20 Aralik 2006 tarihli konular

10.Murâbete'nin Altıncı Makamı Olan Nefsin Kınanması

  • katip

En şedid düşmanın, kaburgalarının arasında bulunan nefsindir. O nefis, kötülüğü emredici, şerre meyyal, hayırdan uzaklaştırıcı olarak yaratılmıştır. Sen de onu tezkiye etmek, düzeltmek, kahrın zincirleriyle rabbinin ibadetine çekmekle, şehvetlerinden menetmek, lezzetlerinden alıkoymakla memursun.

Eğer onu başıboş bırakırsan, serkeşlik ve saldırganlık yapar. Artık onu bir türlü mağlup edemezsin. Eğer kınamak, ceza vermek, uzaklaştırmak ve kınamak suretiyle onun yakasına yapışırsan, bu takdirde nefsin, Allah Teâlâ'nın kendisiyle kasem ettiği nefs-i levvâme olur. Ümit ederim ki Allah'ın nimetinden razı ve Allah'ı hoşnut eden kullarının zümresine dahil olmaya seni davet eden nefs-i mutmainne olur. Bu bakımdan hiçbir an ona hatırlatmaktan ve onu kınamaktan gafil olma! Nefsine etmekle meşgul olmadan önce başkasına nasihat etmekle meşgul olma!

1.Giriş

  • katip

Hamd o Allah'a mahsustur ki zâhir ve bâtın herşeyi mağlup etmiş, izzetine herhangi bir yön ve cihet kılmamış, vehim ayaklarının ve anlayış oklarının azametine varacak bir yol bırakmamıştır. Bununla beraber talihlerin kalplerini azametinin sahrasında şaşkın ve hayran bırakmıştır. Ne zaman ki bu kalpler, hedeflerini elde etmek için kıpırdanırlarsa, celâlinin ışınları onları cebren geriye püskürtür. Ne zaman ki bu kalpler, ümitsiz ola-rak dönmek isterlerse, cemâlinin çadırlarından 'Sabrediniz, sabrediniz' diye çağrılırlar. Sonra o kalplere denilir ki: 'Kulluğun zilletinde tefekkürü gezdirin; zira eğer rubûbiyyetin celâli hakkında düşünürseniz onu takdir edemezsiniz.

2.Tefekkür'ün Fazileti

  • katip

Allah Teâlâ, aziz kitabının birçok yerinde tefekkürü emretmiş ve tefekkür edenleri övmüştür.
Onlar ayakta iken otururken ve yatarken (daima) Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve şöyle derler: 'Ey rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın!'(Âlu İmran/191)

İbn Abbas şöyle demiştir: Bir grup, Allah'ın zatı hakkında tefekkür'e daldılar.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi:
Allah'ın mahlukları hakkında düşünün. O'nun zatı hakkında düşünmeyiniz. Çünkü sizler Allah Teâlâ'yı gereği gibi takdir edemezsin.1

3.Tefekkür'ün Hakîkati ve Semeresi

  • katip

Tefekkür'ün mânâsı, üçüncü bir marifeti meydana getirmesi için, kalpte iki marifeti hazır bulundurmaktır. Bunun misali şudur; geçici dünyaya meyl ve dünya hayatını ahirete tercih etmiş bir kimse, ister ki ahireti seçsin! Dünyayı seçmektense ahireti seçmenin daha evlâ olduğunu bilmeyi de ister. İşte bu kimse için iki yol vardır: O yollardan biri; başkasından ahireti seçmesinin dünyayı seçmekten daha üstün olduğunu öğrenmesi, onu taklid etmesi ve işin hakîkatini, basiretiyle bilmeden tasdik etmesidir.

Böylece bu kimse ameliyle, ahireti dünyaya tercih etmeye meyleder. Bu da sadece o kişinin sadece kendi görüşüne güvenmesinden ileri gelir. Böyle bir harekete mârifet değil, taklid adı verilir.

4.Tefekkür'ün Yolları

  • katip

Tefekkür, bazen dinle ilgili birşey hakkında, bazen de dinin haricinde birşey hakkında cereyan eder. Oysa bizim gayemiz; dinle ilgili olan şeydir. Öyle ise diğer kısmı zikretmeyeceğiz!

