4 Aralik 2006 tarihli konular

Tevbe'nin Hakikati ve Tanımı

  • katip

Tevbe fiil, hâl ve ilimden meydana gelen tertipli üç şeyden, gelişen ve birleşen bir mânâdan ibarettir. Bu terkibdeki birinci madde ilimdir, ikincisi MZ'dir, üçüncüsü fiildir. Birincisi ikincisini, ikincisi de üçüncüsünü gerektirir. Bu, Allah'ın mülk ve melekûttaki değişmez kanununun gereği olan bir gerektirmedir.

İlim, günahların zararının büyüklüğünün ve kul ile sevdiğinin arasında perde olduğunun bilinmesidir. İnsan, kesin bir şekilde bunu bildiği ve kalbine gelen bir yakîn ile buna vakıf olduğu zaman bu bilgiden sevdiği elinden çıkacağı için kalbinde bir elem meydana gelir; zira kalp, sevdiği şeyin elden gideceğini sezdiği an üzüntü duyar. Eğer sevdiği şeyin elden gitmesi fiil ile olursa, o fiilden dolayı esef ve üzüntüye dalar! Sevdiği şeyi elinden çıkartan fiilinden duyduğu elemine nedamet (pişmanlık) adı verilir. Bu elem, kalbe galebe çalıp kalbi kapladığı zaman kalpte bulunan bu elemden hâl, mâzi ve istikballe alâkası bulunan bir fiilî irade ve kasdetme adı verilen başka bir hâl doğup meydana gelir.

Tevbe'nin Vücûbu ve Fazileti

  • katip

Tevbe nin vücûbu, ayet ve hadîslerle apaçık ortadadır. Basiret gözü açılan, Allah tarafından iman nuruyla göğsü şerhedilen, her adımda kendisini hakikate doğru çeken bir öndere ihtiyacı olmadığı halde cehaletin karanlıklarında önündeki nuruyla, yürüme gücüne sahip olan bir kimsenin nezdinde de bu hüküm açıktır. Bu bakımdan sâlik (ahiret yolunun yolcusu) ya kördür, her adımında kendisini hakka doğru çeken bir rehbere muhtaçtır veya basiret sahibidir; yolun başına hidayet olunur, sonra kendi kendine o hidayet yolunda devam eder. Din yolunda insanlar da böyle kısımlara ayrılırlar. Nice insanlar vardır ki başkasını taklid etmekten kurtulamazlar. Bu bakımdan her adımda bir ayet veya bir hadîs dinlemeye mecbur olur. Bazen de bu durum onu sıkıştırır ve dolayısıyla hayretler içerisinde kalır. Böyle bir kimsenin seyr ü sülûkü ömrü ne kadar uzun olursa olsun, çalışması ne kadar çok olursa olsun eksiktir, adımları yetersizdir.

Günahın Ardından Hemen Tevbe Etmenin Vücûbu

  • katip

Günahın ardından hemen tevbe etmenin vâcib olduğunda şüphe yoktur; zira günahların helâk edici olduklarını bilmek, imana dahildir. İman etmek ise farzdır. Tevbe etmenin farziyye tinden kurtulan kimse, tiksindirici fiilden kendisini meneden bir marifetle Allah'ı tanımıştır. Çünkü bu mârifet, amelle alâkası bulunmayan mükâşefe ilimlerinden değil, muamele ilimlerindendir.

Her ilim bir amele teşvikçi olsun diye istenir, o ilmin mesuliyetinden ancak istenilen amele teşvikçi olduğu zaman kurtulunur. Bu bakımdan günahların zararını bildiren ilim, ancak insanı günahları terketmeye teşvik etmek için istenir. O halde günahları terketmeyen bir kimse, imanın bu parçasını kaybetmiş olur ve Hz. Peygamberin şu hadîs-i şerîfîyle de bu kastolunmuştur:

Zani bir kimse, mü'min olduğu halde zina etmez.7

Tevbe Herkese ve Her Hâlükârda Vacibdir

  • katip

Kur'an'ın zahiri bu hükme delâlet eder; zira Allah Teâlâ umumî olarak şöyle buyurmuştur:
Topluca Allah'a tevbe edin ki felaha eresiniz.
(Nûr/31)
Basiret nuru da insanı bu hükme irşad etmektedir.

