğretiyorum.oturduğum mahallede çok sayıda kur'an dersi alan var.tüm günüm dolu yani.peki ben bu durumda çalışmış oluyor muyum?evet.peki benden okuma yazma öğrenenler okumuş oluyor mu?evet.
öyleyse şunu anlamak lazım önce: arkadaşların karşı olduğu şey okumak değil;okurken kendini ve dinini kaybetmek.üstelik hadisle sabit olan bir durum da var: harama bakmak unutkanlık yapar! her öğrendiğini unutan insan boşuna okumasın .
aklına,yaşayışına hayran olduğum zat diyorki: helal dairesi geniştir,keyfe kafi gelir.harama girmeye lüzum yoktur !
Geleceğe dair endişeleri sıklık ile hangi mahluklar dile getirir (mahluk =yaratılmış olan) (..)Kimlerin diline pelesenk olmuştur yarına ve rızka dair endişe kimler çiğner bu iğrenç sakızı ....kimler helal haram gözetmeksizin ezer iffetsizce koruması gereken sınırları..
Şunuda belirteyim ki başlarını açanlar; başörtüsü mücadelesine ihanet etmişlerdir ve bu ihanetleri neticesinde zalimler daha da azmışlardır...Ama onların mantığına bakacak olursak başını hizmet için bile açmayanlar ihanet etmişlerdir.acaba bu sözü yüzlerce sahabiye sorsaydık kime hak verirdi.hizmet için başını açanlara mı,yoksa hizmet için bile olsa harama girememek için başını açmayanlaramı.başını açanlar hizmet için açtıysalar,başını açmayanlar hizmete ihanet mi ettiler.
Mücadele edin ama Allahın takdir ettiği tarzda,peygamberin gösterdiği metodla,mücedidlerin getirdiği silahlarla.
Hani İbrahim Aleyhhisselm vardı nemruta ve babasına karşı tevhid davasında asla geri adım atmadı,,nemrutun yaktığı büyük ateşe karşı pervasızca durup ateşe severek girdi,sizin kör mantığınıza bakılırsa o zat hatamı etti.dininin gizlice yaymak,tedbirli davranmak varken,kendini ateşe attı,ama onun sadakati ve imanı o ateşi ona güllük gülüstanlık etti.yakmadı,demek imanı hakiki elde edeni hiçbir küfür ateşi yakmaz.insan iman ve ihlas zırhını giymeyip taviz verse en küçük ateşler bile onu yakar.
Hani Ashabı kehf gençleri vardı hakikati haykırmak yolunda ne ailelerini ne çocuklarını feda etmekten çekinmediler.kıvırmadılar,taviz vermediler.taviz oyunları yapmadılar.emronulduğu gibi dosdoğru oldular.allahı razı ettiler ve mağarada 300 küsür sene uyudular,ama uyandıklarında hak dinin allah tarafından yayıldığını ve her tarafa hakim olduğunu gördüler.onlar vazifelerini yapıp vazifei ilahiye karışmadılar.acaba onların gittiği yol yanlışmıydı,devmleti ele geçirmek makamları ele geçirmek mevkileri ele geçirmek için hakikatleri gizleyip,taviz vermemekle hatamı ettiler.ihanetmi ettiler dinlerine,soruyorum garip güruha,hatamı ettiler.Haşa ve kella,
Hani Ahmet Bedevi Hazretleri vardı akşama kadar evin damında direk gibi otururdu.ama her müslümanında imdadına koşardı.o allahı razı ederdi allahta onu halka razı ettirirdi.o şimdi hatamı ediyordu damlarda durarak,hatamı etti.Haşa ve kella
Hani imam azam diye büyük müçtehidimiz vardı,zamanın yönetimi onu kadı yapmak istemişti o zat bu zalim yönetimin kadısı olmayı red etmişti,ret etmenin sonucu hapishanede dövülerek şehit edilmişti,o zat sizin mantığınızla bakınca hata etmiş olmuyormu,halbuki dine hizmet için böyle bir makamı kabul edip,kendi adamlarıyla doldurabilirdi,yönetimi yavaş yavaş ele geçirebilirdi,millete hizmet için bazı şeyleri kabul edebilirdi,ama o zat bilirdi ki, vazifemi yaparım Allahın vazifesine karışmam,böyle yapmakla hatamı etti.Haşa ve kella
Hani büyük Müçtehid Ahmet bin Hanbel Hazretleri vardı, zamanın Abbası halifesi o zatı yakalatıp hapse atmış ve Kuran mahluktur demesi için zorlamıştı,ya böyle bir fetva verecekti yada hapiste kalacaktı,o zat fetvayı vermektense hapsi tercih etmişti.sizin kör sakat topal mantığına bakılsa hata etmiş olmuyor mu.dine hizmet için,milletin imanını hizmet için devleti bu zalimlerden kurtarmak için,Kuran mahluktur deseydi ona hiçbir vebal yoktu,dememekle şehitliği kabil etmekle hatamı etti,taviz vererek hizmet etmek varken,Ama o zat bilirdi ki dinin sahibi Allahtır,istese dininini bir facirin eliyle de yüceltir.vazifesini yaptı Allahın vazifesine karşımadı.böyle yapmakla hatamı etti.Haşa ve kella,
Hani Bediüzzman hazretleri vardı,küfür devletine karşı deccal sistemine karşı tek bir adam olarak geri adım atmadan,şaşırmadan,susmadan.korkmadan davasını haykırdı,sizin kör sakat topal mantığınıza göre böyle davranmakla hatamı etti.hapisleri ,sürgünleri,zindanları,işkenceleri tercih ederek hatamı etti,halbuki daha dikkatli davranabilirdi,sarığını çıkarabilirdi,namazını kazaya bırakabilirdi,dinin hatırı için şapkayı başına koyabilirdi,ama yapmadı,geri adım atmadı,dinin izzetini,şerefini ayaklar altına atmadı,hapishanelerde,zindanlarda,sürgünlerde bile olsa dini mübini küfür düzenine bırakmadı,mason köpeklerin tahhakümüne boyun eğmedi,kimsenin maşası olmadı,oyuncağı olmadı,zalim kafir papalarla,hahamlarla el ele gezmedi,tek başına öyle bir külli hizmet etikti bugün eserleri fikirleri davası bütün dünyayı fet etti,milyonlarca insanın İslam ve hizmet dairesine vesile oldu,çünkü o zat bilirdi ki galip etmek etmemek,hidayet vermek vermemek,islamı getirip getirmemek,Allahın vazifesi benim vazifem sadece tavizsiz çalışmaktır.gerisine karışmamaktır.Allah istedimi bir adamın eliyle de islamı yayar,Allahın dini izzetlidir,izzetli bir din izzetli mücahidler ister,böyle yapmakla hatamı etti.Haşa ve Kella
