9 Aralik 2006 tarihli konular

İnanıyorsanız Üstünsünüz..!

  • arif

Gördüm ki, bazı dindar gençlerimiz, kendilerini “çağdaş” diye tanımlayan kişilerle birlikte olmaya adeta can atıyorlar. Bu hazin durumu, dinimizin tesettür emrini yerine getirmeye çalışan bazı kızlarımızda bile görmek mümkün. Onların ortamlarında bulunmak, okudukları kitapları okumak, gittikleri sinemalara, kafelere, restoranlara gitmek “aydın” olmanın, “kültürlü” diye anılmanın ölçütü kabul edilebiliyor. Metal müzik dinliyor, caz festivallerine katılıyor, markalı giyinmeye çalışıyorlar. Bir bakıma, “Bakın, ben de çağdaşım, ben de sizin gibiyim. Örtülü olmam, namaz kılmam benim çağdaş, ilerici, kültürlü olmamı engellemiyor. Aslında sizden farkım yok. Beni de aranıza kabul edin.” diyen bir tavırları var.

Korku'nun Fazileti ve Korku'ya Teşvik

  • katip

Şükr'ün üç rüknü vardır:

Birinci rükün; şükrün fazileti, hakikati, kısım ve hükümleri,

ikinci rükün; nimetin hakikati, hususî ve umumî kısımları,

üçüncü rükün; şükür ve sabırdan hangisinin daha faziletli olduğu hakkındadır.

Birinci Rükün
Birinci rükün şükür hakkındadır.

Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri

  • katip

Allah Teâlâ, kitabında şükrü zikir ile beraber zikretmiştir.

Ayetler
Andolsun! Allah'ı anmak en büyük (ibadet)tir. (Ankebût/45)

Öyleyse beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.(Bakara/152)

Eğer siz Allah'ın nimetlerine şükredip' iman ederseniz Allah size niye azap etsin?
(Nisâ/147)

Şükredenlere ise muhakkak mükâfat vereceğiz(Âlu İmran/145)

İblis şöyle dedi: 'Öyleyse beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki insanoğullarını saptırmak için muhakkak senin doğru yoluna oturacağım vesvese verip pusu kuracağım.

Korkunun mu, Ümidin mi Fazlası Daha Faziletlidir, Yoksa İkisinin de Normali mi Daha Faziletlidir?

  • katip

Şükür, sâliklerin makamlarındandır. Şükür, ilim, hâl ve amelden meydana gelir. İlim, asıldır ve hâli gerektirir. Hâl de ameli gerektirir.

İlim, nimeti nimet verenden bilmektir: Hâl, nimet verenin nimet vermesinden dolayı meydana gelen sevinç demektir. Amel, nimet vereni maksudu ve mahbubu yapmaktır. O amel, kalp, azalar ve dil ile ilgilidir. Bu bakımdan bütün bunları belirtmek gerekir ki onların toplamı ile şükrün hakikati ihâta edilebilsin; zira şükrün tarifinde söylenen şeyler, onun bütün mânâlarını kapsamaktan uzaktır.

Birinci Asıl
Birinci asıl ilimdir. İlim de üç şeyi bilmektir: Nimetin kendisini o nimetin nimet olmasını, nimet verenin zatını ve nimetinin tamamlanmasına vesile olup nimetin kaynağı olan sıfatlarının varlığının bilinmesidir.

Korku Halini Temin Eden Çare

  • katip

Belki sen 'Şükür ancak şükürden zevk alan nimet sahibinin hakkında düşünülebilir' diyebilirsin; zira bizler padişahlara kalplerde mevkileri daha artsın, halk yanında keremleri belirsin ve dolayısıyla nam ve nişanları daha fazla olsun diye ya senâ etmekle şükrediyoruz veya bazı hedeflerinde kendilerine yardımcı olmaktan ibaret olan hizmetle şükrediyoruz veya huzurlarında el pençe durmakla şükrediyoruz.

Bu ise onların çevrelerindeki kalabalığın çoğalmasına, ve mevkî ve şöhretlerinin artmasına sebeptir. Bu bakımdan insanlar bu söylediklerimizden birini onlar için yapmadıkça padişahlara şükretmiş olmaz. Oysa bu, iki yönden Allah hakkında muhaldir:

Zaruretler mahzurlu şeyleri mübah kılar mı?

  • arif

Bir mesele daha var; o da çok ehemmiyetlidir. Hükm-ü Kur'âna göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin icabatından olarak hâcât-ı zaruriye dörtten yirmiye çıkmış. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla, hâcat-ı gayr-ı zaruriye, hâcât-ı zaruriye hükmüne geçmiş. Âhirete iman ettiği halde, "Zaruret var" diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.

