Evlenmekte çok faide vardır

Ve dahi evlenmekte çok faide vardır, tafsili kabil değildir, bazı faziletlerinden diyelim: Evveli dinini hıfz etmiş (korumuş) olur ve huyu güzel olur ve kârında (işinde) bereket olur. Ve dahi sünnet ile amel etmiş olur. Nitekim Peygamberimiz aleyhi's-salâtü ve's-selâm buyurur: "Nikâh edin ve çok evladınız olsun. Zira ben kıyamette ümmetimin çokluğuyla sair ümeme (ümmetlere) iftihar ederim."

Dahi faide-i kesîresi (çok faydası) vardır, söylesek çok olur. İmdi kişiye layık olan cemî-i hakkına riayet ede. Ve dahi hem dünyada ve hem de ahırette yüzü ak ola. Ve dahi bir kimse evlendiği zaman sual edip dinine kavi olanı ala, aslı yaramaz olanı almaya —ve eğer güzel dahi olursa-. Ve dahi malından ve hüsnünden (güzelliğinden) ötürü almaya zira sonra zelil olur. Nitekim Peygamberimiz aleyhi's-selâm buyurdu ki: "Bir kimse malından (ve hüsnünden) ötürü bir hatun alsa onun malından ve hüsnünden mahrum kalır. Ve bir kimse dininden ötürü bir hatun alsa Hak Taâlâ onun malını ve hüsnünü ziyade eyler." Ve bunun hakkında olan fezâili (faziletleri) söylesek söz çok olur, murat heman bir tenbihtir.

Ve dahi avretleri fâsıklara ve yaramazlara vermeyeler.

Ve dahi demişler ki avret erinden dört mertebe aşağı olmak gerektir: Biri başı ve biri boyu ve biri malı ve biri hısımı ve akrabası.

Ve dahi dört şeye avret erinden ziyade gerek: Biri güzel ola ve biri edepli ola ve biri huyu güzel ola ve biri haramdan ve şüphelilerden sakınıcı ola.

Ve dahi genç kızları koca (yaşlı) kimseye vermeyeler, adeta fesada sebep olur.

Ve dahi sünnettir ki sorup sual ettikten sonra nikâhtan evvel emin olduğu bir hatun vasıtasıyla görücü göndere. Ve görmekte üç faide vardır:

1. İkisinin arasında ta ölünceye değin muhabbet eksilmeye,

2. Rızkında berekât ola,

3. Sünnet-i Resul ile amel etmiş olur. Bundan sonra nikâh ede ve dahi nikâhtan sonra iyice şeyler göndere, -kesret-i muhabbete (sevginin artmasına) sebeptir-.

Ve dahî avretler, yüzüne üstüveyc ve kızılca düzgün sürünmek erinden ötürü caizdir ki belki hasendir, -Ebusuud Efendi'nin Fetâva'sında mezkûrdur-.

Ve dahi gerdek gecesi taam etmek sünnet-i Resuldür.

Ve dahi ibtidaki (ilk) gecesi güveyinin gelinin iki ayağın(ı) yumak, ol suyu saçmak sünnet-i Resûl'dür ve evde bereket olmağa sebeptir.

Ve dahi iki rekât namaz kılıp dua eyleye ki sünnet-i Resûl'dür, terki reva değildir.

Ve dahi her ne dua eder ise duası makbuldür.

Ve dahi güveyi görenler bunu diyeler: "Allah Taâlâ sana mübarek eylesin ve senin üzerine mübarek olsun ve sizin ikinizin arasını hayır ile cem eylesin, bir hoşça geçinin." "Oğullu uşaklı olasız" demek cahillerin) cevabıdır ki bu sözde Mevlâ'dan niyaz ve temenni yoktur.

Ve dahi ol mahalle mahsus ve gayet gerekli duaları okumak sünnettir lakin kelâm uzar deyü yazmadık. Bizim muradımız anlatmaktır, cümlesini beyan etsek söz çok olur.{Bazı nüshalarda şu ek bilgi mevcuttur:

"Ve dahi cimadan (cinsi münasebetten) evvel ehli (hanımı) ile müla'abe yani musahabet (sohbet) ve oynaşmak sünnet-i Resûl'dür. Zira rivayet olunur ki oynaşmaktan evvel cima etmek hatununa cefadır."

"Ve dahi besmeleyi terk eylemeyeler. Rivayet olunur ki besmele demese şeytan onunla cem olur. Ve dahi mücamaatın (cinsi münasebetin) âdabı kütüb-i mutavvelâtda mesturdur, erbabından tahsil eyleyeler."

"Ve dahi cimadan sonra uyursa abdest alıp ondan sonra uyuya, zira sünnettir..."} Hâsıl-ı kelâm cemî-i umûr-ı diniyeyi (dinî konuların hepsini) bilip ve avretine dahi öğrete, zira ahırette sual olunur, bilmezem demek özür olmaz.

Ve dahi avretini şer'-i şerifin cevaz vermediği yere göndermeye. Zira Hazreti Peygamberimiz aleyhi's-selâm hadis-i şerifinde buyurmuş ki: "Bir avret güzel kokular ile namaz kılmak için mescide gelse ol avretin namazı kabul olmaz tâ ki varıp cenabetten gusül eder gibi gusül etmeyince". İmdi onlara, güzel rayiha ile camiye ve mescide gitmek caiz olmayınca ya dışarıya çıkıp halka görünmek için ne mertebe olmak gerek, ona göre kıyas eyle, ne kadar azaba müstahak olur.

