Dünya Savasi Kivilcimlari

Haziran... Ekinler biçildi, bağlar olgunlaştı. Bademler top­lanmağa hazırlanıyor. Fakat ne kadar sıcak var, ne kadar!.. Köyün bütün delikanlıları ve kızları tarlada. Beni bundan ba­ğışladılar. Beni yarın için saklıyorlar. Bu yarında ne var aca­ba? Bu yarınlar ne doğuracak ki?.. Her halde benim bilmedi­ğim berşeyler var, bu muhakkak. Gün doğmadan bakalım neler doğacak...

Bu cumartesi, tek atlı bir fayton beni aldı Câuna'ya götür­dü, ne büyük ne güzel köy, ne kadar da zengin... Roçild'in vekili ve idare adamlarımız hep burada!.. Burası sanki müs­takil bir teşkilât merkezi!.. Köyün genç kızları beni karşıladı­lar, köylerini gezdirdiler. Varşova'da bile emsali az güzel bakkal dükkânlarını ve mükemmel bir de eczâhânesi var bu köyün. Doktoru da var. Mükellef bir villânın mükemmel bir odasında köy hahamı, Roçild'in vekili, Hayfâdan, Yafa'dan gelmiş seçkin insanlar birer koltuğa kurulmuşlar. Bana da yer gösterdiler, saygı da gösterdiler ve bir yere oturdum. Or­talığı derin bir sessizlik kapladı ve köy hahamı doktor Levi şu duayı okudu:

Rab Sinada geldi
Ve onlara Seirden doğdu,
Paran dağından parladı,
Ve mukaddeslerin on binleri
İçinden geldi;
Onlar için sağında ateşli ferman vardı.
Gerçek, sıbtları sever,
Bütün mukaddesleri senin elindedir;
Ve onlar senin ayağının yanında oturdular;
Herbiri senin gözlerinden alacaktır.
Yakup cemaati için miras olarak,
Musa bize bir şeriat amretti.
Ve İsrailin bütün sıptları birlikte olarak,
Kavmin başları toplandığı zaman,
Yeşurunda o kiralat.


Bu duayı bitirir bitirmez yüzü sapsarı kesilmiş doktor Le­vi, gür sesiyle şunları ilâve etti:

Bugün burada kavmimizin başları siz sayılırsınız. Siz; do­ğacak güneşin ilk lamblarısınız. İsrail'in kurtuluş güneşi Sahyun Dağı'nın tepelerinde altın sırmalı tellerini Yeryüzü'ne yaymak üzere!.. Dünya, din ve ırk ayırmaksızın bütün goyîmleri mahvedecek bir kıyametin arefesindedir.[8] Bu kıya­met Kürre-i Arz'da yaşayan bütün insanları içine alacak, ev­leri yıkayacak, ocakları söndürecek, mağrur kafaları ezecek, ortalığı kül edecek, yeryüzü bir enkaz yığını haline gelecek ve bu enkazın ortasından yeni, taze ve canlı İsrail Devleti do­ğacak!.. Tevrat'ın müjdelediği Talmud'un haber verdiği Şulhan Aruh'un tefsir ettiği büyük, kudretli, şevketli ve azamet­li İsrail devleti...

Bu gayeye çabuk ulaşmamız, bu adanmış topraklarda Al­lah tarafından bize mev'ud istiklâl ve saadete bir an evvel ulaşabilmemiz için her birinize büyük vazifeler düşüyor. Bu­nu sizlere daha evvel tebliğ etmiş bulunuyorlar. Biz bugün burada: Günün yaklaşmakta olduğunu sizlere bildirmek için toplandık. Yehova cümlemizin yardımcısı olsun!

Bundan sonra Roçild'in vekili hepimizle teker teker alâkadar oldu, isimlerimizi sordu ve biz ona kısaca haltercümemizi anlattık. Yüzümü okşadı ve beni sofraya yanma oturtarak iltifatlarda bulundu.

“— Sarah ile görüştün değil mi? O büyük kadındır. Israilin ümidi ve yıldızıdır. Ona hizmet etmeğe ve faydalı olmağa çalış güzel kızım."

* * *

Muhakkak ki; büyük bir vazife yüklenmiş bulunuyorum. Bu, o kadar büyük ve kudsî bir vazifeki; bana cümle cümle, teker teker söylüyorlar. Elbette ki birşeyler anlıyorum, ama hepsi o kadar mı bilmiyorum. Yarınlar, hâdiseler herşeyi açıklayacak bize... Bizi Gettolardan, Pogromlardan, hakaret­lerden, kırbaçlardan kurtarıp bu hür ve mes'ud hayata ka­vuşturanların elbette bir bildikleri var. Onlara inanmak, on­ların sözünden dışarı çıkmamak yapacağım tek şey.

