Tüm Kanallar Sırlar Dünyasına Çıkar

İnsanoğlu yeryüzündeki varlığının sebebini kavradığında, nasıl bir imtihana tâbi tutulduğunu da fark eder. Ne var ki yaşarken karşılaştığı durumlar birbirinden farklıdır; bu durumlardan bazısını anlar, bazısına ise hiçbir anlam veremez. İnsanın anlayamadıklarının, bilemediklerinin peşinden gitmesi; onun yaşamak serüveninin en önemli olaylarındandır. Hayat ise bir bütün olarak önemli ve önemsiz çeşitli parçalardan müteşekkildir. Her an sorulara ve sorunlara muhatap olan insanoğlunun verdiği karşılıklar ise onun kaderidir. Herkes kendi kaderinin peşindedir. Hatırlamamız gereken; kader oyununda bizim kukla olmadığımızdır. Daha önce yazılmış senaryoların aktörleri değiliz hiçbirimiz. Sahnedeyiz, ışık üstümüze tutulmuş ve doğaçlama yapıyoruz. Ta ki gözlerimizin perdesi toprağa inene kadar... Yaşadıklarımız kaderimizin birer parçasıdır. Bazı olayların neden kaderimizin bir parçası haline geldiğini kimi zaman göremesek de; hayatın bütününde, imtihanımızın sonucunda o olayın da bir karşılığının bulunduğunu bilmeliyiz.




Kader, insanın her zaman ilgisini çeken bir konu olmuştur.


Kaderin ne olduğu, kaderinin ne olacağı gibi sorular insan zihnini sürekli meşgul etmiştir. İmtihan dünyasında başına gelecekleri ve nedenlerini bulmak için insan çabalar durur. Fakat insanın sınırlı bilgisi her şeyi kavramasını engeller. Zaten insanın sorumluluğu gelecekle değil, şimdiki zamanla ilgilidir. Henüz gerçekleşmemiş durumlar üzerinde insanın bir tasarruf yetkisi olmasa da, kişi yaşadığı anda yerine getirmesi gereken sorumluluklara sahiptir. Geçmiş değişmeyecektir, gelecek ise bilinmez. O halde geçmişi unutmadan ama şimdi yaptıklarının geleceğe etkisini de hesaba katarak yaşamak gerekir.





Son zamanlarda insanın ‘kader’ konusundaki merakını tahrik eden televizyon programları ekranları kuşatmış bulunuyor. Hemen her kanaldan gizemli bir dünyaya açılmanız mümkün. Dünya hayatındaki bilinmezlerinin ne tür sırlar olduğunu söyleme iddiasındaki bu tür programlar, bize ne kadar da gizemli bir mekanda yaşadığımızı gösteriyor! Kader, bir ‘sır kapısı’ haline geliveriyor. Aralanan sır kapısının ardında ise bizi ruhlar, melekler, cinler, şeytanlar, şehitler, ölüler, diriler, iyiler, kötüler... karşılıyor. Bu alemde müşahede edemediğimiz ne varsa bize görünür kılınıyor. Böylece biz, bir bakıma gaybın, görünmeyenler aleminin üstünden perdeyi kaldırmış oluyoruz; üstelik Allah, bizi gayba ilişkin yetersizliğimiz konusunda apaçık bir biçimde uyardığı halde!




“De ki: Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir! Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir.O öyle güzel görür, öyle güzel işitir ki, onlara O'ndan başka yardımcı yoktur; O hiçbir kimseyi hükmünde ortak kabul etmez!”(18/26) “De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar, ne zaman yeniden diriltileceklerini bilmezler.”(27/65)





Merakın reytinge çevrildiği, sırrı ve hikmeti bol bu programların, insanların içlerine düştükleri ahlaksızlık, edepsizlik, riya, zulüm, dolandırıcılık, hırsızlık, içki, kumar, büyü, bozgunculuk, israf, haset... gibi bataklıklardan çıkmalarına vesile olabileceğini düşünmek safdilliktir. Televizyonu kitleleri eğitecek bir araca dönüştüremezsiniz, çünkü bu, her şeyden önce onun mevcudiyetinin sebebine aykırıdır. Televizyon, bir oyuncaktır ve insanlar onun karşısına eğlenip, vakit geçirmek için otururlar.