Kırk sene evvel, bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için bazı kumandanları, hattâ hocaları benim yanıma gönderdi. Onlar dediler:

"Biz şimdi mecburuz. 'Zaruretler mahzurlu şeyleri mübah kılar' kaidesiyle, Avrupa'nın bazı usullerini medeniyetin icaplarını taklide mecburuz" dediler.

İslâmi burjuva nasıl oluştu?

  • arif

Onların çoğu yiğidin harman olduğu, yitik hüzünler diyarı, Anadolunun kavruk evlatlarıydılar.

Osmanlı'nın payitaht kurduğu yerlerin (Edirne, Bursa, İstanbul) dışında kaldıkları için hanla, hamamla, debdebeyle, ihtişamla, medeniyetin rafine ürünleriyle karşılaşma fırsatları olmamıştı. Onlar, cumbalı köşklerde ud ve tambur ile suzinak bir şarkıyı terennüm etmenin ne demek olduğunu bilemediler, onlar alınlarını koydukları kuru toprak gibi bomboz bozlaklar, yareli ağıtlar, ciğer kokulu türküler söylediler. Babaları; güneşin alnacında kavrula kavrula ekip biçtikleri bir avuç buğdayı, arpayı öşür, aşar diye verdi. Mülazime, katibe, mutasarrıfa, hatta basit bir zabite karşı bür bür büküttüler, onların devlet soğuğu çehrelerinin karşısında, Osmanlı devrinde serpuşlarının ucunu, Cumhuriyet devrinde kasketlerini ellerinin arasında gevelediler.

Erkekler kazaklaştığı için kadınlar erkekleşir

  • arif

Aklen olgunlaşana 'er', bedenen olgunlaşana 'ergen' ve kalben olgunlaşana 'eren' veya 'ermiş' dendiğini söylemiştik.

Kimse bilfiil Hz. İNSAN olarak doğmaz, bilâkis herkes bilkuvve Hz. İNSAN olarak doğar ve çabalar, gayret ederse, dahi nasibi varsa belki o takdirde Hz. İnsan olmayı da başarabilir. Hikmet sevgisi, bizlere esasen Hz. İnsan olmak konusunda içimizde duyduğumuz iştiyakın bir ikramıdır. Hikmeti sevmek, biraz da kendimizi sevmek, ellerimizi kendi başımızın üzerinde gezdirip kendi ellerimizle kendi saçlarımızı okşamak, insanî özümüze özen göstermek, onu beslemek, korumak ve kollamak demek değil midir?

Nemime (Dedikodu)

  • nesim

(Herkesi) kınayan, söz götürüp getiren, hayra engel olan, saldırgan, günahkâr, kaba, sonra da kötülükle damgalı (olanların hiçbirine itaat etme).(Kalem/11-13)

Abdullah b. Mübârek dedi ki: "Ayetteki 'zenim' konuşmayı (sırrı) gizleyemeyen veled-i zinadır. Allah Teâlâ, bununla işaret buyurmuştur ki konuşmayı gizlemeyen ve kovuculuk yapanın hareketi, veled-i zina olmasına delâlet eder. Bu keyfiyet, Allah Teâlâ'nın 'Zorbayı, bütün bunlarla beraber soysuz olan yardakçıyı tanıma...' (Kalem/13) cümlesinden çıkarılır. Çünkü ayette geçen 'zenim' kelimesi, 'başkasına nisbet edilen kimse' demektir".(253) Ebu Nuaym

Nemime'nin Tarifi ve Reddedilmesi Gereken Kısmı

  • nesim

Nemime ismi, en çok başkasının sözünü, aleyhinde konuşulan kişiye haber veren kimse için kullanılır. Nitekim 'Filân adam senin hakkında şöyle dedi' dersin. Oysa nemime'nin tarifi şudur: Açıklanması hoş görülmeyen şeyi açıklamak. Bu açıklama ister söyleyenin hoşuna gitmesin, ister hakkında söylenenin hoşuna gitmesin, isterse üçüncü bir şahsın hoşuna gitmesin farketmez. Bu açıklama ister sözle, ister yazıyla, isterse işaret veya îma ile olsun, nakledilen ister amellerden, ister sözlerden, ister kendisinde olan bir eksiklik veya bir ayıp olsun veya olmasın. (Bütün bunlar nemime'nin tarifine dahildirler).

İki Hasımın Arasına Girip, İki Yüzlülükle Herkesin Arzusuna Göre Konuşmak

  • nesim

Düşmanlık güdenleri gören bir kimse, bu felâketten az zaman kurtulabilir. Bu ise münafıklığın ta kendisidir. Nitekim Ammar b. Yasir267 Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Kimin dünyada iki yüzü varsa, kıyamet gününde o kimse için ateşten iki dil olur.268

Ebu Hüreyre (r.a), Hz. Peygamber'in şöyle dediğini rivayet eder:
Kıyamet gününde Allah'ın kullarından şerli olarak iki yüzlü bir kimse göreceksiniz ki şu gruba öbür grubun konuşmasını, öbür gruba da bunların konuşmasını getirip götürür!269

Başka bir lâfızda 'Bu gruba bir yüzle, öbür gruba başka bir yüzle gelir' şeklinde vârid olmuştur.