Bizler hizmet diye bidalara taraftar olarak,delalet vadilerine düşerek,istinat ve istimdat kalelerini şaşırarak mı hizmet edeceğiz.bu tarz hizmetlerle yapılan tek şey var maddi ve manevi fütuhatların,manevi feyizlerin,duaların önün kesmekten başka bir çaba yok elimizde.Asrın imamına harfi harfiyen uymayan cehalet ölümü üzerine ölür.diyor hadis.dikkat edin hakiki imama diyor.sahtelerine değil.
Bir hadisi şerifte vardır ki Ahir zamanda Bir camide bin kişi namaz kılacak ama içlerinde bir tane makbul olacak.insanlar gömleğini çıkarır gibi imanlarını çıkaracaklar.ne kadar dehşetli bir hadisler değimli,acaba bu 1000 tane müslümanın imanını böyle sallantıda olmasına sebeb olan nedir.demekki iş sadece namaz ile bitmiyor,kimse beni şu bu namaza başlattı deyip te övünmesin,o namaza başlattığın adamın itikadını.imanını sağlamlaştırmadığın için o adamın imanı sallantıda,çünkü o namazdan üstün tutuldu hizmet,adam olsunda yığınlar olsunda mantığı ile hareket edildi.şimdi soruyorum mevkileri mi tutmak makamlara mı gelmek önemli yoksa imanları sağlamlaştırmak mı önemli,küfrün ateşi göklere kamet etmiş siz o ateşe karşı iman suyunu tutacağınıza her dem ihanet üflüyorsunuz bilerek yada bilmeyerek.demek ki çokluk önemli değil yığınlar yetiştirmek önemli değil,o insanlara hakiki iman kazandırmak önemli,o camideki namazı makbul olmayan insanlar kimlerdir.senin onu bunun cemaatindeki insanlardır.baş açarak,namazları kazaya bırakarak,helal harama dikkat etmeyerek,tahkiki iman kazanılmaz.emredildiği gibi dosdoğru olmakla kazanılınır.
Yıllardır eğitim camiasının içindeyim,hizmet adına öğretmenliğe başlayan bir çok bayanın bu yolda iffetini,hayasını,edebini yitirip sosyal ve içtimai hayatta kaybolup gittiklerini gördüm.şahsi kaygıların,mevki makam para vb gibi kaygıların hizmetin yerini aldığını gördüm,ne kadar basitleşip bayağılaştıklarını gördüm,erkek öğretmenlerle göz göze diz dize muhabbetlerini gördüm,bu halleri beni kahrettikçe bunları hizmet diye evlerinden çıkarıp hayasızlaştıranlara lanet okudum.namazlarını feda ettiklerini gördüm,para hırsının onları bencilleştirdiğini gördüm,şefkat hislerini öldürdüğünü gördüm.çalışmayan örtülülere bakınca çalışan bayanların neleri kaybettiğini gördüm.doğum sonrası aylık izinlerini bitirmeden çocuğunu sütten keserek Annesine en muhtaç olduğu bir zamanda annesi tarafından terk edildiklerini gördüm.çünkü Anne alışmıştı para kazanmaya,çalışmaya,çocuğunun yanında bile 3 ay duramamıştı.atmıştı bakıcının sahte kucaklarına,koşmuştu fasık hain adamlarla çalıştığı ortama,
İnsanları mevkileri makamları solcular masonlar dinsizler mi tutsunlar diyerek aldatıp tavize sevk etmeyin aldatmayın yıllarca içinde bulunduğum eğitim camiasında hiçbir solcu öğretmenin çocukların aklına kendi fikirlerini enjekte ettiklerini görmedim.bırak çocuklara kendi çocuklarına bir böyle bir şey yapmadılar,zaten yüz öğretmenin içinden belki bir kaçı solcu yada koministi.ama solcu bile olsalar iyi eğitimciydiler.şimdinin idealsiz gayesiz öğretmen yığınlarından daha iyidiler.hakiki eğitimciydiler,sizin masallarınızda dediğiniz gibi kimseye zulm eden insanlar değillerdi.Allahtan korkun insaflı olun bu milleti dinsiz kominist yerine koymayın,70 milyon içinde sayıları 500 bini geçmeyen sabetayist denilen Yahudi vardır.bunların çoğusu ya sanat sinema edebiyat medyada yada ülkenin dış işlerinde üniversitelerini tutmuşlardır.bunlarında sonu gelmiş durumdadır.birde soyları tükenmek üzere olan koministler solcular kalmışlardır. Ülke nüfusuna vurunca bunların sayısı tükenmek üzeredir.sanki bütün daireleri makamları bunlar işgal etmişler gibi bir masalla insanları uyutmayın,bugün bir sürü açık bayanlar ,öğretmenler,hemşireler,doktorlar,vb gibi meslek sahibi olanları kalkıp dinsizlikle soyalist olmakla mason olmakla nasıl böyle itham ediyorsunuz,sanki bütün makamları masonla dinsizler işgal ediyormuş gibi insanları aldatıyorsunuz.vallahi billahi öyle fasık solcu insanlar gördüm ki onlarca din adına ortaya çıkıp mevki makam işgal edenlerden daha adil şerefli ve dürüst idiler.işgal ettikleri mevkilerde vallahi billahi müslümanın işinden çok fasıkın solcunun işlerini severek yaptıklarını gördüm.bir cemaat ehli müslümanın işini yapmayıp,bir fasık insan için geceleri daireyi açtırıp işini göreni gördüm.eğer bu camia dışında olsaydım ve bunları görmeseydim,yada başka dairelerde çalışan arkadaşları dinlemeseydim söylenen masallarınıza aldanırdım.ama şimdi ne deseniz nafile.kimseyi kafir yapmak gibi bir davam asla olamaz.ben sadece tavizli hizmet ile,her şeyi körü körüne kabul ederek hain sıfatını kazanmamak gerekir.


