tesettür Kaç Gramdır?

Sibel Eraslan


Var oluşumuzun anlamı üzerine konuşuyoruz aslında...

Hemen her gün kâh sıkıcılığından kâh zorluğundan bahsettiğimiz hayatımızın anlamı bu... Modern tıp; yaşayan insan ile ölü insan arasındaki en kaba farkın, 21 gram olduğunu söylüyor. Yaklaşık olarak bu 21 grama acaba neler sığdırıyoruz ki, her birimizin de hikâyesi asla birbirini tutmuyor...

'21 gramlık küçücük bir aşırılığa milyarlarca insan sığıyor, kimi zorba bir Firavun, kimiyse öldüğü üç günden sonra duyulan bir garip oluyor... Ama hepimizin de ruhu var işte...

Ve yalnızız aslında...

En kalabalığı yaşayanlarımız bile, zaman zaman bütün diğerlerinin dışarıda kaldığı, tenha halleri ve vakitleri bilir. Öyle zannediyorum ki; dünyaya geldiğimiz anki en eski yapayalnızlığımızla, dünyaya veda ettiğimiz en sonki yalnızlığımız arasında kısa bir koridor gibi hayat...

Geleneğimizdeki varoluş anlamının bu yalnızlıkla çok yakından ilintili olduğunu düşünüyorum. Dünya bu yüzden ''atıldığımız aşağılarda bir gurbet'' olarak , ''dönüşün ukdesi'' mahiyetinde...
Bir gün döneceğiz! Dönücülerdeniz!
Döneceğinizi bildiğiniz andan itibarense, tüm ruhunuzu bir iğretilik kaplayıveriyor. Ruh'un veya cevherin takribi 21 gram ağırlığındaki yükü de bu iğretiliklere karşı takındığımız tavırlarla ilgili gibi geliyor bana. Ya hiç dönmeyecekmişiz gibi ebedi krallığımızı ilan ediyoruz. Ya da en çok çiviye astığımız bir palto kadar anlamı oluyor hayatın...

Çoğu kişiyse, bunun arasını bulduğunu düşünüyor. ''Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmişiz gibi ahiret için çalışmak'' şeklinde dillerimize pelesenk ettiğimiz cümleyi adeta iğva ederek, hatta yağmalayarak, hem de ters yüz ederek, dünya hayatını ve dünyayı bir kez daha kutsuyoruz oysa...

Bu, bizim tesettür hikâyelerimizde de böyle ne yazık ki... Okullarımıza gidemezsek veya işlerimizden atılırsak, hiç ölmeyeceğimizi sandığımız dünyamız kararıyor.

Müslüman kadınlar olarak, tesettürümüze riayet etmeye çalışıyoruz. Tıpkı, diğer ibadetlerimizde de olduğu gibi, bu konuda da eksiklerimiz, kusurlarımız, hatalarımız var... Umalım ve dua edelim ki; Rabbimiz bizi rızasına tamamlasın...

Başörtülü kadınlar ve kızlar olarak, özelde 1968'den beri çeşitli kamusal kısıtlamalarla karşı karşıyayız. Fakat genel olarak ''tesettür tartışmalarının ve cezalandırmalarının'' İstiklal Mahkemelerinden beri devam ettiğini de bilmekteyiz. İskilipli Atıf Efendi gibi niceleri, tesettürsüzlüğü batıl ve batıla benzeyen olarak kabul ettiklerinden dolayı,tutuklandılar, idam edilerek şehit oldular.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yolları kesilerek çarşafları hakarete uğrayan pek çok kadın, evlerine girip, ayakkabı ve feracelerini yakınlarına bağışladılar. Ve bir daha ölünceye kadar da evlerinden dışarı çıkmadılar. Bunların hepsi bizim ülkemizde yaşandı.

On yıl kadar önce, 80 yaş civarındaki kadınlarla yaptığım röportajlarda onlara niçin okumadıklarını sorduğumda, ''okuyup da gâvur mu olacaktım?'' cevabını aldığımda epey şaşırmıştım… Onları anlamakta güçlük çekiyordum. Onlarsa, âlim olan babalarının bir gecede nasıl cahil hale getirildiğini, Kur'an-ı Kerim'i gizli saklı öğrendiklerini, jandarmadan dayak yiyecekleri korkusuyla cüzleri toprağa gömüp, alacakaranlıkta ise, gömdükleri yerden çıkarıp, tavuk kümeslerinde nasıl da gizlice talim ettiklerini anlatıyorlardı…

Arkasından 70'lerde açılan İmam Hatip Okullarıyla birlikte, ''kız çocuklarını okula göndermeme'' şeklindeki bu tavır nispeten değişmiştir. Çünkü bu okullarda kız çocuklarına dini bilgiler de verilmekteydi ve tesettür konusunda da sorun yaşanmıyordu.