Ve dahi Peygamberimiz aleyhi's-selâm bir hadis-i şerifte buyurmuştur: "Cennet ehlinin çoğu fukara ve Cehennem ehlinin çoğu avretlerdir." Hazreti Aişe radıyallâhu anhaya sual eylediler: Avretlerin çoğunun Cehennem'de olmasına sebep nedir? (Şöyle cevap verdi:) "Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Bunlar belaya sabr eylemezler ve on iyilik görüp bir kemlik (kötülük) gördükte ol on iyiliği unutup bir kemliği daim söylerler ve zinet-i dünyayı ziyade çok severler ve ahırete sa'y etmezler (çalışmazlar) ve gıybeti çok ederler. Erlerden ve avretlerden her kim bu sıfatlar ile muttasıf olursa ehl-i Cehennemdir". Hâsıl-ı kelâm mümin ve mümineye lazımdır; din ilminde lazım olan şeylerin cümlesini öğrenip bilmek gerektir.

Ve dahi Hazreti Ali kerremellâhu taâlâ veche-hudan rivayet olunur ki bir gün Resûl-i Ekrem hazretleri huzuruna bir avret gelip: "Ya Resûlallah bir ere varmak isterim ne buyurursunuz?" dedi. Saadetle buyururlar ki : "Erin hakkı avret üzerinde çoktur, hakkından gelebilir misin?" dedi. Ol avret: "Ya Resûlallah erin hakkı nedir?" dedi. Buyurdular ki: "Sen onu incitir isen Allah'a âsi olursun ve namazın kabul olmaz." Avret ayıttı: "Dahi var mı?". Resûl-i Ekrem ayıttı: "Hangi avret erinden destursuz dışarıya çıksa her adımı başına günah yazılır." Avret ayıttı: "Dahi var mı?". Resûl-i Ekrem ayıttı: "Erine bed söz söylese kıyamette dilini ensesinden çıkaralar". Ol avret ayıttı: "Dahi var mı?". Resûl-i Ekrem buyurdu: "Hangi avret ki malı ola da erinin hacetini bitirmeye, ahırette ol avretin yüzü kara ola." Ve ayıttı: "Dahi var mı?". Resûl-i Ekrem buyurdu: "Hangi avret erinin malından uğnlasa, bir âhara (başkasına) verse, eriyle helallik dilemese Allahu azimü'ş-şan ol avretin zekât ve sadakasın(ı) kabul eylemez". Ve ayıttı: "Dahi var mı?". Resûl-i Ekrem buyurdu: "Hangi avret erine söğse yahut karşı (söz) söylese Tamu (Cehennem) içinde dilinden asalar ve hangi avret cengi ve çeğaneye (çalıp oynamaya) varsa (ve)ya bir akçe verse küçük yaşından beri kazandığı sevap mahv ola ve üzerinde olan libasları davacı olup; bizi mübarek günlerde giymedi ve helaline karşı giymedi, haram yerlerde giydi dedikte Hak Taâlâ buyurur: Böyle olan avretleri bin yıl yaksana gerektir". Ol avret bu cevaplan işidicek (işitince) ayıttı: "Yâ Resûlallah, bu zamana gelince ere varmadım, geri varmam" dedi.

Bu kere Hazreti Resûl-i Ekrem saadetle buyurdular ki: "Ya hatun, ere varmanın dahi sevabın(ı) haber vereyim dinle: "Hangi avret kim eri, Allah senden hoşnut olsun dese altmış yıl ibadet etmekten yeğdir ve erine bir içim su verse bir yıl oruç tutmaktan efdaldir. Erinin döşeğinden kalktığı gibi gusül eylese bin kurban etmişçe sevap bula ve helaline hile etmeden ölse onun için gökte melekler tesbih ederler. Ve helali ile oynasa altmış kul azat etmeden hayırlıdır. Erinin rızkını saklasa ve helalinin (kocasının) akrabasına merhamet (etse) ve beş vakit namazın(ı) kılıp orucun(u) tutsa bin kere Kabe'ye varmadan efdaldir."

Fatımatu'z-Zehra radıyallâhu anha: "Bir avret helalini incitse hali nice olur?" dedikte, "Bir avret erine âsi olsa Allah'ın laneti içinde kalır ta eriyle helalleşmeyince kurtulmaz. Ve erinin döşeğinden kaçsa cemî-i sevabı gide. Erine tekebbürlük eylese Hak Taâlâ ona hışm eyler. Ve erine sen benim kethudamsın dese ve senden ne gördüm dese Allah Taâlâ ona nimetini haram eyler, erinin kanını diliyle yalasa henüz erinin hakkını yerine getirmeye. Erinin desturuyla seyre çıksa erinin defterine bin günah yazılır. Destur vermediği için destursuz çıkan avretleri bundan kıyas eyle".

Resûl-i Ekrem buyurur: 'Ta Fatıma eğer Allah Taâlâ bir ehadin bir ehade (birinin başka birine) secde etmesini emir buyursa idi ben de avretin erine secde etmesini buyurur idim".

Hazreti Aişe-i Sıddîka radıyallâhu anha ayıttı: "Ya Rasûlallah bana vasiyet eyle". Resûl-i Ekrem buyurdular ki : "Ya Aişe ben sana vasiyet ederim, sen de ümmetimin hatunlarına vasiyet eyle: Yarın kıyamet gününde evvel imandan, ikinci abdestten, üçüncü eri hakkından sual olunur. Hangi er kim avretinin yavuzluğuna sabr eylese Hak Taâlâ ona Eyyüp Peygamber sevabını vere. Bir avret dahi erinin yavuzluğuna sabr eylese Aişe-i Sıddîka mertebe-sin(i) bula. Ve dahi bir er avretini suçsuz döğse kıyamette ben davacı olurum. Üç yerde kişi hatunun(u) döğmek caizdir: Namazdan ötürü ve döşeğine gelmediğinden ötürü ve izinsiz dışarı çıktığından ötürü. Sair kabahatlerde bir kaç tenbih etmek gerektir, eğer olmazsa bırakmak gerek tâ ki azapta olmamak için".

