“Ömrümde böyle çocuk görmedim”

O ÇOCUĞA bir temmuz günü rastladım. Sıcak mı sıcak günlerdi. Ne limonata ne de dondurma ferahlatmıyordu insanı. Ama içimde bir hafiflik vardı. Süpriz bir şeylerin yaşanacağını günün başından beri hissediyordum. Çünkü dışarıya inat içimde bir serinlik yaşıyordum. Haydi dedim. Yelkenleri şişir, güzellikleri dostlarla paylaşma vakti geldi. Çıkıp dolaşmalısın.

Doğrusu dostları ziyaret etmeyeli uzun zaman olmuştu. Yanıma bir iki arkadaşı alarak yola çıktım. Gün boyu pek çok güzel şey yaşadık. İnanın her biri böyle bir yazıya konu olabilecek değerdeydi. Ama bir tanesi vardı ki, onu mutlaka sizlerle paylaşmalıyım.

Sokak-dükkan, eş-dost derken Zeki’nin dükkanına kadar gelmiştim. Zeki Çallı, kadim dostlarımdan biridir. Onun ticarethanesinde kısa ama bereketli zamanlar geçirmişimdir hep. Oturduk, halka olduk. Çaylar geldi. Bu çay, sıcakta da soğukta da aynı lezzettedir. Masanın üzerinde gerinmiş yatan tekire gözüm ilişti. Kedinin sinek avlayanını da ben ilk burda gördüm. Tekir bana Gümüş’ü hatırlattı. Bir otuz sene önceyi yani. O yüzü ihtiyar bir nineyi hatırlatan Van kedisi, pek asaletli bir hayvandı.

Bu mekanı severim ben. Rahmetli babamın yazıhanesini hatırlatır. Burada, bu tatlı sohbetlerde, ulvi şeyler konuşulur, gündelik hadiselerin, geçici işlerin dışına çıkılır.Ama hayattan kopulmaz. Bir yandan müşteriler gelir işlerini görürler, bir yandan hayatın, varlığın, geçmişin ve geleceğin esrarına dair sorular sorulup, cevaplar aranır. Zamanı Yaratan’a vaktin zekatı böylece ödenir. Ferahlık olur, neşe gelir yüzlerde ve gönüllerde yerleşir.

Bir ara dükkanın kapısında minik bir çocuk belirdi. elinde bir deste kağıt tomarı tutmaktaydı. Gayet ciddi idi. Dükkan dükkan dolaşıp, reklam bildirileri dağıtan o çocuklardan biri gibiydi. Üzerinde Beşiktaş forması başında şapkası vardı. “Kerata bu yaşta reklam işine girmiş” diye içimden geçti. Zeki’nin oğlu Bahadır’a yaklaşıp elindeki kağıt tomarından bir yaprak çıkarıp ona verdi. Sonra da çıkıp gitti dükkandan. Bahadır eline tutuşturulan kağıda bakıp gülümsedi, sonra da kağıdı “abi bak hele şuna” der gibi bana uzattı. Bu eski bir kitaptan koparılmış tek bir sahife idi. Şaşırdım. “Bahadır git şu veledi çağır bakalım, bu işin aslı ne imiş” dedim.

Az sonra Bahadır kapıda çocukla beraberdi. Az önce bildiri dağıtıyor zannıyla dikkatle bakamadığım bu çocuk şimdi herseyiyle bir merak konusuydu benim için. Üç karış boy, cin gibi bakan gözler ve her çoçukta olduğu gibi yüzünde parlayan tertemiz bir çocuk safiyeti. Dışı kaç metre, kaç santim önemli mi işte sana koca bir dünya karşında duruyor diye düsündüm. O an “Allah’ın o kadar çok sanat eseri var ki, insan ise bunların içinde şaheseri” diye dalıp gitmişim.

Şaşkınlıkla ve hayretle epey süzdükten sonra çocuğu bir el işareti ile yanıma çağırdım. İskemlelerde oturan gözler bize çevrildi.

“Senin ismin ne güzelim” dedim.

Çocuk “Ensar” (yardımcı) dedi. İsimlerle cisimler arasındaki uygunluğun hayata yansıması ne kadar güzeldi.

“Ensar,”dedim “Elindeki bu kağıt parçalarını ne yapıyorsun?”

“Annem bu kitabı çöpe atacaktı, kıyamadım. Ben de sayfalarını dükkan dükkan dolaşıp dağıtıyorum” dedi.

Kalayazdım. Başkası böyle birşey anlatsa belkide inanmazdım.

“Nerde oturuyorsun?”

“Arka sokakta.”

“Kaç yaşındasın?”

“Altı.”

Okuma yazma biliyor musun?

“Yok. Bu sene gideceğim.”

Şu işe bakın. Okuması yazması yok, ama kitabın kıymetini biliyor.

...

O gün, çok sevdiğim Uğurböceğinin yeni dizisi Okuma Zamanı kitaplarımız yeni çıkmış ve elimdeydi.

“Ensar okumaya başladığın zaman ilk kitapların inşaallah bunlar olur” diyerek, imzaladım ve kitapları hediye ettim. Alnına bir buse kondurup ayrıldığımızda Ensar kaldığı yerden işine devam ediyordu. Dükkan dükkan dolaşıyor, yaprak yaprak kitap dağıtıyordu.

O akşam bu hadiseyi yazmayı düşünerek notlar almaya başladım. Ensar’ın dağıttığı o kitap sayfasını da cebime koymuştum. Geceye doğru alıp baktım. “Ömrümde böyle çocuk görmedim” diye başlayan bir yazı vardı üzerinde. Benim yazımın başlığı da böylece çıkmış oldu.

Çevremdekiler ve yeğenlerim aynı şeyi soruyorlar, “Hep sana mı denk düşüyor böyle önemli şeyleri yaşamak, bize niye olmuyor? ” Ben de onlara şu cavabı veriyorum:

“Her güne ümitle başlar, beklentilerinizi yüksek tutarsanız, yaşadığınız olayları ciddiye alırsanız hiçbir şeyin sıradan olmadığını görecek, benden fazlasını yaşadığınıza inanacaksınız.”

Selim Gündüzalp


2 yorum

çocuk ve okuma

Ali Enes beyefendi, yazınız ile ilgili bir hususa değinmeden edemiyeceğim; Çocuğa okumayı öğreten aynı zamanda sevdiren olması nedeniyle ilköğretim öğretmenlerimize bu konuda duyarlı olmaları,birinci sınıftan itibaren beş yıl gibi uzun sürede her öğrencinin konumuna göre bunu başarmaları.Slm ve dua ile

26.11.2006 - coolteganni

okumayı sevdirmede öğretmenlerimizin katkıları

selamun aleyküm
coolteganni kardeşim,önemli bir hususa değinmişsiniz.Hakikaten çocuklarımıza okumayı sevdirme adına öğretmenlerimizin katkılarını unutmamak gerek..

Bu yazı da ise en çok dikkat çeken husus,daha okuma yazma bilmeden böylesine bir okuma şevki ile dolu bir yürek..

Aslında okuldan önce evdeki ortam,aile de bunda çok önemli rol oynuyor.

selam ve dua ile
----------------------------------------------
“Kendini bilmeyen bir adama öylesine kuvvetli biçimde haykır ve yolunu Allah’a yönelik kılmasını söyle. Ve kendini bilen bir adama bunu söylemek ise, nurun alâ nur.”

–Blaise Pascal

27.11.2006 - Ali Enes

Konular