Dinden gayemiz, kul ile rabbi arasındaki muameledir. Bu bakımdan kulun bütün fikirleri ya kulla, sıfat veya halleriyle veya mabudun sıfat ve ef'âliyle ilgilenir. Bu iki kısmın dışına çıkması mümkün değildir. Kul ile ilgili kısma gelince, o da Allah'ın katında sevimli veya mekruh olan bir şeye bakmaktır. Bu iki kısmın haricindeki şeyler hakkında düşünmeye gerek yoktur. Allah Teâlâ ile ilgili olan ya onun zat, sıfat ve güzel isimleri hakkında bir tefekkürdür veya fiil, mülk, melekût, gökler, yer ve aralarındaki bütün şeyler hakkındaki tefekkürdür.

5.Birinci Kısım

  • katip

Biz birinci kısımdan başlayalım! Birinci kısım, iyiyi, kötüden ayırmak için kişinin kendi nefsini, sıfatlarını ve fiillerini düşünmesidir. Muhakkak ki bu tefekkür şu kitabın hedefi olan muamele ilmiyle ilgili tefekkürdür.Diğer kısma gelince, mükaşefe ilmiyle ilgilidir.

Bunlar, Allah katında çirkin veya güzel mahbub olan şeyin bilgisi, ibadetler ve günahlar gibi zâhir, merkezi kalp olan kurtarıcı ve helâk edici sıfatlar gibi bâtın kısımlara ayrılır. Biz bunun tafsilatını Mühlikât ve Münciyât bölümünde zikrettik. İbadet ve günahlara gelince, onlar da yedi aza ile ilgili kısım ile savaştan kaçmak, ana babaya karşı gelmek ve haram bir yere oturmak gibi bütün bedene nisbet edilen kısımlara ayrılır. İstenilmeyenin her kısmında üç şey hakkında düşünmek farzdır.

6.İkinci kısım Allah'ın celâli, azameti ve kibriyası hakkında

  • katip

Bu tefekkür 'de iki makam vardır:

Birinci Makam
Birinci makam, en yüce makamdır. O da Allah'ın zatı, sıfatları ve isimlerinin mânâları hakkındaki tefekkürdür. Bu tefekkür, yasaklananlardandır. Nitekim şöyle denilmiştir: 'Allah'ın mahlûku hakkında düşününüz, fakat O'nun zatı hakkında düşünmeyiniz!'

Bunun sebebi şu olsa gerek: Akıllar burada hayrete düşer; Oraya gözü uzatmaya ancak sıddîkların gücü yeter. Onların da daimî bakmaya güçleri yetmez. Diğer insanlara gelince, onların Allah'ın celâline bakmakta gözlerinin hali, güneşin ışığına bakmakta yarasanın gözünün hali gibidir. Yarasanın güneşe bakmaya asla gücü yetmez, onun için gündüz gizlenir, ancak gece ortaya çıkar. Sıddîkların halleri, insanın güneşe baktığındaki haline benzer. İnsanın güneşe bakmaya gücü yeter. Fakat devamlı bakmaya gücü yetmez. Eğer devam ederse, gözünün kör olmasından korkar. Güneşin çekip kaptığı bakış, göz körlüğünü gerektirir ve ışığı dağıtır.

7.Allah'ın Mahlukâtı Hakkında Tefekkür

  • katip

Varlıkta Allah'tan başka her ne varsa o Allah'ın fiili ve mahlûkudur. Zerrelerin herbiri, ister cevher, ister araz olsun, ister sıfat olsun, ister mevsuf, onun içinde öyle acaip ve garip şeyler vardır ki onlarla Allah'ın hikmeti, kudreti, celâl ve azameti görünür. Onları saymak mümkün değildir. Çünkü bunları yazmak için eğer deniz mürekkep olsa bile onların binde biri bitmeden deniz biter. Fakat biz başkasına misal gibi olsun diye bunun bir kısmına işaret edeceğiz.

Varlıkların bir kısmı vardır ki aslı bilinmediği için onun hakkında düşünmek imkânına sahip değilizdir. Varlıklardan niceleri vardır ki biz onları bilemeyiz. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

11 Hz. Peygamber'in Tevâzuu

  • gencc

Hz. Peygamber (s.a) yüce mertebesinde tevâzu yönünden insanların en ileride olanıydı(213) İbn Amr der ki: Hz. Peygamber'in, kızıl bir devenin sırtında cemrelere taş attığını, önünden herhangi bir kimsenin dövülüp kovulmadığını ve 'yol açınız, yol açınız denilmediğini gördüm.(214)

Hz. Peygamber (s.a) palanlı merkebin sırtına bir çul atarak binerdi.(210) Bununla beraber başkasını terkisine alırdi. Hz. Peygamber (s.a) hastaları ziyaret eder, cenazelerin arkasında gider, kölelerin dâvetine icabet ederdi.(216)Ayakkabısını bizzat tamir ederdi. Elbisesini yamardı. Eşlerine ev işlerinde yardım ederdi.(217)