Kaynak: Mızraklı İlmihal


40 yorum

Evliliksizliğin suçluları...

Selamun aleyküm. Ben de iyi bir üniversiteden mezun oldum ve şu anda bir devlet kurumunda memur olarak çalışmaktayım. Yukarıdaki mühendis arkadaşa katılıyorum. Namaz kılıyorum, orucumu tutuyorum, iş yerinde haremlik-selamlığa dikat ediyorum. Hanımlara bakmamak ve konuşmamak için elimden geleni yapıyorum. Dayalı döşeli evimde tek başıma yaşıyorum. Maaşım iyi. Yani her şey tamam. Ama gel gör ki bir tane Allah'ın mübarek kulu yok ki evlenelim. Gerçi yaşım daha 26. Biraz daha vaktim var. Fakat ümitsizim. Şimdiki kızlar aşufte, naşize ve feministler... Kendileri edip kendileri buluyorlar. Çünkü; hanımlar ya okumak bahanesi veya çalışmak aldanışıyla açık saçık olarak sürekli dışarda bulunduklarından erkekleri her daim tahrik vaziyetinde bırakıyorlar. Azmış erkekler bu zilletlere kolayca ulaşabildiği ve zaten fıtraten birçok kadına gönül bağlayabildiği için evliliğe yanaşmıyor. Adam niye evlensin ki? İstediği zaman internetten, parktan, okuldan , işyerinden kadınlara ulaşabiliyor ve istediğini alıyor. Adamda da takliden çürük ipe bağlı bir iman var ki bu asırdaki açık saçıklığa mukabele edemiyor. Ve aldanıyor birçok salağın canını yakıyor. Kendi de sefil oluyor. Herkes perişan oluyor gidiyor işte...
Kızlar evde turşu olmak istemiyorlarsa; okumak-çalışmak merakından vazgeçmelidirler. Dışardaki hayat erkeğin mükellfiyetindedir. Siz kızlar eve gelen aşı pişirip afiyetle yiyin. Erkekleşip kendi ayaklarım üstünde duracağım, kendi paramı kazanacağım, ben erkeklere muhtaç olmak, erkek eline bakmak istemem deyip artistce küstahlık ederseniz Allah belanızı verir böyle. 15-25 yaşlar arasında kendinize çok güveniyorsunuz. Ömür geçmez ben de hep böyle güzel kalırım sanıyorsunuz. Siz diğer kızlara hava atacaksınız, erkeler de dönüp size bakacak diye sürekli dışarılarda dekolte-mini etek giyinip geziniyordunuz. Şimdi ne oldu? O kadar erkeği perişan ettiniz, ağız sularını akıttınız, kıkırdadınız, okulda arkadaşlarınıza anlattınız, kahkaha attınız... Ne oldu şimdi veya artık ne olacak? Birçok erkek sizden faydalandı ve terk ettti sizi. Ağladınız, sızladınız.... Yaşınız 30'u buldu. Şimdi koca derdindesiniz veya gençleşmek, güzelleşmek ve eski günlerinize dönmek için makyajlara paralar akıtıyorsunuz. Men dakka dukka... Eden bulur... Sizin yüzünüzden o adamlar eve gidip hanımlarıyla ilgilenmediler. Çünkü siz genç, güzel ve bakımlıydınız. Kahkaha atıyordunuz. Adam güzelliğinizden bitap düşüp belki de karısıyla olurken sizi düşlüyordu , belki de karısıyla haftalarca ilgilenmemişti. Belki de bu yüzden boşanan birçok çift vardır. Adam evde kendisine yemek pişiren, çamaşırlarını yıkayan pasaklı kadını ne yapsın? Sizin gibi eğlencelik aşufteler varken.... Evet Kader-i İlahi o iffetli ev hanımlarının intikamını bu dünyada aldığı gibi kabirde ve ahrette de alacaktır. Yuvaları yıkan, erkekleri günahlarda boğan, cemiyetin sukutuna sebep olan o caniyeleri Müntakim, Celal ve Kahhar olan Adil Rabbimize havale ediyorum.(Gafillleri müstesna tutup Allah'ın Rahimiyetine, Gufraniyetine, Settar isimlerine havale ettim. Allah ıslah etsin.)

Cenab-ı Hakk, bizi ve sizi bu asrın ceziberdar ve fırtınalı fitnesinden muhafaza eylesin...

16.08.2011 - Vird-i Zeban

yetenekler köreliyor:(

Bende üniversite mezunu bir ev kızıyım.şu an kapıdan biri gelse,onu,üniversite mezunu olduğuma ikna etmem için çaba sarfetmem gerekir.saçlarım darmadağın,etekleyim,pasbal vaziyetteyim,üç öğün bulaşık yıkamaktan ellerim pörttü.hayat üniversiteyi bitirinceye kadar güzelmiş,bunu anladım ben.o yüzden buradan lise ve üniversite öğrencilerine sesleniyorum,bol bol yiyin için,gezin,namazınızı da kılın,dua edinde,mezun olunca bu ablanız gibi olmayın.yeteneklerimin körelmesinden korkuyorummmm.örnek vermek gerekirse,ingilizce dilini bildiğim seviyeden bile aşağı düşürdüm.napalım,günaha girmeyelim diye,evde sabrediyoruz(!)....
bugün,girdiğim kurum sınavının sonucu açıklandı ve ben yerleşemedim.moralim çok bozuk.iyi bir üniversitenin iyi bir bölümünden mezunum,şu an devlet memuru olmam gerek ama yerleşemiyorum.....
sizin,çalışan kadınlar ne yaparlar isimli yazınıza yüzde yüz katılıyorum,eğer o yazıdaki fikirleri siz yazdıysanız,şimdiye kadar çalışan bayanların halini bu kadar güzel ortaya koyan bir yazı görmemiştim..
şu an pek çok kişi,kpss dersanesine tekrar yazıldı,o salaklara yazdıklarınızı anlatsanız,böm böm suratınıza bakarlar.bi zamanlar bende bir kurumda çalıştığım için,memuriyetin nasıl olduğunu biliyorum.güzel bir kızdan bir adam,kızım bana şu dosyayı getirir misin diyor,halbuki o dosyaya ihtiyacı falan yok,o kızın boyunu posunu,yürüyüşünü seyretmek için istiyor.hepsini biliyorum işte.