1968 yılında İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan'ın okula örtülü olarak girme kararıyla beraber, yeniden fırtına kopuyor, Babacan fakülte yönetimince cezalandırılınca da öğrenci boykotları başlıyordu. 1972 yılında Av.Emine Aykenar İstanbul Barosu'ndan tesettürlü olduğu gerekçesiyle atılıyordu.
70'lerde tesettürün sembol ismi, Şule Yüksel Şenler, bütün Anadolu'yu adeta karış karış gezerek İslami bilinç konferanslarıyla, tesettürü, modern hayatı yaşayanlara bir kez daha hatırlatıyordu. Şahsen konferanslara gittiğim hemen her kentte, Şule hanım'ın konferanslarından etkilenerek Kur'an'a yönelmiş? Tesettür kararı vermiş? Yüzlerce kadınla tanışmışımdır…

Ve fakat 1968 yılından 80'lere kadar, tesettür, üniversitelerde sorun olarak hissedilmemiştir. Zira bu ara dönemde, tesettürlü üniversite öğrencisi yoktur. Bununla birlikte, 1982'den sonra yeni bir tesettür tartışması başlayacaktır. 1986 yılında üniversiteye giden tesettürlü kızlara, medyanın ''E.T''ler, ''Penguenler'', ''Ninjalar'' diye başlık attıklarını da hatırlıyorum.


Bu, yepyeni bir durum gibi algılanıyordu. Bu kızlar, herkesin rahatını kaçırıyordu adeta. Yasaklar geldikçe direniş arttı, direniş arttıkça kâh yasaklar kırıldı kâh yasaklar genişledi…

En son, 28 Şubat 1997 yılında yaşadığımız post modern darbe, örtü yasaklarını sistemik ve sistematik hale getirdi. Hatta Medine Bircan isimli bir teyze, sırf örtülü olduğu için diyaliz makinesine sokulmadı ve sedyede can verdi… Tesettürlü veliler, çocuklarını almak için ilkokulların bahçelerine bile giremedi. 13 yaşlarındaki imam hatip öğrencilerinin ellerine kelepçeler vuruldu… Doç. Dr Sevgi Kurtulmuş ve Doç. Dr. Alev Erkilet, sadece başörtülü oldukları için öğretim üyesi oldukları üniversitelerden atıldılar… Anda derdest olarak devam eden 0tuz bin civarındaki dava, mahkemeleri, tesettür yasakları bağlamında işgal etmektedir.

Tesettür üzerindeki aşırı baskıllar, şiddetini arttırarak devam ederken, 1986 yılından beri direnişin içinde olan biri olarak, yaşadığımız pörsüme ve direnç kırılganlığı beni ziyadesiyle teessür içinde bırakıyor. Ne çare ki; bu kızlara ''başını aç ve ne olursa olsun oku!'' ''elin ekmek tutsun!'' diyenler sadece rektörler değil. Özellikle anneler, oku da benim gibi olma diyen babalar, tesettür direncini kıran faktörler olarak yasakçılardan çok daha etkinler bana göre… Örtüyü teferruat addeden veya baş açmayı hizmet için fedakârlık olarak tanımlayan yorumları ise hiç anlatmak istemiyorum…


Başta zikrettiğim 21 gram farkı; hesapta küçük bir aşırılık olmakla birlikte, hayatımızın anlam aşırılığına tekabül eder aslında. Dünya zor bir sınav, ama geçici olduğunu da unutmayalım. Ashab-ı Uhdud Allah'a inandığı için ateşe atıldı… İnancının bedelini hayatıyla ödeyenlerin tarihi üzerinde yürüyoruz.


Hepsinden sonra kimseyi kınayamam, hakkım değil! Çünkü bu bir sevgi ve vefa işidir. Rabbimizi sevdiğimiz için, O'na iman ettiğimiz için, emirlerine de riayet etmek istiyoruz. Allah sabır versin. Kulluk bilinci nasip etsin…
Rabbimiz, bize iman, cesaret, sabır ve muvaffakıyet ver, âmin!


2 yorum

Zor okunuyor...

Böyle kesinlikle zor okunuyor, karışıyor. Paragraf aralarına boşluk vermek hiç zor değil. Birazcık özen...

15.01.2007 - arif

Göndereceğimiz yazıları önce kontrol edelim lütfen!

"Paragraf ve başlıklardan sonra boşluk bırakırsanız daha kolay okunacaktır."

Demiştim... Göndereceğimiz yazıları önce kontrol edelim lütfen!

15.01.2007 - arif

Konular