Zira tevbenin mânâsı; Allah'tan uzaklaştıran ve şeytana yaklaştıran yoldan dönmek demektir. Böyle bir dönüş, ancak akıllı bir kimse için düşünülebilir. Akıl, ancak şehvet, gazab ve şsytanm insanı aldatma vesileleri olan diğer kötü sıfatların kemâlinden sonra kemâl bulur; zira aklın kemâli ancak yaş kırka geldiği zaman olur. Aklın esası, ancak bulûğa yaklaşıldığında tamamlanır. Onun başlangıcı çoğu zaman yedi seneden sonra belirir. Şehvetler, şeytanın askerleridir. Akıl da meleklerin ordularmdandır. İkisi bir araya geldiğinde mecburî olarak aralarında savaş patlak verir; zira biri diğerinin yanında duramaz. Çünkü birbirine zıddırlar. Bu bakımdan aralarındaki boğuşma, gece ile gündüzün, nur ile zulmetin arasındaki boğuşma gibidir. Biri galebe çaldığı zaman, zarurî olarak diğeri kaçar! Şehvetler çocuk ve gençlerde akim kemâlinden önce yerleştikleri zaman şeytanın orduları gelmiş ve mekânı istilâ etmiş demektir. Kalp bunlara yakınlık göstermiş olur. Şüphesiz ki bu takdirde şehvetlerin isteklerine uyması da normal olur ve bu durum kalbe hâkim olur. Artık kalbin bu durumdan kurtulması zorlaşır. Sonra Allah'ın hizbi ve askeri olan akıl ortaya çıkar ve tedricî bir şekilde dostlarını düşmanların ellerinden ve esaretinden kurtarır. Fuğer akıl kuvvet bulmaz ve kemâle ermezse, kalp memleketi şeytana teslim olur. Şeytan da va'dini yerine getirir! Zira şeytan şöyle demiştir:

Şartları Bulunduğu. Zaman Tevbe'nin Makbul Oluşu

  • katip

Kabulün mânâsını anladığın zaman, her sahih tevbe'nin makbul olduğunda şüphe etmezsin. Bu bakımdan Kur'an'm nurlarından istimdâd edenler ve basiretlerin nuruyla bakanlar bilirler ki her selîm kalp, Allah katında makbul, âhirette Allah'ın komşuluğuna lâyık ve Allah'ın cemâline bakmaya hazırdır. Bilirler ki kalp, esasında selîm olarak yaratılmıştır. Her doğan çocuk, fıtrat üzerine doğar. Kalbin selâmeti, ancak günahların zulmetinden kalbin yüzüne biriken paslarla ortadan kalkar.

Bilirler ki pişmanlık ateşi, o tozları yakıp kül eder. Hasenenin (sevabın) nuru, kalbin yüzünden o kötü karanlığı siler. Sevapların nuruna karşı günah zulmetinin direnme gücü yoktur. Tıpkı gündüzün nuruyla gece karanlığının yok olduğu, sabunun beyazlat-masıyla kirin yok olduğu ve kirli elbisenin sultanlar tarafından elbise olarak kabul edilmediği gibi... Bu bakımdan Allah Teâlâ karanlık kalbi komşuluğuna kabul etmez. Nasıl ki elbiseyi kötü yerlerde kullanmak kirletirse ve ancak sabunla temizlenirse, tıpkı onun gibi kalbi şehvetlerde kullanmak da kalbi kirletir! O kiri, göz yaşlarının suyu ile ve pişmanlığın yakıcılığıyla yıkamak tertemiz yapar. Her temiz elbise makbul olduğu gibi, her temiz kalp de makbuldür. Senin vazifen ancak tezkiye ve temizlemedir. Kabul etmek ise, önünde hiçbir engel olmayan ezelî kazâ ve kader ile sebkat eden bir vergidir. Buna şu ayette 'felâh' ismi verilmiştir:

Ashâb' ın ve Âlimlerin Sözleri

  • katip

Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: 'Elbette Allah kendine dönüp tevbe edenleri bağışlayıcıdır' (İsra/25) ayeti günah işleyip sonra tevbe eden, yine günah işleyip sonra tevbe eden, yine günah işleyip sonra tevbe eden bir kimse hakkında nâzil oldu

Fudayl b. Iyaz dedi ki: Allah Teâlâ bir rivayette şöyle buyurmuştur 'Günahkârlara, "eğer tevbe ederlerse tevbelerini kabul edeceğim müjdesini ver! Sıddîklarm dikkatini çek ki eğer ben onların üzerine adaletimi koymuş olursam, onları azaba dûçar ederim.

Talk b. Habîb16 şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ'nın hukuk-ı ilâhîsi, kulun o hukukları yerine getirmesinden daha büyüktür. Fakat onlar tevbe ettikleri halde sabah ve akşamladılar.

Tevbe Edilen Küçük ve Büyük Günahlar

  • katip

Tevbe günahın terkidir, Birşeyi terketmek, ancak meydana geldikten sonra mümkündür. Tevbe vâcib olduğu zaman, tevbeye götürecek şey de vâcib olur. Bu bakımdan günahların meydana gelmesi, bu takdirde vâcibdir. Günah, terkinde veya fiilinde Allah'ın emrine muhalif olan şeylerden ibarettir. Bunun tafsilâtı, şer'î teklifleri başından sonuna kadar şerhetmeyi gerektirir. Oysa bu şu anda bizim konumuz değildir. Fakat biz teklifleri toplayan şeylere ve kısımlarının bağlantılarına işaret edelim. Doğru yola rahmetiyle muvaffak eden Allah Teâlâ'dır.

Kulun Sıfatlarına Nisbetle Günahların Kısımları

  • katip

İnsanın birçok sıfatları vardır. Nitekim kalbin acaiblikleri ve gaileleri bahsinde bunun şerhi (açıklaması) yapılmıştır. Fakat günahların kaynakları dört sıfata inhisar eder:
1. Rubûbiyet sıfatları
2. Şeytanî sıfatlar
3. Behimî (hayvanî) sıfatlar
4.Sebuî (yırtıcı) sıfatlar

Bunun böyle olması, insan çamurunun çeşitli karışımlardan yoğrulmasından meydana gelmektedir. Bu bakımdan insan çamurundaki her unsur, bir eseri iktiza eder.
Nitekim sekencebin maddesinden meydana gelen şeker, sirke ve zâferanm her biri ayrı ayrı tesir ve etki bırakırlar.

Evlenmeyi Terketmek Hususunda İnsana Düşen Vazifeler

  • nesim

Müridin işin başlangıcında nefsini evlenmekle meşgul etmemesi gerekir. Çünkü evlenmek, insanı meşgul eden ve müridi seyr u sülûkten alıkoyan, kadınlara yakınlaşmaya götüren bir durumdur. Oysa Allah'tan başkası ile yakınlaşan bir kimse Allah'tan uzaktır! Sakın Hz. Peygamber'in çok evlenmesi müridi aldatmasın. Çünkü Hz. Peygamber'in kalbini dünyada olanların hiçbiri Allah'tan uzaklaştırmazdı. Bu bakımdan melekler hiçbir zaman demircilerle kıyas edilemez ve bu sırra binaen Ebu Süleyman Dârânî şöyle demiştir: 'Evlenen bir kimse dünyaya meyletmiştir'. Yine şöyle demiştir: Hiçbir mürid görmedim ki evlenip de eski halinde dursun!'