mezunum ya,hep şöyle bi diyalog döner durur:
-iş buldun mu?
Hayır.
-peki evlenmeyi düşünüyor musun?
eeeeeeee üüüüüüü

ya kardeşim,kendime iş bulamadıysam evlenmek mecburiyetinde miyim?evlilik para ihtiyacı için mi yapılır?iş konusunda olumsuz cevap aldıktan sonra,vatandaşın sorduğu soru direk evlilik üzerine oluyor.halbuki bu yüzden değil mi,mutsuz,kötü evlilikler?parasız,pulsuz,çalışmayan,ama"güzel" kızlarımızı zengin heriflerle evlendirirler,ondan sonra seyreyle şenliğii....
o bayan evliliği kaldırabilecek sorumlulukta mı?bu kimsenin umurunda olmaz...hava değişikliği olsun diye yapılmaz evlilik

15.12.2012 - yusuf a.s

Re: Evliliksizliğin suçluları...

Allah'ım haddimi aşıyorsam sen bağışla ama,benim evleneceğim erkekte bu zihniyette olsun.amiiin

14.12.2012 - (yusuf a.s)

Re: Evliliksizliğin suçluları...

ben de okumak çalışmak merakından vazgeçtim ama yine de turşuyum:)anlamadım gitti...

14.12.2012 - yusuf a.s

Re: Evliliksizliğin suçluları...

Evet, bekarken ben de yaz aylarında dışarı çıkmayı istemiyordum çünkü her yer askılı, minili gezen kızlarla kaynıyordu. Hatta evli olduğu halde bu manzaradan rahatsız olduğunu dile getiren yakınlarım vardı. Allah ıslah etsin.

30.10.2012 - KarateKa

Re: Evliliksizliğin suçluları...

milleti günaha sokmayacağız diye sünepe gibi paçoz gibi,suratımızda buz gibi çıkıyoruz sokağa.evlisi bekarı günaha girmesin diye,ama adamakıllı kocalarıda hep aşufteler kapıyor.bu ne biçim iş.bu konuya o kadar kafa yordum kiii.artık kapalıların açıklardan bir farkı yok,vakko başörtü,armine pardüse(bir bayan olarak size tavsiyem:bu marka,ya da bu tarz giyinen kapalı gördüğünüzde kaçın,çünkü bu kızlar paraya,yüzeyselliğe çok düşkün oluyor)bu giyim tarzındaki kapalıların dikkat çekici olmadığını kim söyleyebilir?ben sadece eşime süslenmek istiyorum,iş yerinde giyinen kadınların giyimini,sadece eşimin karşısında giyinmek istiyorum,topuklu ayakkabıları,mini etekleri,güzel bluzları,saçı,makyajı sadece kocamla yalnız kaldığımda yapmak istiyorum.gel görelimki,şartlar çok ağııııır.bul birini de evlen bakalım kolaysaaaa.yok ya,evlenmek kısmet işi falan değil bence,yani insan kısmetini kendi yapıyor,girdiğin ortamlar,aile çevren,mesleğin....nasıl bir ortamdaysan eşinide öyle bir yerden seçiyorsun.yoksa gökten zembille inmiyor yani

23.10.2012 - yusuf a.s

CVP:Re: Evliliksizliğin suçluları...

Herşeyin aşırısı zarardır. Ne aşırı dikkat çekmeli, ne de dikkat çekmeyeyim diye kendini ihmal etmeli.. içinde yaşadığımız topluma bakarak orta halli olmaya çalışmalıyız.

Kişilerin pahalı markalı kıyafetler giymesini eleştirmek gıybetlerini yapmakta, dışarıya markalı pahalı kıyafetlerle çıkıp süslenenler gibi ayrı bir günah değil midir? Kimlerin hangi şartlar altında nasıl yaşadığını asla bilemeyiz. O kadar mini etekli varken kimse vakko giyenden tahrik olmaz...

Biz kendimize bakmalıyız. Kendimize şekil düzen vermeliyiz.

24.10.2012 - sabırsız genç

Re: CVP:Re: Evliliksizliğin suçluları...

insanlar günümüze göre,aman orta halli giyinelim diye diye bugünlere gelmedi mi?cevap verin???yakında mini etek 'normal' sınıfına girecek.insanlar aman orta halli olalım,çok aşırıya kaçmayalım diye diye bu çıplaklık meydana çıkmadı mı?laf ya.......

24.10.2012 - yusuf a.s

Re: Evliliksizliğin suçluları...