Televizyonun, bir zihniyet inşa edecek kadar güçlü olmadığını düşünsek de; insanların zihin kodlarını etkilediği gerçeğini göz ardı ediyor değiliz. Elbette televizyon kara kuru bir kutu olarak, ekranından geniş işler gerçekleştirmekte ve insanların anlam dünyalarına nüfuz edebilmektedir. Bu ise kısa süreli programların yayınlanmasıyla değil; her programın ortak bir görsel dili kullanmasıyla ve yakın amaçlara uygun bir yapıda hazırlanmasıyla mümkündür. Söz konusu programlar ise kısa süreli ve gelip geçicidir. Yeniye her zaman ilgi vardır, fakat bir zaman sonra her kanalda gösterilen birbirinin benzeri hikayeler de sıkıcı hale gelecektir; kim bilir belki de söylenecek hiçbir sır kalmayacaktır! Toplumun iyilikten ve doğruluktan saptığı gerçeği, televizyon tebliğleriyle değiştirilemez. Üstelik bu tebliğler, zaten çoğu insanın sahip olduğu çarpık algılayışları hepten bozuyorsa!





Bahsettiğimiz programları önce ‘muhafazakar’ kimliği temsil eden televizyon kanallarında gördük. Güya bu programlar her an etrafımızda gerçekleşip de bizim fark edemediğimiz bir takım gizemli olayları aktarmaktaydı. Daha sonra ‘laik’ kimliğin temsilcileri de kendi sırlarını anlatmaya başladı. Artık her kanalda aynı formatta hazırlanan, düşük maliyetli ama iyi reyting alan ‘sır’ programları var. Böylece herkes kendi ahlakının propagandasını yapıyor. Bu yazıda getireceğimiz eleştiriler daha çok yeşil tonu ağır basan hikayelerin gösterildiği ‘iyi niyetli’ programlar hakkında olacak.





Her kanaldaki programın mantığı aşağı yukarı aynı. Basit dekorlarla ve figüranlarla çevrilen çok kısa filmler. Küçük hikayelerin anlatıldığı her bölümde, kıssalardan hisseler çıkarmamız istenir. Uzun cümlelerine hikmetli sözlerin serpiştirildiği konuşmalarıyla, abartılı jestleri ve gereksiz tonlamalarıyla sunucular bizi daha en baştan gizemli bir havaya sokmaya çalışır. Sonra film başlar ve izleriz ki: Hırsızlık yapanın eli yanar ya da hırsız çaldığıyla çok uzaklaşamadan arabanın altında kalır. Arkadaşının karısına iftira edip, onun namusunu karalamak isteyenin dili tutulur. Yetimin malına el uzatanın kendi malı eksilir. Kürtaj yaptıran kadının ilk çocuğu da kaybolur. Haksızlık edenin başına bir bela mutlaka musallat olur. Ne kadar kötülük yaparsanız o kadar musibet! Dışarıda kalmış hayvanlara çadır kurarsınız, hep istediğiniz o kooperatifin taksitlerinde kolaylık çıkar. En zor anınızda yaşlı bir amca çıkar gelir, yardım eder; sonra araştırırsınız ki o zat yıllar önce dünyadan göçmüştür. Bir garibin işini görürsünüz, terfi edersiniz... Yardım ederseniz mutlaka işleriniz rast gider. Ne kadar iyilik o kadar mükafat!





Bu yazıda değineceğimiz tüm yanılgılar, Kur’an’ı doğru okumamaktan kaynaklanmaktadır. Özellikle, İslam’ı temel kaynağından değil de, farklı kitaplardan öğrenenlerin zihinlerinin çok zaman nasıl bulandığına hepimiz şahit olmuşuzdur. Dini; kıssalar, rivayetler, mucizeler ve sırlardan ibaret görenlerin ya da metafizik alemlerde dolaşanların, okuduğunu anlamada yanılgıya düşme payı daha yüksektir.