12 Hz. Peygamber'in Şemaili

  • gencc

Hz. Peygamber'in fazlasıyla uzun ve pek de kısa boylu olmaması onun şerefli sıfatlarındandır. Hz. Peygamber, tek başına yürüdüğü zaman orta boyluluğa nisbet edilirdi. Bununla beraber, bir kimse uzun boylu sayıldığı halde, Hz. Peygamber ile yürüdüğünde mutlaka Hz. Peygamber ondan uzun görünürdü. Bazen iki uzun boylu kişi, kollarına girerdi ve Hz. Peygamber kendilerinden daha uzun görünürdü. Onlar Hz. Peygamber'den ayrıldıkları zaman, kendilerine 'uzun boylu' denirdi ve Hz. Peygamber de 'orta boylu' diye vasfedilirdi. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

13 Hz. Peygamber'in Rengi

  • gencc

Mübârek rengi beyazdı. Tam esmer değildi ve beyazlığı da pek fazla değildi. Rengine ne sarılık, ne kırmızılık ve ne de herhangi bir renk katılmıştı. Çünkü hadîste geçen 'el-Ezher' kelimesi bu mânâyı ifade eder.

Amcası Ebu Tâlib, kendisini vasıflandırırken şöyle dedi: 'Beyazdır. Onun yüzüyle yağmur istenir. Yetimlerin sığınağı ve dul kadınların kalesidir'. Bazıları da Hz. Peygamber'i şöyle vasıflandırıyordu: 'Beyazlığına hafifçe kırmızılık karışmıştır'. Dediler ki: 'Ancak Hz. Peygamber'in, güneş ve rüzgâr gören yüzü ve boynu gibi âzalarının beyazlığına hafif kırmızılık karışmıştı. Kırmızının karışmadığı duru ve saf bulunan kısımlar ise, elbise altında, güneş ve rüzgâr görmeyen yerlerdi'.(228)

14 Hz. Peygamber'in Saçı

  • gencc

Mübârek saçı güzel ve taranmıştı. Ne kıvırcıktı ve ne de tamamen düzdü. Hz. Peygamber (s.a), saçını taradığı zaman kum taneleri gibi tarağın önünden akardı. Denildi ki: 'Hz. Peygamber'in saçları omuzlarına kadar inerdi'. Rivayetlerin çoğunda 'Kulaklarının memesine kadar' indiği vârid olmuştur. Hz. Peygamber bazen saçını dört örgü yapar, her kulağını iki örgü arasına alırdı. Bazen saçını kulaklarının üzerine kıvırır, uçları saçların arasında pırıl pırıl parlayarak görünürdü.

Mübârek başında ve sakalında onyedi beyaz kıl vardı. Ondan fazlası yoktu.(229) Hz. Peygamber (s.a), yüz bakımından insan güzeli ve insanların en nûrlusuydu. Onu her vasfeden mutlaka kendisini 'ayın ondördüne' benzetmiştir. Derisinin pürüzsüzlüğünden ötürü kızması da sevinmesi de yüzünden anlaşılırdı. Ashabı kirâm derlerdi ki: 'Hz. Peygamber, arkadaşı Ebubekir'in vasfettiği gibidir'. Nitekim Ebubekir kendisini şöyle vasıflandırmıştır: 'Emindir, seçilmiştir. Hayra dâvet eder. Tıpkı kendisinde karanlığın kalmadığı ondördündeki ay gibi parlar'.

15 Hz. Peygamber'in Sıdkına Delâlet Eden Mu'cizeleri

  • gencc

Hz. Peygamber'in durumunu gören, onun ahlâkını, fiillerini ve hallerini belirten haberlere kulak veren, âdetlerini, seciyesini, bütün halka karşı güttüğü doğru siyasetini, insanları bir araya getirip kontrol eden hidâyetini, halk sınıflarını bir araya getirmesini ve nihayet hepsini birden kendi itâatine râm etmesini dinleyen bir kimse, evet bunlarla beraber soruların zorluklarına rağmen vermiş olduğu şaşırtıcı cevaplara, halkın maslahatında kullanmış olduğu tedbir ve metodlara, fakîhlerin ve akıllıların uzun yaşamalarına rağmen inceliklerinden aciz kaldıkları, ilâhî nizamın zâhirî tefsirindeki güzel işaretlerini hikâye eden ibarelere bakan bir kimsenin şek ve şüphesi kalmaz ki, bütün bunlar ancak ilâhî bir kuvvet ve semavî bir desteğin yardımıyla tasavvur edilebilecek hususlardır.