Köyümüze döndük. Herkesi ümit ve neşe içinde buldum. Normal bir hayat sürüyoruz. Anbarlarımız erzakla, kuru üzümle ve bademle dolu. Yafa'daki bankada paramız var. Sı­kıntı ve yokluk nedir unuttuk. Gerçi tarlalarda ve Güneş'in altında çalışmak zor fakat kazançlı!.. Düşmanlarımız: “Saban tutmayan ellerde asalet yoktur" derler. İşte şimdi sapan da, orak da, çapa da tutuyoruz, sanki bunlar mı bize asalet veri­yor? Bu da çok sürmeyecek!.. Biz fizikî kuvvetlerle kol ve ba­cak güciyle değil, eşsiz zekâlarımızla Dünya'nın efendisi ola­cağız. Fellahlar Güneş altında köle gibi, esir gibi, ecir gibi ça­lışacak ve biz onların sırtından geçineceğiz. Ama bugün topraktan aldığımız mahsullerin bir kışımın anbarlarımıza, bir kısmını pazarlara sevkedip para kazanmak da doğrusu tatlı şey. Varşova'da ve Karakoy'da, loş dükkânımızda, bir pis gayri yahudinin elinden eşyasını ucuz almak ve yahud değerlerini bir türlü takdir edemedikleri eşyayı, antika diye bu­dalalara yutturmak... Ne yalan söyleyeyim öteden beri benim hoşuma gitmiyordu. Bir de şunu düşünüyorum: Aç sinekler gibi banka kapılarına üşüşüp para ve kredi dilenen kaba in­sanlara yaptığımız tahakküm ve büyük fabrikalarda çalıştır­dığımız onbinlerce işçiden ehramlarda harcadığımız emek ve çektiğimiz işkencelerin acısını çıkarmak duygusu insana ne büyük gurur ve teselli veriyor.

Babam diyor ki; Amerika'daki bütün silâh fabrikalarının sahipleri yahudilermiş. Dünya'nın servetini bu yoldan hazi­nelerimize çekmek ve yaptığımız silâhlarla goyimleri birbiri­ne kırdırmak!.. Neye gözyaşı döküyoruz? İntikamımız bol bol alınmış bizim. Şimdi geriye David'in bayrağının dalga­landığını görmek kaldı. O da olacak!.. Biz bu davanın öncü­leri değil miyiz?

Haftanın her çarşamba günü Cauna'dan gelen doktor ha­ham bizleri köyün gazinosunda topluyor ve bize Talmut'dan parçalar okuyor. Ne derin manalar var bu Talmut'da.. Dok­tor tefsirini de yapıyor, mest oluyoruz. Ezberlediğimiz par­çalar var, meselâ şunlar:

"Yalnız İsrail oğulları insandır, diğerleri değildir."

"Yahudi olmayanlar murdardır. Bunların pis ellerinin do­kunduğu her şey mekruhtur."

"Eğer bir gayri yahudinin Öküzü, bir yahudinin öküzünü boymızlayıp yaralarsa, yahudi olmayan ceza görmelidir. Şa­yet bir yahudinin öküzü, yahudi olmayan bir ken'âninin öküzünü yaralarsa, ceza mevzuubahis değildir."

Bunun gibi nice hikmetleri tekrar tekrar okuyup hafıza­larımıza nakşediyorlar.

İçimden bir ses yükseliyor, vicdanın sesidir belki bu! Di­yor ki: Acaba bu kadar sert hükümler ve haksız kararlarını biz yahudileri insanların gözünden düşürmüş, herkesi biz­den uzaklaştırmış, Cihan'ın nefret ve istikrahını üzerimize toplamış. Evet; zulüm, işkence, katliam, hakaret bunların hepsi bize bir hak verir, verir ama acaba ilk başlayan kim? Biz mi, onlar mı? Aman yarabbi ne içinden çıkılmaz muam­ma bu?"

Ey Adonay sana tövbe etmeliyim. Ruhumda fırtınalar ko­puyor, istifhamlar düğümleniyor. Hangi tahsil, hangi bilgi, hangi görgü ile bunları çözeyim. Acizim, acz içindeyim. Bir hakikat nuruna, bir hakikat ışığına o kadar muhtacım ki!..

Kudüs'e gidip gelmek, Cauna'da toplanmak Ezra'nın vaizleri, ırkdaşlarımın göz yaşlan, feryat ve figanlar, asırlar­dır bitmeyen şikâyet ve ıztırab!.. Bütün bunların son tesellisi istiklâl ve yeni bir devletin doğuşu Öyle mi? Belki!