Hikayelerde dikkat edilmesi gereken ilk durum, yapılanların karşılığındaki cezanın ya da mükafatın geri dönüş hızıdır. Bunu bölüme ayrılan sürenin kısıtlı olmasıyla izah edemezsiniz. Çünkü anlatılan hikayelerde vurgulanan ortak noktalardan hareket ederek, olayların altını kazırsak; yapımcıların, yeryüzünü bir ‘etme-bulma dünyası’ şeklinde algılamaya müsait olduklarını görürüz. Dikkate değer diğer bir durum ise ceza ya da mükafatın verildiği mekanın dünyayla sınırlandırılmasıdır. Böylece insan dünyada imtihana çekilmekte ve karşılığını yine bu dünyada elde etmektedir. Bu, ahiretteki ‘hesap verme’ bilincinin köreltilmesine destek verebilecek bir sorundur. Elbette ki yapıp ettiklerimizin hayatımızda olumlu ya da olumsuz sonuçları olacaktır. Sorun, tüm hesabın burada gerçekleşmesi ve ödülün yahut cezanın dünyada hemen verilmesiyle ilgilidir. Eğer durum tamamıyla bize ekranda gösterildiği gibiyse, yeryüzünde böyle çok zulmün işlenmesini yahut bu kadar zalimin mevcudiyetini nasıl açıklayacağız? Eğer her kötü cezasını buluyorsa, bu, ceza görmeyenlerin masumiyetini mi gösterir? Tabii ki hayır. Kimilerinin hesabını Allah din gününe bırakır. Dünyalık isteyenlere dünyada oyalanmaları için belirli bir süre verir ki din günü insan yargılamanın adaletinden şikayet edemesin. Demek ki ceza ve mükafat her zaman karşılığını yeryüzünde bulmayacaktır. Kur’an’daki ayetlerde ‘hesap günü’nün dünya hayatından sonra geleceği net bir şekilde bildirilmektedir.





“Eğer Allah, insanlara, onların hayrı çarçabuk istemeleri gibi şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu(ve hepsi helak olurlardı). Fakat biz, bize kavuşmayı beklemeyenleri azgınlıkları içinde bocalar bir halde (kendi başlarına) bırakırız.”(10/11) “Ey insanlar! Rabbinize karşı saygılı olun. Babanın oğlu, oğlun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah’ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Aldatıcı (Şeytan) sizi Allah hakkında ayartmasın.” (31/33)






Burada Allah’ın Kur’an’da inananlara ve iyilik edenlere yardım vaadettiği yönünde bir itiraz yükselebilir. Fakat o ayetleri, kitabın bütününü gözeterek değerlendirdiğimizde görürüz ki ‘Allah’ın yardımı’ bir bakıma sebeplere bağlıdır. Kişi gayret edecektir. Zorluğu aşmanın mücadelesini verecektir. Sıkıntılarını gidermeye uğraşacaktır. O zaman Allah’ın yardımı da yetişir. Programlardaki olayların kahramanlarına ise Allah’ın yardım göndermesi, çok basit gerekçelerin ardına sığınılarak izah edilmeye çalışılmaktadır. İnsanlar henüz hiç çaba sarf etmemişken dahi “Hızır” her nasılsa yetişebilmektedir. Aşağıdaki ayeti okuduğumuzda ‘inananlar ve yararlı iş işleyenler’ ibaresi dikkatimizi çekmelidir. Allah, yararlı iş işleme uğrunda çaba harcayanlara güven vermekte ve onları destekleyeceğini bildirmektedir. Çünkü iman etmek, insanın gücünü harekete geçirdiğinde, bir eyleme dönüştüğünde anlamına kavuşur ancak.






“Allah, içinizden inanan ve yararlı iş işleyenlere, kendilerinden öncekilere sahip kıldığı gibi, onları da yeryüzüne sahip kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine ve korkularını güvene çevireceğine söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır.” (24/55)