Göz ile Tenasül Uzvunun Şehvetine Muhalefet Eden Kimselerin Fazileti

  • nesim

İnsan için bu şehvet, şehvetlerin en zorlusudur. Heyecan anında akla en fazla karşı çıkan bu şehvettir. Ancak neticesi çok çirkindir ve insan onun açığa çıkmasından utanır ve onu yapmaktan korkar. İnsanların çoğunun o şehvetin isteğinden kaçınması ya acizliğinden, ya korktuğundan, ya utandığından veya bedenini koruduğundandır. Bu sebeplerin hiçbirisinde sevap yoktur. Çünkü böyle yapmak, nefsin isteklerinden birini diğerine tercih etmek demektir. Evet! Güç yetirememek de ismet ve korunmaktandır. Bu bakımdan bu engellerde bir fayda vardır. O da günahın defi ve ber taraf edilmesidir. Çünkü zinayı terkeden bir kimseden -hangi sebeple terkederse etsin- zinanın günahı düşer. Ancak fazilet ve büyük sevap, zinaya gücü yettiği, engeller ortadan kalktığı ve sebepler kolaylaştığı halde terketmektedir. Şehvetin -bütün imkânlar bulunduğu halde- sırf Allah rızası için terkedilmesi daha da üstün olur, Bu derece sıddîkların derecesidir ve bunun için Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Dünya'daki Sevaplara ve Günahlara Göre Ahiret'te Verilecek Mükâfat ve Cezalar

  • katip

Dünya müIk ve şehâdet âlemindendir. Ahiret gayb ve melekût âlemindendir. Dünyadan gayem; senin ölümden önceki halindir.

Ahiretten gayem; ölümden sonraki halindir. Bu bakımdan senin dünya ve ahiretin, sıfatların ve durumlarındır. O sıfat ve durumların yakınma dünya, uzağına ahiret adı verilir. Biz şimdilik ahi-retteki dünyadan bahsedeceğiz. Çünkü biz şu anda dünyada konuşuyoruz. Dünya mülk âlemindendir. Bizim gayemiz, âhireti izah etmektir. O da melekût âlemindendir. Oysa melekût âlemini mülk âleminde izah etmek, ancak darb-ı mesellerle mümkündür.

Giriş

  • nesim

İnsanın yaratılışını güzelleştirip organlarını en güzel şekilde yerleştiren, insana iman nurunu ilham eden, o iman ile insanı süsleyip onun eserini insanda gösteren, insana konuşma kabiliyetini verip konuşma yeteneğiyle insanı diğer yaratıklardan şerefli kılan, kalbine ilim hazinelerini akıtan, kemâle erdikten sonra üzerine rahmetinden perde geren, kalbinin ve aklının kapsadığı mânâya, o dili tercüman yapan ve onun vasıtasıyla gerdiği perdeyi kalpten kaldıran, insanın dilini hamd ile konuşturan, kendisine ihsan buyurduğu ilim ve kolaylaştırılmış olan konuşma nimetlerinin karşılığında o lisanı açıkça okutturan Allah'a hamdolsun! Ben Allah'tan başka ilah olmadığına, Allah'ın bir ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in O'nun kulu ve rasûlü olduğuna şahidlik ederim! O rasûl ki, Allah onu şereflendirmiş ve büyük kılmıştır. O peygamber ki onu, indirmiş olduğu Kitab'ı tebliğ etmekle vazifelendirmiş ve faziletini yüceltmiştir. Allah Teâlâ, Hz. Muhammed'in, âlinin ve ashabının ve ondan önce geçmiş peygamberlerin üzerine Allah'ı tâzim edip tehlîlde bulunan bir kul bulundukça rahmet deryalarını açsın!

Dilin Büyük Tehlikesi ve Susmanın Fazileti

  • nesim

Dilin tehlikesi büyüktür. Onun tehlikesinden kurtuluş ancak susmakla mümkündür. Bunun için Allah'ın dini susmayı övmüş ve müntesiblerini susmaya teşvik etmiştir.

Hadîsler

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Susan kurtulmuştur!1 Susmak, hikmettir. Susan ise pek az!..2

Abdullah b. Süfyan, babasından şöyle rivayet eder: "Ben Hz. Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana İslâm'dan öyle birşey öğret ki bundan sonra artık hiç kimseden İslâm hakkında birşey sormaya muhtaç olmayayım!5 diye sorduğumda, Hz. Peygamber cevap olarak şöyle dedi:

'Allah'a iman ettim de, sonra dosdoğru ol!'