4 yorum

temcit pilavı

Yine aynı temcit pilavı.Isıtın servis edin bakalım tahkik bey..

15.01.2008 - Suvari

TALEP OLMAZSA ISITMAYACAĞIZ

temcit pilavına talep var kardeş tadına doymayan varda mecburen ısıtıp ısıtıp ikram ediyoruz,.mizanlar ölçüler bozulmuş kimse farkına varmıyor.tekraratta faide vardır kardeş,bilirsiniz beşer nisyan ile maluldur.bazı hakikatler akılla değil karınla ,dinlenir olmuş,yanlışları savunan insanların yanlışlarını söylemekte yanlış olmuş,hayret.bir yanlış görünce elinizle dilinizle düzeltin onada gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğz ediniz.bu imanın en küçük halidir. diyor efendimiz,
hakkında kesin ayet ve hadis bulunan meselelerin ahir zamanda içtihat ameliyatına sokulup pratisyenlere cerrahi mudahale yaptırılması ve içtihad ile o kesin ayetlerin şaşılaştırılması,skandalı yoktur çoğusuna göre.ama bize göre vardır.

Boş ve abes sözlerin maskaralığını yapmaktansa
güzel sözlerin hamallığını yapmayı tercih ederim.

15.01.2008 - tahkik

SIĞ GÖNÜLLER

Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “İnnallahe yuhibbu’l-abde’t-tekıyye’l-ganiyye’l-hafiyye”[1] buyurarak, Mevlâ-yı Müteâl tarafından sevilen kulların üç önemli vasfını zikretmiş; “Allah takvâ ile serfiraz, masivâdan müstağnî ve gizli enginlikleri bulunan kulları sever.” mealindeki bu beyanıyla “takvâ”, “istiğnâ” ve “iç derinliğine sahip olma” özelliklerine dikkat çekmiştir.

Hayır Kapılarının Sırlı Anahtarı: Takvâ

Bilindiği üzere; takvâ kelimesi, gayet iyi korunma ve sakınma demek olan vikâye kökünden gelmektedir. Takvâ, kısaca “Allah’ın emirlerine itaat edip, yasaklarından kaçınmak suretiyle O’nun azabından korunma cehdi” şeklinde tarif edilmiştir.

Tam ihlasa ermek için her çeşit şirk şâibesinden sakınmak gerektiği gibi, kâmil takvâyı elde edebilmek için de şüpheli şeylerden de bütün bütün kaçınmak icap eder. Nitekim, “Bir kul, sakıncalı şeylere girme endişesiyle bir kısım sakıncası olmayan şeyleri de terk etmedikçe gerçek takvâya ulaşamaz!” mealindeki hadis-i şerif gibi pek çok beyân-ı nebevî “sağâir” dediğimiz küçük günahlardan da kaçınmayı ve Kur’ân’ın “lemem” dediği şeylere karşı da titiz olmayı ihtar etmektedir. Bu açıdan, takvâ-yı tâmm, ancak küçük günahlardan ve şüpheli şeylerden de sakınmakla elde edilebilir.