Gösterilen hikayelerdeki diğer bir sakat durum da kişilerin ‘sabır ve tevekkül’ anlayışlarında tebarüz etmektedir. Burada da sorun yanlış bir kader algısından doğmaktadır. Kişiler, kendilerini rüzgarın önündeki yapraklar gibi tahayyül ederler ve her şeyin Allah’tan geldiğine inanırken; kendi iradelerini neredeyse hiçe sayarlar. Her hikayede ‘alınyazısı’nın altı çizilirken, ‘kaderde ne yazıldığının hiç belli olmayacağı’ vurgulanır. Başa gelen çekilecektir. Programların gösterdiği insanlar, musibete boyun eğseler de, haksızlık karşısında susup tepki göstermeseler de; yine de Allah’ın yardımına mazhar olurlar! Diğer bir problem de olayların, hayatın sadece bir parçasından alınmasıdır. Biz karakterlerin geçmiş ve geleceklerini izleyemeyiz. Sadece olay anı vardır ve her şey o zaman diliminde cereyan eder. Kısa bir zaman diliminde kişiler, iyiler ve kötüler kategorisi içinde karşımıza çıkmaktadır. Belki de aktarılan hikayelerdeki kahramanların tüm hayatlarını bilsek, anlatılanların hiç de tutarlı olamayacağını göreceğiz. O halde; kişileri böyle masumlaştırılarak ya da haksızlaştırarak dramatize etmek; hayatın bütüncüllüğünü ve insan karakterini düşündüğümüzde, farklı bir gerçekliğin aktarılması olacaktır ki bu da inandırıcılığını yitireceğinden, yaşananlar bir zaman sonra izleyiciye masal gibi gelecektir. Oysa bu hikayelerin gerçeklerden aktarıldığı iddia edilmekte ve bunun üzerinden insanlara bir takım mesajlar verilmektedir. İlk etki kaybolursa insanların ibret alması sonucuna da varılamaz.






Diğer bir durum da şudur: Gizemli dünyaların, sırlı olayların anlatıldığı televizyon kıssalarının kahramanları kötülerden ise sürekli sorun çıkarır ve öncesini bilemediğimiz için nedenini de anlayamadığımız sebeplerden ötürü muhataplarına her durumda kötülük yaparlar. İyiler kategorisinde yer alanlarsa yaşamak kavgasında hep yerlerde sürüklenen, mazlum, mahzun, haklı ama hakkını arayamayacak kadar silik tiplerdir. Tek silahları sabır ve duadır. Ses çıkarmazlar, bilirler ki Allah her şeyi görür ve herkese hakkettiğini verir. Fakat burada asıl sorun, sanıyoruz ki; onların Allah’ın adaletine olan kati inançlarından değil, sahip oldukları yanlış ‘sabır’ algısından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu hikayelerdeki Allah’ın yardımını beklemenin açıklanabilir gerekçeleri yoktur. Haksızlığa katlanmak ve bazen zulme rıza göstermek dahi, bize sabretmek gibi gösterilmektedir. Fakat Kur’an’da ‘sabır’, tarih içinde kazandığı bu ‘pasif’ anlamından çok uzaktır. Sabretmek, karşılaşılan olumsuzluklara, baskıya ya da haksızlığa boyun eğmek değildir. Sabır, olumsuzlukları ıslah edecek salih amelleri gerçekleştirirken, Allah için mücadelede ederken karşılaşılan sıkıntılara göğüs germektir; toplumdaki algılayışın aksine tamamen ‘aktif’ bir eylemdir.





“Ey inananlar! Dayanın, direnin, tetikte olun ve (Allah’a) saygılı olun ki, başarasınız.” (3/200) “(Lokman oğluna dedi ki:) “Ey oğulcuğum! Namazı kıl, uygun olanı buyurup kötülükten vazgeçir, başına gelenlere karşı dayanıklı ol; doğrusu bunlar, üzerinde durulmaya değer işlerdir.”(31/17) “Ancak, dayanıp yararlı işler işleyenlere, işte bunlara bağışlanma ve büyük ecir vardır.” (11/11)