Övmek

  • nesim

Bazı yerlerde medh yasaklanmıştır. Zemm (kötüleme) ise gıybet ve başkasının aleyhinde bulunmaktır. Biz onun hükmünü daha önce belirtmiştik. Övmede altı âfet vardır. Dördü övende, ikisi övülendedir.

Öven Taraftaki Âfetler

Birincisi: Bazen ifrata kaçar ve ifrat onu yalana sürükler! Nitekim Hâlid b. Mikdad şöyle demiştir:275 'Kim bir sultanı veya herhangi bir kimseyi, kendisinde bulunmayan sıfatlarla şahidler huzurunda medhederse, Allah Teâlâ kıyamet gününde bu kimseyi dehşetten sarkmış diline basıp düştüğü halde haşreder!'

İkincisi: Bazen medhediciye riya galip gelir. Çünkü meddah, medihle sevgi gösterisinde bulunur. Oysa kalbinde sevgi yoktur ve söylediklerine inanmamaktadır. Bu bakımdan söyledikleriyle hem riyakâr, hem münafık olur.

Övülene Düşen Vazifeler

  • nesim

Övülen bir kimseye, kibir ve ucûbun âfetinden şiddetle sakınmak, övgüden dolayı ibadetlerde gevşeklik göstermekten şiddetle kaçınmak düşer. Övülen, ancak kendi nefsini tanıdığı takdirde bu vazifeyi yerine getirebilir. Sonucun tehlikesini düşündüğünde, riyanın inceliklerini, amellerin âfetlerini bildiğinde gerekeni yapabilir. Çünkü övülen zat, nefsi hakkında övenin bilmediklerini bilir. Eğer övene, övülenin bütün sırları belirseydi, onun kalbinden geçenler görünseydi, öven onu övmekten çekinecekti. Övülen bir kimseye, öveni tahkir etmek sûretiyle övgüden hoşlanmadığını belirtmek vazifesi düşer. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:287)

Konuşma Esnasındaki Hataların İnceliklerinden Gaflet Etmek

  • nesim

Allah ve onun sıfatlarıyla, dinî emirlerle ilgili olan hususlarda, lâfızları doğrultmaya, ancak fasih ve beliğ âlimler muktedir olurlar. O halde ilim ve fesahatta kusurlu olan bir kimsenin ke-lâmı hatalardan uzak değildir! Fakat Allah Teâlâ, onun cehaletinden dolayı kendisini affeder. Huzeyfe b. Yeman Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Sakın sizden bir kimse şöyle demesin: 'Allah'ın dilediği ve senin dilediğin,..' Fakat şöyle desin: 'Allah'ın dilediği, sonra senin dilediğin..'289

Bunun yasaklanma hikmeti şudur: Mutlak bir şekilde atıf yapmakta, ortaklık ve eşitlik vardır. Bu ise nıbûhiyyet makamına gösterilmesi gereken hürmete zıt düşer.

Âvam Tabakasının Allah'ın Sıfatlarından, Kelâmından ve Harflerden Sormaları

  • nesim

Halk bunların kadîm mi, hâdis mi (sonradan varolmuş) olduğunu sorar. Oysa halk tabakasının vazifesi, Kur'an'da olan ibadet ve taatlarla meşgul olmaktır. Ancak bu ibadet ve taatlarla meşgul olmak nefislere ağır gelir. Fuzulî hareketler ise, kalbe hafif geldiğinden avâm tabakasından olan bir kimse ilme dalmaktan hoşlanır; zira şeytan kendisine 'sen âlimlerden ve fazilet ehlindensin' hayalini verir ve bu hayali kalbinde yerleştirmek için var kuvvetiyle çalışır. Onu kaydırıp küfrünü gerektiren bir sözü ağzından çıkarıncaya kadar yakasını bırakmaz. Oysa kendisi küfrünü gerektiren bir söz söylediğinden habersizdir. Halk tabakasından birinin büyük bir günah işlemesi, o kimsenin ilim hakkında konuşmasından daha selâmetli ve tehlikesizdir. Hele Allah'ın zat ve sıfatlarıyla ilgili konularda konuşması daha da tehlikelidir. Halk tabakası ibadetlerle meşgul olup, Kur'an'da vârid olan hakikatlere tedkik etmeksizin iman etmek ve Hz. Peygamber'in getirdiğine teslim olmak durumundadır. Avâm tabakasının ibadetlerle ilgili olan hususların dışındaki meselelerden sormaları edebe aykırıdır. Bununla Allah'ın azabına müstehak olurlar ve böyle konulara girmekle küfür tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.