Ne var ki, değişik vesilelerle dile getirdiğim gibi, dinin emir ve yasaklarına tam riayet etme şartlarının alabildiğine ağırlaştığı ve dolayısıyla hakiki takvâya ulaşmanın çok zorlaştığı günümüzde, herkesi kâmil takvâya zorlamak dinin özündeki “teysir” (kolaylaştırma) prensibine terstir. Hizmet dairesinin çok genişlediği ve dinî hassasiyetleri gözeten insanların hayatın hemen her sahasında yer aldığı bir dönemde, umum halka takvânın en üst mertebesini teklif etmek, onu altından kalkılmaz bir yük olarak göstermek demektir. Çünkü, böyle bir teklif, inzivaya kapanmayı, sokağa çıkmamayı, eli ayağı, dili dudağı, gözü kulağı günaha bulaştırmamayı, farzların ötesinde nafilelerde bile kusur etmeyecek şekilde kendini ibadete vermeyi ve sakıncalı bir iş yapmış olmamak için şüpheli şeylerden de uzak durmayı gerektirecektir. Nihayet, bu seviyede bir takvâyı temsil etmek, günümüzün şartları içinde çoklarına imkansız gibi gelecektir; dolayısıyla, meseleyi herkes için o çizgide ele almak dinin “teysir” ilkesiyle çelişecektir.

Binaenaleyh, bugün takvâ, “farzları titizlikle yerine getirme ve büyük günahlardan kaçınma” tarifiyle ortaya konarak onun zarûrî ve câmi’ iki esası nazara verilmeli; takvâ dairesi bu denli geniş tutularak, hiçbir mü’minin dışarda kalmaması sağlanmalı; bilâhire insanlar daha üst mertebelere ulaşma ümidiyle şahlandırılmalı ve herkesin iradî olarak adım adım kâmil takvâya doğru yürümesi temin edilmelidir.

Evet, Allah’ın sevgisine mazhar kulların ilk özellikleri takvâ dairesine girmiş olmalarıdır. Zira, takvâya sığınmadan Kur’ân’ı anlamak ve ondan gereğince istifade etmek mümkün değildir. Daha Bakara suresinin ilk ayetlerinden itibaren nazara verildiği üzere, Kur’ân, kapısını ancak müttakîlere aralar, o herkesten önce ehl-i takvâ için bir hidayet kaynağıdır; zaten takvâya da yalnız Kur’ân yörüngesinde yürümekle ulaşılır. Müttakîler, hem Kur’an ayetleriyle nefes alıp vererek kalbî ve ruhî hayat adına daima canlı kalırlar; hem de Beyan-ı İlahînin ışığı altında âyât-ı tekvîniyeyi sürekli tetkik ve tefekkür ederek Allah’ın (celle celâluhû) kâinatta câri sünnetine (kanunlarına) muvafık davranırlar. Böylece, takvâ sayesinde, aşağıların aşağısına yuvarlanmaktan kurtulmuş, “a’lâ-yı illiyyîn” yolunu tutmuş ve bütün hayırların, bereketlerin kaynağını bulmuş olurlar.

İstiğnâ Ruhu ve Beklentisizler

Hususiyle kendini iman ve Kur’an hizmetine adamış bahtiyar ruhlar için, takvâdan sonraki en önemli vasıf istiğnâdır. Hadis-i şerifteki, “ganî” kelimesi, “Allah’ın verdiği nimetlere kanaat ettiğinden kat’iyen başkasının eline bakmayan, hep müstağnî davranan, gönlü zengin, beklentisiz” demektir ve istiğnâya işaret etmektedir.

İstiğnâ, peygamberlik mesleğinin şiarıdır. Bütün peygamberler, peygamberlik vazifesini eksiksiz yapacaklarına ve bunun karşılığında hiçbir dünyevî ücret almayacaklarına söz vermişlerdir. Kur'ân-ı Hakîm, onların, kendi ümmetlerine -ağız birliği etmişçesine- “Ben sizden ücret beklemiyorum ki! Benim mükâfâtım ancak Allah nezdindedir.” (Yunus, 10/72) dediklerini anlatmaktadır. Hakikaten onlar, peygamberlik vazife-i kudsiyesinin dünyaya alet edildiği töhmetine meydan vermemek için hayatları boyunca istiğnâya bağlı kalmış ve bu müstağnî halleriyle sonraki nesiller arasında neşr-i hakkı kendilerine vazife edinenlere hüsn-ü misal olmuşlardır.

Yâsîn suresinde anlatılan kahraman (Habib-i Neccar) da “Yaptıkları tebliğ karşılığında sizden bir ücret istemeyen, hiç menfaat beklemeyen, dosdoğru yolda yürüyen bu kimselere uyun.” (Yâsîn, 36/21) demek suretiyle, yine irşad erlerinin aynı vasfına dikkat çekmiştir. Habib-i Neccar, arkasında yürünecek rehberlerin en önemli iki vasfını nazara verirken, onların hizmetlerine mukabil hiçbir ücret/menfaat beklemediklerini ve herkesten önce kendilerinin dosdoğru yolda yürüdüklerini belirtmiştir ki, doğrusu, bu iki sıfatı üzerinde taşımayan kimselerin başkalarına hidayet yolunu göstermeleri hiç mümkün değildir.

Nur Müellifi, iman ve Kur’an hizmetine gönül vermiş insanlar için istiğnânın çok önemli bir rükün olduğunu vurgulamaktadır. Meseleye dini dünyaya alet etme töhmeti açısından da yaklaşarak, ehl-i dalâletin, “İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar” deyip ehl-i ilme insafsızcasına saldırdıklarını ve dolayısıyla onları fiilen tekzip etmek gerektiğini belirtmektedir.