Televizyon ekranından insanlara ibretlik öyküler anlatmak için yapılmaya başlanan bu programların arka planlarını incelediğimizde yukarıda saydığımız sıkıntılardan biriyle mutlaka karşılaşırız. Bu toplumun zihinlerinde yanlış kodların bir kez daha onaylanmasına yol açtığından, masum bir niyet, tehlikeli sonuçlara götürecek haller almaktadır. Üstelik benzer programların ‘laik’ bir perspektiften bakılarak hazırlanan versiyonlarındaki sakatlık daha da vahim. Her iki şekilde de hikayeler ‘dünya’ ile sınırlı olduğundan, ahiret algısı zedelendiği gibi, Allah’ın yardımı ya da adaleti gibi konular da yanlış şekillerde aktarılabilmektedir. Dünya hayatı bir imtihandır. Bizim önümüzde bunca net soru ve tavır alınması gereken o kadar sorun varken, insanları iyice ‘gizil güçlerin desteği’ni bekleyecek bir hale sokmak bize hiçbir fayda sağlamaz. Müslümanlar henüz televizyonu etkili bir şekilde kullanmayı başaramadı. Bu amaca matuf yapılan çalışmalara imza atmak isteyenlerin çabalarına ise -çok zaman dini görüşlerini Kur’an’a referans etmeyi başaramadıklarından- tarihsel mirasın getirdiği sıkıntılar ve zaaflar sinebiliyor.




Apaçık bir Kitab’dan beslenmeden, duru bir zihne sahip olamazsınız. O zaman dünyanın gerçeklerini kavrayamayacağınızdan her şeyin bilinmeyen bir minvalde cereyan ettiğini sanırsınız. Bu da sizi ‘gizem avcıları’nın yemi yapar. Zokayı yutmamak için ekrana değil, Kitab’a bakmanız gerekir.



Beytullah Emrah Önce


3 yorum

sırlar dünyasına bir yorum

öncelikle size bu konuyu açtığınız için teşekkür ederim.bu konu önceden beri kafamı kurcalıyordu.sırlar dünyası gibi programları asla uygun bulmuyorum.islamı insanlara daha çok benimsetebilmek için böyle şeylere ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum.elbetteki Allah'ın adaletinden şüphem yok olağanüstü olayların olabileceğini de inkar etmiyorum.ama bu şekilde abarta abarta olayların anlatılmasından her mazlumun ahının bu dünyada tutuyormuş gibi gösterilmesinden çok rahatsız oluyorum.Allah dilerse suçluların cezasını bu dünyada verir dilerse ahirette.eğer her mazlumun ahı bu dünyada tutsaydı amerika ve isralin çoktan belasını bulması gerekirdi.ya da ben bir haksızlığa uğradığımda bana bu kötülüğü yapan bu dünyada cezasını bulmazsa Allah'ın adaletinden şüphe mi edeyim.bu programlar yüzünden bazı insanlar zorda kaldıklarında olağanüstü bir olay olmasını bekliyor.sen önce deveni sağlam kazığa bağla ondan sonra Allah'a tevekkül et.insanlar islama yönelsinler istiyorlarsa islamın güzelliklerini onlara yaşayarak göstersinler.uydurma hikayelere sığınmasınlar.

20.07.2007 - benan

...

Sırlar Dünyası gibi bir programı niçin eleştiriyoruz?Hem bunun eleştirileceği yer bu site olmamalı...

20.07.2007 - muharremkarakaya83

siz

kusura bakmayın ii ediyorlar bir adam bunu soyledi diye mutlak doğru kabul edemeyiz madem ilgi görüyo madem insanlara yardım ediyo dinen madem gayba karşı alaksız bir toplumu irşad etme var siz sadece bu işin cılkını çıkaranlarla uğraşın ha bu arada
gaybi bilginin az olması ona erişilmemesi gerektiği anlamına gelmez bu bi çırpıda evliya asfiya ve enbiyaları silmişlik olur nese buraya her yazılan doğru değil adamın kendine hoş gelemeyen bişeyi boyle akademik ifadelerle süsleyip önümüze komadığını nerden bilcez ben bu adama katılmıyom çünkü şimdiki toplumun aklı gözlerine inmiş.onlara göre HAŞA ALLAH YOK mucize ok zayıfların ALLAH'I vardır falan. gibi şeylerle gayba inanmamayı adet edinmişler hem inanlar kendini bu şekilde otokontrole alıyo siz de bunu alıp eleştiriyonuz.yav kardeşim git bişey de sen yap adam uğraşmış didinmiş sadece safsatayla olmaz ki birz fiil gerek.ordan kafana estimi solemesi kolay ve tuhaf tuhaf yorumlar nese slm a.
Ya ölüm olmalıydım dudaklarında ya da son nefes olmalıydım soluduğun canda...

17.03.2007 - esedullah

Konular