Rabbimizin emrettiği birşey evlilik...ama günümüz için bir uydurmaca,düzmece konumuna düştü maalesefff!sebebi;ortalıkta rahatça,açık saçık gezen kadınlar.ama artık onları da suçlamamam gerektiğini anladım.niye mi?çünkü sevilmek istiyorlar.'o zaman bu isteklerini kocalarına saklasınlar efendim,sadece kocalarına göstersinler nimetlerini'diyebilirsiniz.evet,zaten olması gerekende o.ama,bunu şimdiki "modern" kadından umamazsınız.evlilik denen,Rabbimizin kudsi,kabul ettiği,mutluluklar beşiği halinde olması gereken kurum maalesef,bu sefil,kendini bilmez,sadist ruhlu,bencil mahluklar yüzünden zorlaştı ve ayağa düştü.sevilmek istemek elbette günaha girmeyi gerektirmez ama onlar günaha girmekten çekinmiyor.çünkü bu nefislerinin hoşuna gidiyor....

işin tuhaf kısmıysa,doğru olan insanlar birbirinden ırımla kırım kadar uzak.yani anlamıyorum.ben dinini bilen,yiğit biriyle nerede,nasıl tanışacağım ve evlenmeye niyetleneceğim.bizleri Allah,öyle bir yaratmışki,sevilmek için canımızı veririz.yani bütün bu cahil kadınların yaptıklarını açıklıyordur bu dediğim umarım....ama onlar yüzünden olan bizim gibi kızlara ve erkeklere oldu....hadi neyse

23.10.2012 - yusuf a.s

CVP:Re: Evliliksizliğin suçluları...

Bir çok kadın başka kadına güzel görünmek için giyinip süsleniyor. Merak etmeyin evlendikten sonra hiç biri kendine bakmaz.. bir kerecik bile olsa kocaları için süslenmezler. Ama bir kadınlar günü olsun, melekler gibi oluverirler..

Günümüzdeki giyim tarzını birileri tv diziler aracılığı ile yönlendiriyor. kıyafetler markalar tarafından dikilip pazarlanıyor. sonuc ise ortada.. merak etmeyin evlilik onların umurlarında bile değildir

24.10.2012 - sabırsız genç

gecmisimizden utanc duymak

ben gecmisimden utanc duyorum ama yapabilcek birseyim yok olanlar oldu ben kahr oluyorum ... o mini etekleri giyerken askilikli buluzlari bikinileri giyerken hic boyle dusunmedim dusunemedim belki bende suctu ogrenmedim...ben seytanlasmisim farkina varamamisim temizlenmeye calisiyorum.. hissetmedim ve ustune ustelik yanlislar yaptim... simdi evlilik hakkim yok mu ? eger Allah razi olacaksa benden ben omur boyu evlenmem ki ama Allahim biliyoki ben sadece imanimi tam anlamiyla saglamlastirmak istiyorum... calismak zorundayim... yanliz yasiyorum... haramlarla muhatip her daim... kendimden zeki birini istemem bilgili birini istemem beni egitmesi ve bilgi paylasimi icin yani tatmin etmesi icin cunku cok dusunen mualaklarda kalan biriyim ... kastim meslegi su bu olsun deil dini ilmi ve her konuda akli cok olsun zeki olsun beni korusun diyeydi... ben gecmise perde cektim ve daha yapacak cok seyimde var Allah in izniyle daha fazla napabilirim ki? islami 4 4 luk yasamak icin can atiyorum beni ona goturecek erkegi bekliyorum ...

17.08.2011 - kül kedisi

..

beklemek...
islami 4 4 luk yasamak icin can atiyorum beni ona goturecek erkegi bekliyorum
belki seni o yola götürecek olan bi erkek olmayacak,belkide ömür boyu evlenmiyceksin bu ihtimalde var güzel kardeşim.hatalarını düşünerek Allaha karşı samimi bir şekilde tevbeni et.ve uzak dur tekrarlamaktan.islamı yaşamaya çalış en güzel halinle.ve dualarını sonunu düşünerek yap.
kendini evliliğe şartlandırırsan sonunda isyana düşmek bile gelebilir aman dikkat.Allah gören,merhametlilerin en merhametlisidir.Gönlüne ve yoluna hayırlısını koysun inşallah.

19.11.2012 - kbrklp

CVP:gecmisimizden utanc duymak

Böyle siteden ilan ederek beklenilmez. Başkalarının akılları çelinmeye çalışmak gibidir. Ya da sizin bu zaafiyetinizi gören kişi istediğiniz gibi gözüküp sizi kullanmaya kalkışabilirde. Maşaallah örtünmüşsünüz. Kendinize şekil düzen vermişsiniz. HAYA yani utanma duygusu da bir kadının süsüdür, güzelliğidir. Hayalı kadın yazılarını dikkat eder.. Allah yardımcınız olsun

17.08.2011 - haya

kül kedisi

ilan etmemiski baskalarinin aklinida celmeye calisilmamis bu hayasizlikla suclanmaz ki kullardan dua beklemekte yanlis bisey olmasa gerek

18.08.2011 - gülgiller

umarim sonuna kadar okunur anlayana cvp kardes

Rahman'ın(has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ( Furkan Suresi )



İyi, salih insanları, kötü, haram işleyici yani fasık bilmeye, böyle zannetmeye, su-i zan denir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(İnsan, üç şeyden kurtulamaz: Su-i zan, tayere, hased. Su-i zan edince, buna uygun harekette bulunmayınız. Uğursuz zannettiğiniz şeyi, Allah’a tevekkül ederek yapınız. Hased ettiğiniz kimseyi hiç incitmeyiniz!)

Tayere, uğursuzluğa inanmaktır. Su-i zan ise, bir kimseyi kötü zannetmektir.

İyi, salih kimseleri haram işleyici yani fasık zannetmek, su-i zan olur ki, haramdır. Günahı çok olan bir kimsenin, günahlarının affolmayacağını zannetmesi de, Allahü teâlâya su-i zan olur. Böyle düşünmek de günahtır.