Aslında bugün de bazı kimseler aynı hastalığa müpteladır ve onların yüzünden bütün müslümanlar karalanmaktadır. Kur’an okuma üzerinden gırtlak ağalığı yapanlar, ruhsuz bağırıp-çağırmaları dua yerine koyanlar ve bir kısım soğuk merasimlerle dini folklorlaştıranlar ma'şeri vicdanda müsbet bir tesir uyaramadıkları gibi İslam’ın güzel çehresini de karartmaktadırlar. Niyetleri dünyevî menfaatler olduğu müddetçe gönüllere nüfuz edemeyeceklerini anlayamamakta ya da ücret beklentisi içinde bulunduklarından dolayı başka ulvî gayeleri hiç düşünememektedirler.

Oysa, sözün tesir etmesi, sesin gür ve güzel oluşuna, nağmenin zahiren iç yakışına değil, Cenâb-ı Allah'ın meşietine bağlıdır. Allah Teâlâ, sözün tesirini, büyük bir ölçüde, söyleyenin hasbîliğine, diğergamlığına ve yaptığı irşad vazifesi karşılığında hiçbir ücret beklememesine bağlamıştır. Çoğu zaman, bir köşeyi veya bir kürsüyü tutmuş, sadece dine hizmet için yaşayan samimi, hasbî ve diğergam bir insan, cılız bir sesle, pek de parlak görünmeyen bazı şeyler anlatır; fakat, ma'şeri vicdanda büyük bir tesir bırakır. Çünkü, o müstağnî bir insandır ve muradı da Allah’tır.

Bu itibarla, Kur’an talebeleri, dava-yı nübüvvetin birer temsilcisi olarak Peygamberlerin istiğnâ yolunu takip etmeli ve daha baştan “Benim mükâfâtım ancak Allah nezdindedir” diyerek iman hizmeti adına yapıp ettiklerine karşılık asla dünyevî bir ecir beklememelidirler. Köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir, hatta ülke ülke dolaşırken, hemen her yerde i’la-yı kelimetullah hesabına bir nağme tuttururken, vaaz, sohbet ve nasihat ederken ya da bir insana tek hakikatı anlatırken çok hasbî olmalı ve asla dünyevî bir karşılık ummamalı, almamalıdırlar. Dünyanın mal ü menâline meyil göstermemeli, neşr-i hak vazifesine mukabil kimseden bir ücret istememeli; ancak kifaf-ı nefs edecek kadar bir iaşe bulurlarsa onunla geçinmeli ve hep istiğnâ içinde hareket etmelidirler.

Telbis Yolu

İşte, bu ölçüde bir takvâ ve istiğnâ, Cenâb-ı Hak tarafından sevilmenin iki önemli vesilesidir. Fakat, hadis-i şerifte bu iki mübarek vesileye derinlik katıp mahbubiyet yolunu bütün bütün açacak olan üçüncü bir husus zikredilmektedir. En az ilk ikisi kadar ehemmiyetli olan bu vasıf, insanın iç derinliğine, gönül zenginliğine, ruh enginliğine sahip olması ve bunu bir sır gibi başkalarından saklamasıdır. Evet, bazı şeylerin gizli kalması matluptur; bunların başında da insanın iç derinliği ve şahsî faziletleri gelir; samimi bir kulun, mazhar olduğu hususî ihsanları mahfî tutması ve her fırsatta kendi faziletlerini sayıp dökmekten kaçınması gerekir.

Müttakî ve müstağnî kulların Hazreti Mevlâ ile bambaşka bir münasebetleri vardır; onlar, zaman zaman kendi nefislerinden dahi kıskanacakları aydınlık vakitlere ve sürpriz, eşsiz ilahî lütuflara mazhar olurlar. Ne var ki, Hak Dostları, Allah Teâlâ’nın ihsan buyurduğu nurlu dakikaları ve o münevver zaman dilimlerinde lutfettiği ikramları, keşf ü kerametleri hep gizlemeye çalışırlar. Cenâb-ı Hakk’ın hususî teveccühlerinin ve o teveccühlerin değişik ikramlar şeklindeki tezahürlerinin saklı kalmasına çok dikkat eder ve bunları kimseyle paylaşmak istemezler. O’ndan gelen hususî ihsanların gizli birer armağan olduğunu düşünür ve bir sır gibi sadece Veren ile verilen arasında kalması gerektiğine inanırlar. Dolayısıyla, mazhar oldukları o fevkalâde hallerden kimseyi haberdâr etmemeye gayret gösterirler; yalana girmemeye ve insanları aldatmamaya da dikkat ederek, halk nazarında âhâd-ı nastan bir insan olarak bilinmek için olabildiğine sığ görünürler. Tasavvuf’ta, kendi iç derinliğini gizleyip insanlardan herhangi bir insan gibi görünmek için çaba sarfetmeye “telbîs” denilegelmiştir.