Babam bugünlerde kendisini adeta Musa'nın azizi, müri­di gibi telâkki ediyor, ondaki vecit ve heyecan ne? Fakat Po­lonya'da iken, derin uykumda karyolamın başında gördü­ğüm hayalet ne idi? Hayvani şehvetini kendi öz kızının üze­rinde teskine yeltenen kudurmuş bir insana baba demek ka­dar bir insan için talihsizlik tasavvur edilebilir mi?

Evet gencim ve güzelim. Ayna gibi bir dostum var, kendi­mi görüyorum ben!.. Aşka, sevgiye o kadar muhtacım ki!.. Ama bunları ben, kendi tabii haklarım için değil de aklımın ermediği büyük idealler için kullanacakmışım. Belki onlar haklı, belki ben?.. Kafamı kurcalayan bir nokta var: Bu oyun elbetteki bugün, burada ve benimle başlamıyor. Bin yıl, iki bin yıl ve belki daha bir çok bin yıllar!..

Günahım varsa sen bağışla, büyük Yehova! İradem sarsıl­mış, mantıkim kaybolmuş benim...




15 Temmuz 1914

Köyün bir çok erkekleri ve babam sabah erkenden çiftliğe gittiler. Köy kadınlarında göze çarpan bir telâş var. Sevini­yorlar mı, korkuyorlar mı belli değil. Belli olan saklanması güç bir heyecan dalgasının köyümüzü sarmış olmasıdır. Açıkgöz komşumuz madam Röbekâ telâşlı, telâşlı birşeyler anlatıyor, kapı kapı geziyor ve yorulmadan, heyecanlı he­yecanlı adeta kendinden geçmiş gibi şunları tekrarlıyordu:

“- Yangın başlıyor. Alevleri Dünya'yı saracak ve Dünya'yı kül edecek! Şimdi goyimler yahudi fabrikalarının imal ettikleri silâhlarla birbirlerinin öldürerek, milyonlarca yuva yıkılacak, milyonlarca insan cesedi ve enkaz haline gelmiş bir Dünya'nm harebeleri ortasından İsrailin Devleti, David'in saltanatı, Salomon'un haşmeti doğacak! O zaman biz, Dün­yanın tek efendisi, tek hakimi olacağız. Titüs'ün de Babil'in de acısını çıkaracak, intikamımızı alacağız.

Yehova bize ne diyor?

Seni Mısır diyarından, esirlik evinden çıkaran Allah'ın Yehova ben'im.

Şimdi bizi bu barbar Türkler'in, müfrit Araplar'ın, hâin Avrupalı'nın da elinden kurtaracak. Büyük haham Rabinoviç ne demişti:

Gün geliyor, Israel yakında kurtulacak ve Dünyanın efen­disi olacaktı!.. Evet; Yeryüzünde bir kıyametin kopacağını ve goyimlerin birbirlerinin boğazına sarılıp, kendi kendilerini yok edecekleri günün yaklaştığını ihtiyarlarımız tekrar edip duruyorlardı. Bakınız ne kadar doğru imiş...

Röbeka ev ev dolaşıyor ve bu hitabeyi tekrarlıyordu. Ben­de müdhiş heyecanlandım. Muhakkak ki; birşeyler oluyor. Obur, haris, alçak Avrupa yerinden oynuyor. Yamyamlar gibi, kudurmuş köpekler gibi birbirlerini yiyecekler. Demek ki İsrail'in ahi tuttu. Oh olsun alçaklara!..

Babam ve arkadaşları çiflikten döndüler. Hepsi heyecanlı idi. Yüzlerindeki manayı doğrusu iyi okuyamadım. Meyus mu idiler, yoksa memnun mu?

Akşam yemekten sonra babam bize şunları söyledi:

"— Avrupa'da yangın başladı. Kıvılcımlar buralara kadar sirayet edebilir. Şimdilik bir şey gözükmüyor. Fakat, bu Dünyayı saracak ateşi, biz İsrail oğulları yaktık ve alevledik. Bu yangının bütün Dünyayı insanlarıyla beraber kül etmesi­ni istiyoruz. Ancak o zaman bizim için tam kurtuluş ola­cak..."

Bütün bu söylentiler bütün olaylar, bütün bu iç yüzünü bir türlü kavrayamadığım muammalar ve yarınlar... Hele ya­rınlar, hele yarınlar!

Gece yatakta yarı uyku, yarı rüya, yarı uyanık, hep birbi­rine girift hisler, tahminler, ihtimaller ve birazda kâbuslar içinde geçti. Sabahı bekliyorum, güneşi bekliyorum. Hem or­talık aydınlansın, hem de ruhlarımız...