Bu sebeple, su’i zan etmek yani iyi, salih kimseleri kötü bilmek gibi şeylerin haram olduğunu, iyi ve kötü bütün huyları öğrenmek, her Müslümana farz-ı ayındır.

Herhangi bir kimseyi, haram işlediğini öğrenerek, bilerek sevmemek, su-i zan olmaz, buğd-i fillah olur ki, sevabdır.

Kalbimiz temizdir diyerek haramları, çirkin ve kötü şeyleri yapanları, açıkça günah işleyerek Müslümanları aldatanları sevmemek, bunlara uymamak lazımdır. Bunların fasık olduklarını söylemek, su-i zan olmaz.

Kalbe gelen hatıra, düşünce, su-i zan olmaz. Zannetmek, yani kalbin o tarafa kayması, su-i zan olur. Hucurat suresinin 12. âyet-i kerimesinde mealen; (Ey iman edenler! Su-i zan etmekten kendinizi koruyunuz! Zan etmenin bazısı günahtır) buyurulmaktadır.

Peygamber efendimiz de; (Su-i zan etmeyiniz. Su-i zan, yanlış karar vermeye sebep olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyiniz, münakaşa etmeyiniz, hased etmeyiniz, birbirinize düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi birbirinizi seviniz. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, yardım eder. Onu, kendinden aşağı görmez) buyurmuşlardır.

Müslüman olduğunu söyleyen ve imanın gitmesine sebep olan bir söz ve işte bulunmayan kimsenin bir sözünden veya işinden hem imanı olduğu, hem de imansız olduğu anlaşılırsa, imanı olduğunu anlamalı, dinden çıktı dememelidir. Fakat bir kimse, dini yıkmaya, gençlerin imanını çalmaya uğraşır veya haramlardan birinin iyi olduğunu söyleyerek bunun yayılması, herkesin yapması için uğraşırsa yahut Allahü teâlânın emirlerinden birinin bile zararlı olduğunu söylerse, buna Müslüman denmez. Müslümanları aldatan böyle ikiyüzlüleri Müslüman sanmak, ahmaklık olur.

Bir Müslümanın ayıbını görünce ona hüsn-i zan etmeli, hakkında kötü düşünmemeli, iyiye yormalı ve onu ıslah etmelidir. Bir kimsenin, herhangi bir kimse hakkında, kalbine gelen kötü düşünce, su-i zan olmaz. Zannetmek yani kalbin o tarafa kayması, su-i zan olur. Salih veya fasık olduğu bilinmeyen mümine hüsn-i zan etmelidir. Lokman Hakim hazretleri, oğluna hitaben; “Ey oğul! Müslümanlar hakkında kötü düşünme. Su-i zannı terk eyle. Zira su-i zan, seni hiç kimse ile dost yapmaz” buyurmuştur.

Müslümanın hayırlı ve salih olduğuna inanmak, ibadet olur. Bir Müslümana su-i zan ederek ona inanmamak, kötü huylu olmayı gösterir. İşitilen sözü, anlamaya çalışmalı, anlayamadığını sormalıdır. Söz sahibine hemen su-i zan etmemelidir. Şeytanın kalbe getirdiği vesveselerden en çok başardığı, su-i zan vesvesesidir. Su-i zan etmek haramdır. Bir sözden iyi mana çıkarmaya imkan bulunamazsa, bunun hata ile, yanlışlıkla veya unutarak söylenebileceği düşünülmelidir. Ahmed bin Yahya el-Cela hazretleri; “Bir kimse gözümün önünde bir hata işledikten sonra kaybolup gitse, onun tövbe ettiğine inanır, hakkında su-i zanda bulunmam” buyurmuştur.

Netice olarak, iyi, salih kimseler hakkında kötü düşünmek, onları fasık bilmek, su-i zan olur ki haramdır, günahtır. İmam-ı Cafer-i Sadık hazretlerinin buyurduğu gibi:
“Müslüman kardeşinizden manasını anlamadığınız bir söz duyarsanız, iyiye yorunuz. Daha iyisi kabil olmayacak kadar iyiye yorumlayınız. Anlayamamaktan dolayı kendinizi ayıplayınız.”
Alçak Gönüllülük /Tevâzu

Tevâzu; yüzü yerde olma ve alçakgönüllülük manâlarına gelir ki, tekebbürün zıddıdır. Onu, insanın Hakk karşısında gerçek yerinin şuurunda olup, ona göre davranması ve halk arasındaki durumunu da bu anlayış zâviyesinden değerlendirip, kendini insanlardan bir insan veya varlığın herhangi bir parçası kabul etmesi şeklinde de yorumlayabiliriz. Kibir ise kişinin kendini başkalarından büyük sanmasıdır, bunun açığa vurulmasına da tekebbür denmiştir. Yani kibir bir büyüklük zannıdır; insanın kendisini, olmak isteyip de olamadığı şey sanmasıdır.

Bazıları tevâzuu, kendinde zâtî hiçbir kıymet görmeme; bazıları, insanları, insana yakışır saygıyla karşılayıp onlarla muamelesinde mahviyet içinde bulunma; bazıları İlâhî inayetle fevkalâde bir muameleye tâbi tutulmazsa, kendini halkın en hakiri görme; bazıları da benlik hesabına içinde beliren büyük-küçük her çeşit dahilî kıpırdanışa karşı hemen harekete geçip onu olduğu yerde boğma cehdi ve gayreti şeklinde tarif etmişlerdir ki, her birinin kendine göre hem bir mahmili, hem de tarzı telâkkisi vardır.