Olgun bir telbîs insanının ana hedefi, her şeyde kendini nefy ü inkâr ve Hakk’ı izhardır. O, iç derinliğini ve muhteva zenginliğini ağyara hissettirmeme ve sürekli kendini sıfırlama peşindedir. Dolayısıyla, iddia ve iddia işmam eden söz ve davranışlardan her zaman uzaktır; öyle ki, üzerinde beliren hususiyetlere mazhariyet demekten dahi kaçınır. O, bir yandan, harika yanlarını asla kendine mal etmez ve mazharı göründüğü esrârın gerçek sahibi olduğu hissini uyarmaz; diğer taraftan da, melâmet mülahazasına bağlı yaşayan bazı kimselerin şahıslarında İslâm’ın ta’n ve teşnîye uğradığını göz önünde bulundurur ve aynı hataya kapı aralamaz. Öyle ustaca manevralarda bulunur ki, hem kendini sığ gösterir hem de İslam’a ve müslümanlara laf getirmez.

Kendini Sıfırlama ve Melâmet Mülahazası

Tarih boyunca, her türlü gösterişten ve dünya kaygısından uzak kalmayı benimseyip giyim-kuşam, yeme-içme, tavır ve davranış açısından farklılıklar sergileyen ve gerçek konumundan çok daha dûn görünen kimseler olmuştur ki bunlara genel olarak “melâmî” adı verilmiştir. Hakiki mertebelerini sezdirmemek için toplum içinde sıradan birer insan gibi davranıp kendilerini belli etmeden yaşamaya çalışan melâmîler, Allah'la münasebetlerinin tezahürü olan hallerini halktan gizlemeye gayret etmiş; bunun için de, insanlara yalnız kötü taraflarını göstererek çevrede kusurlu kimseler olarak bilinip ayıplanmaya ve kınanmaya razı olmuşlardır.

Bazı melâmîler, kimi zaman çok hırpânî elbiselere bürünmüş, bir dilenci edasıyla sokaklarda dolaşmış, bazen de zühd ve vera anlayışından bütün bütün nasipsiz kimselermiş gibi bir tavır sergileyerek en gösterişli kaftanlar giymişlerdir; fakat, her zaman sıradan insanlarmış, hatta ehl-i dünyaymış gibi görünmeyi tercih etmişler ve kendilerini saklamaya çalışmışlardır. Dahası, bazıları bu mevzuda ifrata girerek, ara sıra meyhaneye bile uğramış; orada diline-dudağına bir yudum haram bulaştırmamış ama halkın sandığı kadar salih bir kul olmadığı intibaını uyarmak için bu yolu da denemişlerdir. Onlar, ehlullahtan biri olarak bilinmeyi ve parmakla gösterilmeyi kendi haklarında felaket saymış; insanların nazarında zavallı bir adam olmak gerektiğine inanarak, “dini disiplinlere karşı lâkayt, ciddiyetsiz, yüzer gezer bir adam” şeklinde tanınmayı yeğlemişlerdir.

Ne var ki, günümüzde kendini sıfırlamak, halk nezdinde büyük bilinmekten kaçmak ve düz bir insan gibi görünmek için böyle ifratkâr bir metoda sarılmayı tasvip etmek mümkün değildir. Çünkü, bugün her müslümanın dini temsil etme ve hem diğer mü’minlere hem de farklı inanç ve felsefelerin tâbilerine örnek olma vazifesi vardır. Dolayısıyla, gizli enginliklere sahip bir insan olma meselesinde de dengeyi gözetmek gerekmektedir. Hâlis mü’min, kendini ifade etmekten kaçınmalı, her fırsatta şahsî faziletlerini anlatmamalı, ticaret metaını bir vitrinde sergiliyor gibi kendine ait değerleri sık sık ortaya dökme bayağılığından uzak durmalı ve her zaman düz bir insan görünümünde olmalıdır; fakat, bunu yaparken, aynı zamanda İslam’a ve bir uzvu olduğu şahs-ı maneviye laf getirmemeye de azamî çaba harcamalıdır.

Şahs-ı Manevînin Haysiyeti

Evet, töhmete sebebiyet verebilecek hususları, hususiyle de günümüzde tasvip etmek kat’iyen mümkün değildir. Çünkü, bugün ferdîlikten ziyade şahs-ı manevi ve heyet-i İslamiye söz konusudur. Her müslümanın tavır ve davranışının şahs-ı maneviye ve İslam’a mal edilmesi mevzubahistir. Bundan dolayı, çok önemli bulduğum dualardan biri de, “Allahım bizim tavır ve davranışlarımızdan dolayı Müslüman kardeşlerimizi yere baktırma, bizim hatalarımızla onları mahcup etme!..” yakarışıdır. Her mü’min bu duayı günde bin defa tekrar etse, içinde bulunduğumuz şartlar göz önünde bulundurulunca yine de az sayılır. Zira, şimdilerde tek ferdin yakışıksız bir hareketi bütün inananlara kredi kaybettirebilmektedir. Tutarsız davranışlar sergileyen bir insan, bütün müslümanları zan altında bırakmaktadır. Onun haline bakan kimseler, genellemelere gitmekte ve “Şayet, İslam bir şey ifade etseydi, bunların tavırlarında bir istikamet ve mütemadîlik olurdu; oysa bunlar hep böyle zikzaklar çiziyorlar” demektedirler. Dolayısıyla, inanan insanlara has vakar ve ciddiyet içinde bulunmayan ve Necip Fazıl’ın ifadesiyle, zıp orada zıp burada gezinen kimseler, çevrelerine güven telkin edemedikleri gibi müslümanların inandırıcılığına da zarar vermektedirler.