Hz. Ömer’i (r.a.) omzunda kırba, su taşırken gören bir sahabe sorar: “Bu ne hal ey Allah Rasulü’nün halifesi!” O: “Dış ülkelerden bir kısım elçiler gelmişti, içimde şöyle böyle bir şeyler hissettim, o hissi kırmak istedim.” der. Onun sırtında un taşıması, minberde kendini levmetmesi, levmedenlere ses çıkarmaması hep bu kabil hazm-ı nefisle alâkalı hususlardan olduğu gibi; valiliği döneminde Ebû Hureyre’nin, şuna-buna sırtında odun taşıması; Zeyd b. Sâbit’in, kadı olduğu bir dönemde İbn Abbas’ın elini öpmesi; buna mukâbil Tercümânü’l-Kurân’ın da onun atının üzengisini tutması; Hz. Hasan’ın, ekmek kırıklarıyla oynayan çocuklarla oturup, onların yediğinden yemesi hep birer mahviyet ve tevâzu örneğidir.

Allah, Kur’ân-ı Kerim’de, Resûlullah da sünnetinde tevâzu etrafında o kadar tahşidat yaparlar ki, onları duyup-işitenin, gerçek kulluğun tevâzu ve mahviyet olduğunda şüphesi kalmaz. Kurân’ın: “Rahmân’ın has kulları, yeryüzünde alçakgönüllü olmanın örneğidirler ve ağırbaşlı, yüzleri yerde hareket ederler. Cahiller kendilerine sataşınca da “selâm” der geçerler” (Furkan 25/63) beyanı onlardan sımsıcak bir ses; “Onlar mü’minlere karşı şefkatli ve mahviyet içindedirler” (Fetih, 48/29) beyanı da onların gönüllerinden kopup gelen ve davranışlarına akseden yumuşak bir nefestir. Hele: “Onlar, birbirlerine karşı şefkat ve merhamet timsalidirler.. her zaman onları rükûda iki büklüm ve secdede kıvrım kıvrım bulursun!” (Fetih, 48/29) fermanı ise onlara tasavvurları aşan bir iltifatın unvanı olmuştur.

Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) de şöyle buyuruyor: “Allah bana, tevâzu ve mahviyet içinde bulunmanızı.. ve kimsenin kimseye karşı övünmemesini emretti.” “Size ateşin kendine ilişmeyeceği insanı haber vereyim mi? Ateş; Allah ve insanlara yakın, yumuşak huylu, herkesle geçimli ve rahat insanlara dokunmaz.” “Allah için yüzü yerde olanı, Allah yükseltir de yükseltir; aslında o kendini küçük görmektedir ama, halkın gözünde asıl büyük odur.” “Allah'ım, beni benim gözümde küçük göster!”

Zaten O, hayatını hep bu çizgide geçirmişti:

* Çocuklara uğrar, onlara selâm verir;

* Herhangi biri elinden tutup bir yere götürmek isteyince, tereddüt etmeden kalkıp gider;

* Ev işlerinde hanımlarına yardım eder;

* Herkes bir iş görürken, O da iştirak ederek, onlarla beraber olmaya çalışır;

* Ayakkabılarını tamir eder, elbisesini yamar, koyun sağar, hayvanlara yem verir;

* Sofraya hizmetçisiyle beraber oturur;

* Meclisini her zaman fakirlere açık tutar;

* Dul ve yetimleri görür-gözetir;

* Hastaları ziyaret eder, cenazelerde hazır bulunur ve kölelerin davetine icabet ederdi.

Gerçek tevâzu; Hakk’ın büyüklük ve sonsuzluğu karşısında, sıfır-sonsuz nisbetlerine göre insanın kendi yerini belirleyip, bu düşünce, bu tespiti benliğine mal etmesidir. Bu anlayış tabiatına işlemiş ve bu işleyişle ikinci fıtrata ulaşmış olgun insanlar, halkla münasebetlerinde mütevazı, mahviyet içinde ve olabildiğince dengelidirler. Zira, Allah’a karşı yer ve konumunu belirlemiş olanlar, dinî hayatlarında da, halkla münasebetlerinde de, kendi iç dünyalarında ve gözlemlerinde de hep muvazene içindedirler.

Hâsılı, tevâzu hulûkullah (Allah ahlâkı) sarayının cümle kapısı olduğu gibi, Hakk’a ve halka yakın olmanın da birinci vesilesidir. Gül toprakta biter.. insan semâlarda değil, yerde yaratılmıştır. Mümin, secde unvanıyla başı ile ayakları aynı noktada birleşince Allah’a en yakın olur.

Hemen her toplum içinde zenginlik, makam, ilim, güzellik soy vb. şeyler büyüklük vesilesi olarak kabul edilen şeylerdendir. Tevazu ise bunlara rağmen insan hayatına hâkim olması gereken bir ahlâk-ı âliyedir. Yani yukarıda saydığımız şeylerle tevazu, birbirine rağmen işleyen, biri diğerine engel olan iki unsurdur. Fakat Müslümanlık açısından önemli olan, insanın iradesi ile bunu aşmasıdır. Tıpkı Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) gibi. O, terk etmek zorunda kaldığı Mekke'ye seneler sonra muzaffer bir komutan olarak girerken, tevazuundan mübarek başları, binitinin eğerinin kaşına değecek kadar aşağılardaydı. Hatta denilebilir ki O, 23 yıllık, insanı gurura, kibre, büyüklenmeye sevk edebilecek hâdiselerle dopdolu hayatında tevazu ve mahviyete ters bir davranışta bulunmadığı gibi, bunlar O'nun tevazu ve mahviyetinin artmasına sebep teşkil etmiştir.