Bu açıdan, günümüzde “İttekû mevâdia’t-tühem – Sizi zan altında bırakacak yerlerden uzak durun, töhmet noktalarında bulunmaktan sakının” mealindeki hadis-i şerife bağlı hareket etmek eskiye nisbeten daha da hayatî bir ehemmiyeti haizdir. Evet, töhmet ve sû-i zanna sebep olacak pespaye davranışlardan kaçınmak gerektiği gibi, töhmet fiillerinin cereyan edebileceği yerlerden, onlara götüren duyguları tetikleyebilecek mekanlardan ve bir lokma, bir kelime, bir dinleme ve bir tecessüsle insanı özünden uzaklaştırabilecek kaygan zeminlerden de elden geldiğince uzak durmaya çalışmak lazımdır. İslam’ın aydın simasına kara çalmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Bu itibarla da, “Kendimi sıfırlayayım, sığ görüneyim, hafî olayım!” derken, İslam’ın ve müslümanların yanlış anlaşılmasına ve ayıplanmasına sebebiyet verebilecek hal ve tavırlara girmemeye de özen gösterilmelidir.

Her meselede ümmetine nümune-i imtisal olan Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in hayatı boyunca tenkit edilebilir hiçbir tavır ve davranışı olmamıştır. O, hem peygamberliğinden evvel hem de risaletle tavzif edildikten sonra “Keşke şunu yapmasaydı!” dedirtecek bir harekette bulunmamış ve sorgulanacak bir tavır ortaya koymamıştır. Peygamberlik gelmeden önce, hatta risalet döneminin yarısı geçtikten sonra bile henüz dinî emirlerin ve İslam ahlakının esaslarının tamamı ortada yoktur; dolayısıyla dinî kurallar tamamen vaz’ edilmemiştir ki, İnsanlığın İfthar Tablosu İslamî kaideler çerçevesinde yaşasın ve dinî esasların rehberliğinde nümune-i imtisal bir insan olsun. Fakat, mübarek hayatının ilk döneminden başlamak üzere, O hep genel insanî değerler çizgisinde hareket etmiş; Hazreti Üstad’ın yaklaşımıyla, kendisine vahiy gelene kadar Hazreti İbrahim’in çok perdeler arkasında kalmış bakiyye-yi diniyle amel etmek suretiyle mükemmel bir hanîf olarak yaşamıştır. Sonra da, Allah Teâlâ, o hanîflik üzerine habîblik hakikatini yüklemiş ve Rasûl-ü Ekrem’i bütün insanlığa rehber kılmıştır.

Evet, O’nun hayatının hiçbir dönemindeki hiçbir hal, tavır ve davranışını tenkit etmek mümkün değildir. Bu açıdan, gizli derinlikli bir insan olmanın çerçevesi de ancak Rehber-i Ekmel (aleyhi ekmelüttehâyâ) Efendimiz’in örnek hayatına göre belirlenebilir. O, hakperest ve mütevazı tabiatına uygun olarak ve bazen de başkalarını kıskandırmama maksadıyla gerektiğinde hemen tavrını ortaya koymuş, tevazu ve mahviyet içinde iki büklüm olmuştur; fakat, Fazilet Güneşi, daha sonra ümmetini mahcup edebilecek hiçbir davranışta bulunmamıştır.

Bu itibarla, günümüzün irşad erleri, bir taraftan hafî olmaya çalışırken, diğer yandan da Müslümanlığın yüz karası sayılabilecek tavır ve davranışlardan sakınmalıdırlar. Evet, onlar, Mevlâ-yı Müteâl ile baş başa kaldıklarında derinlikleri ihata edilemeyen birer ârif u âbid olmalı, dışarıda ise düz bir insan tavrı sergilemelidirler; ne var ki, mensup oldukları şahs-ı manevinin haysiyet ve şerefi adına fevkalâde hassas davranmayı ve sûizanna vesile olabilecek bayağılıklardan fersah fersah uzak durmayı da ihmal etmemelidirler.

Ateş Böceği Görünümlü Yıldızlar

Ayrıca, iyi bir mü’min, içte ve Rabbi ile münasebetinde olabildiğine derin, fakat dış görünüşü itibarıyla mukassî olmak suretiyle hasımlarının kin, nefret ve gayz duygularıyla homurdanmalarına, dostlarının da hased hisleriyle oturup kalkmalarına mani olabilir. Haddizatında, derin olup sığ görünmek mü’minlik emaresi olduğu gibi, sathiliğine rağmen gizli enginliklere sahipmiş gibi davranmak da bir nifak alâmetidir.

Halkın nazarında nice şişirilmiş insanlar vardır ki, onların Hak nezdinde sinek kanadı kadar dahi kıymetleri yoktur. Aksine, hadis-i şerifin ifadesiyle, “Nice saçı-başı dağınık, kapı kapı kovulan ve asla önemsenmeyen kimseler de vardır ki, herhangi bir hususla alâkalı Allah’a yemin etseler, Allah onları yeminlerinde yalancı çıkarmaz.” İşte, asıl talihliler, “Dışıyla mukassi, içiyle muallâ; fevvâre değil, girdap gibi muammâ” olan bu müberrâ gönüllerdir.

Pek çok meselede olduğu gibi, gizli enginliklere sahip olup sığ görünme fazileti de ancak başlangıçta iradenin hakkını vermek suretiyle zamanla elde edilebilir. Aslında, insan sadece sığ görünmemeli, her zaman kendisini gerçekten sığ kabul etmelidir. Mesela, bir Kur’an talebesi sürekli şu duygularla dolu bulunabilir: “Yetiştiğim ortam itibarıyla, ben daha ciddi bir insan olabilirdim. Cenâb-ı Allah, mütedeyyin bir aile, dindar bir anne-baba nasip etti; çevremde birbirinden kıymetli büyüklerim vardı. Ehlullah’tan olduklarına inandığım Hak dostlarının öteler televvünlü atmosferlerine defaatle girip çıktım. İyi bir mü’min olabilmem için lazım gelen bütün imkanlar mevcuttu; öyle ki, imkanların bu denli bol olduğu bir ortamda bir merkûp bile insan olabilirdi. Heyhat, ben yakalamam gereken mertebeye bir türlü ulaşamadım. Şayet, Cenâb-ı Hakk’ın sağanak sağanak başımdan boşalan lütuflarını değerlendirebilseydim, daha seviyeli bir insan olarak yetişebilirdim; başımı kaldırdığım zaman İsrafil’in azametli heykelini müşahede edebilirdim, secdeye kapandığımda Arş-ı ilahiye değecekmiş gibi olabilirdim. Oysa ki, bunların hiçbiri bende yok, dahası manaya karşı kapalı gibi bir halim var. Demek ki, onca imkanı heder etmişim; dolayısıyla ben sadece bir sıfırım.”

İşte, her zaman bu düşüncelerle meşbu bulunan bir Kur’an talebesi, zamanla nefsini bir sıfır olduğuna gerçekten inandırır. Kendisine telkin ede ede mahviyet ve tevazuyu tabiatının bir derinliği haline getirir. O, ne kadar derin olursa olsun, artık kendisini hep sığlardan sığ bilir. İşin bidayetinde iradî olarak nefsini sorgular; fakat, bu mülahazalar zamanla onun tabiatının bir parçası oluverir ve başlangıçtaki iradîlik müntehada tabiîliğe inkılap eder.

Hâsılı; Allah’ın sevgisine mazhar olan bahtiyar ruhlar, takvâ ile serfiraz ve masivâdan müstağnî olmanın yanı sıra, “İnsanlar içinde insanlardan bir insan ol!” düsturunu da gönlüne yerleştiren ve gizli enginlikleri bulunmasına rağmen olabildiğine mukassî görünen insanlardır. Onlar, vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında iç dünyaları itibarıyla derinlerden derindirler; fakat, kendilerini aşmışlığın ifadesi olarak da her zaman halkın arasında onlardan bir fert ve aktif bir hizmet eridirler. Allah’la münasebetlerini iradî olarak gizlemeye çalışır; ilâhî tecellî ve vâridleri setredilmesi gereken birer namus gibi korurlar. Gayr-ı ihtiyari ortaya çıkan fevkalâde hallerini de değişik tevriyelerle âdeta çarpıtır ve birer yıldız oldukları halde ateş böceği gibi görünürler. Arz u semâda seçkin ruhlar pâyesiyle alkışlanırken dahi ciddî bir melâmet ruhuyla kendilerini sıfırlamasını bilirler. Hatta onların arasında öyle kahramanlar vardır ki, oturur-kalkar Rabb-i Rahîm’i anar, benliklerini bütün bütün unutur ve kendilerine karşı yabancı yaşarlar.. iyiliklerini insanlardan saklamanın da ötesinde kendi kendilerinden de saklama mülâhazalarıyla dolar ve vicdanlarında sürekli araya girmelerin ızdırabını duyarlar.. işte, bunlardır Hakk’ın mahbubu kullar...

14.01.2008 - PARATONER

Kendi yazınızla kendinizi çürütüyorsunuz da farkında değilsiniz

sayın paratoner kendi yazınızla kendinizi çürüttüğünüzün farkındamısınız,iktibas ettiğiniz kelimeler güzel ama içi boş ve kof sadece cerbeze ile akılları aldatmaktan ibarettir.amelden uzak bir yazıdır.okuyun ama amel etmeyin mantığıdır.çünkü yazıda gösterilen yolla gidilen yol arasında dağlar ferhatın bile delemeyeceği uçurumlar var.bu yazı ile övülen kişiler her halde kaf dağının arkasındıdr.masallardadır.çünkü körler sağırlar dilsizler ülkesinde yaşamadığımız için görüyoruz göreceğimizi.yaldızlı laflarla peynir gemileri yürümüyor maalesef,ihlası takvayı haramlarda günahlarda tavizlerde arayanlaraın aklına fikrine zihnine şaşıyorum,soyunmanında takvası çıktı,namazı kazaya bırakmanında takvasını gördük,orucu bozmanında takvasını ihlasını gördük şu ahir zamanda,daha neler göreceğiz islam adına,şu ahir zamanı ağır zamana çevirdiler,bir hadisi şerfte ahir zamanda harpler harflerle olacak diyor.şimdi bakıyorum da herkes harflerle aldatıyor,harflerle savaşıyor,harflerle uyutuyor,Allah dışı süslü içi pis şerli harflere kelimelere kananlardan eylemesin.

Boş ve abes sözlerin maskaralığını yapmaktansa
güzel sözlerin hamallığını yapmayı tercih ederim.

15.01.2008 - tahkik

Konular