Zaten önemli olan da bu değil midir? Eğer insan, yaşadığı seneleri Allah için dolu dolu yaşamamışsa, zengin olması ne ifade eder? Davul gibi bomboş, tın tın öten bir hayat ile O'nun huzuruna gitmek kime ne kazandırır? Unutmayalım, tevazu, mahviyet, hacalet mümine yakışan ve yaraşan; tekebbür, inhiraf, kendini âlemden üstün görme ise Karun gibi insanı baş aşağı getiren şeylerdir.

İnsanın, muttasıf olmadığı hâlde “azamet” ve “kibir” gibi vasıflara sahip çıkıp, diğer insanlara karşı üstünlük taslaması, onun ruh dünyası adına ciddî bir hastalık emaresidir; aklının noksanlığına ve ruhunun hamlığına delâlet eder. Akıllı ve ruhen olgunluğa ermiş bir insan, mazhar olduğu her şeyi Yüce Yaratıcı'dan bilir ve şükran hissiyle her zaman O'nun karşısında iki büklüm olur.

Mütevazı olma, Yaratıcı'nın takdirine, halkın tahkir ve tekdirine karşı insanın gönlüne hoşnutluk hissi kazandırır. Evet, baştan haddini bilip tevazu kanatlarını yerlere kadar indiren birisi, insanlardan gelecek her türlü hor görmelere karşı en emin bir zırh içine girmiş ve en sağlam emniyet tedbirini de almış demektir.

Alçak gönüllülük, ferdin olgun ve faziletli olmasının; kibirlenip büyüklük taslamak ise, onun seviyesiz ve nâkıs olmasının alâmetidir. En kâmil kimseler, insanlarla en fazla beraber bulunup, onlarla hem dem olanlardır. En nâkıs kimseler ise, insanlarla beraber bulunmayı, onlarla düşüp kalkmayı gururlarına yediremeyen bednâm talihsizlerdir. Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) bu noktaya şöyle işaret ediyor: “İnsanlar içine katılıp onların eza ve cefasına katlanan mümin, kenara çekilip sıkıntı çekmeyen mü’minden üstündür.” Yüce Allah, Son Peygamber’e şöyle ferman ediyor: “Mü’minlerden sana tâbi olanlara tevazu kanadını indir. Buna rağmen sana isyan ederlerse ‘Ben sizin yapageldiklerinizden hakikaten uzağım.’ de.” (Şuara, 26/215-216) “Sakın bazılarına verdiğimiz geçici dünya nimetlerine gözlerini dikip uzatma. Onların karşısında tasalanma. Mü’minler için şefkat kanatlarını indir.” (Hicr, 15/88) Denebilir ki bu ayet-i kerimelerde hizmet ahlâkının temel özellikleri toplanmıştır: Karşılık beklemeden hizmet etmek, dünya nimetlerine göz dikerek şaşırmamak, hizmet götürülenlerin nankörlüğü halinde kızıp çekilmemek ve mükâfatı yalnız Allah’tan beklemek...

Kibri ifade etmek için Kur’ân-ı Kerim fahr (övünmek), ferah ve marah (taşkınlık) tabirlerini kullanır: “Yeryüzünde kibir ve böbürlenerek (marahan) yürüme. Çünkü yeri delemezsin, boyca da dağlara yetişemezsin.” (İsra,17/37) “Kibirlenerek insanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde şımarık yürüme. Çünkü Allah, kibir taslayan, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez. Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini alçalt. Seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokman, 18-19)

Bir insanın insanlığa yükselmesi onun tevazuu ile; tevâzuu da, makam, mansıp, servet ve ilim gibi halkın itibar ettiği şeylerin onu değiştirmemesiyle belli olur. Zikredilen hususlardan biriyle düşünce ve davranışlarında değişikliğe uğrayan kimsenin ne tevazuundan, ne de insanlığa yükselmesinden bahsedilebilir.

Alçak gönüllülük, hemen bütün güzel huyların anahtarı mesâbesindedir. Onu elde eden, diğer güzel huylara da sahip olabilir. Ona malik olamayan ise, çoğunlukla diğer huylardan da mahrum kalır. Âdem Nebi (a.s.), sürçüp düştüğü zaman, gökler ötesine ait yitirdiği her şeyi tevazuu ile yeniden elde ederken, aynı bâdirede yuvarlanıp giden Şeytan, kibir ve gururunun kurbanı oldu.

Kibir ve ululuk “Zât-ı Ulûhiyet”in sıfatları olduğundan, büyüklük taslayıp şımarıklık yapanlar, hemen her zaman O'nun “Kahhâr” eliyle kıskıvrak yakalanmış ve helâk edilmişlerdir. Haddini bilip mütevazı olanlar ise, yükselip O'nun huzuruna ermişlerdir.

Hasan-ı Basrî, aldanmaması için bir öğrencisini şu sözlerle ikaz eder: “Yavrum! Şu kâğıt parçasında yazılı olan nasihatleri al, senin için binlerce ilim kitabından daha değerlidir. Kâğıt parçasında şunlar yazılıydı:

1. İçinde bulunduğun ortamın, kötülüklerden uzak, salih ve iyiliklerle dolu bir ortam olmasına aldanma. Cennetten daha emniyetli ve kötülüklerden uzak bir yer düşünülebilir mi? Oysa babamız Âdem’in başına gelenler orada geldi.

2. İbadetinin çokluğuna da aldanma. Şeytan gibi kendini ibadete adamış kim vardı ve başına neler geldi?

3. Mütekebbir ilim sahipleriyle ne görüş, ne de sohbetlerine katıl. Bunlar sana hayır getirmez. Nitekim Peygamber Efendimizin (aleyhissalatu vesselâm) sohbetlerine katılan mütekebbir ve münafık ilim adamları vardı. Hiçbirisi ne imana geldi ve ne de o sohbetlerden istifade etti.

18.08.2011 - kül kedisi

Konular