16 Aralik 2006 tarihli konular

12.Her Durumda Tedaviyi Terketmenin Daha Üstün Olduğunu Söyleyenlere Reddiye

  • katip

İddia: Hz. Peygamber tedaviyi başkası için meşru kılmak için tedavi olmuştur. Aksi takdirde tedavi olmak zayıfların halidir! Kuvvetlilerin derecesi tedavi olmayı terketmek suretiyle tevekkül etmeyi gerektirir!

Cevap: O zaman kanın pıhtılaştığı zaman kan aldırmayı ter ketmenin de tevekkülün şartından olması gerekirdi.

İtiraz: Kan aldırmayı terketmek de tevekkülün şartıdır!

Cevap: Bu takdirde akrebin ve yılanın sokması da tevekkülün gereği olmalıdır. Bunları kendinden uzaklaştırmaması gerekir. Zira akreb bedenin dışını, pıhtılaşan kan bedenin içini tahrip eder. O halde aralarında fark yoktur. Eğer 'Bu da tevekkülün gereğidir' denirse, o zaman şöyle cevap verilir: Su ile susuzluğun, ekmek ile açlığın, elbise ile soğuğun giderilmemesi gerekir. Oysa hiç kimse bu görüşü müdafaa etmiş değildir ve bu dereceler arasında hiçbir fark da yoktur. Çünkü bütün bunlar, sebeplerdir. Sebeplerin müsebbibi olan Allah Teâlâ bunları bu şekilde tertib ve sünnetini de bu şekilde icra etmiştir.

13.Hastalığı Açıklamak ve Gizlemek Hususunda Tevekkül Sahiplerinin Halleri

  • katip

Hastalığı, fakirliği ve başına gelen belâları gizlemek iyilik hazinelerinden ve makamların en yücesindendir. Çünkü Allah'ın hükmüne razı olmak ve O'nun belasına karşı sabretmek kul ile Allah arasında bir şeydir. Bu bakımdan hastalığı gizlemek daha güzel olur. Buna rağmen belirtmekte de niyet ve maksat hâlis olursa sakınca yoktur. Belirtmenin maksatları üçtür:

Bir
Birincisi, kişinin gayesi tedavi olmaktır. Bu bakımdan doktora hastalığını belirtmek mecburiyetindedir. Allah'tan şikayet etmek niyetiyle değil, kendisinde bulunan ilâhî kudreti hikâye etmek kabilinden hastalığını söylemelidir. Bişr el-Hafî, hastalıklarını tedavi eden Dr. Abdurrahman'a hastalıklarını anlattı. Ahmed b. Hanbel kendisinde bulunan hastalıklardan haber verirken derdi: 'Ben ancak Allah'ın kudretini vasıflandırıyorum!'

1.Giriş

  • katip

Velîlerinin kalplerini dünyanın süslerine ve iltifat etmekten münezzeh kılan Allah'a hamdolsun! O Allah ki onların sırlarını, huzurundan başkasını düşünmekten tasfiye etmiştir. Sonra o sırları izzetinin yaygısı üzerine dürmeleri için edinmiş ve hâlis kılmıştır! Sonra isimler, sıfatlar ve marifetinin nûrlarıyla pırıl pırıl parlayacak derecede onlara tecelli etmiştir. Sonra onlara mübarek vechinin nûrlarını keşfettirmiştir ki sevgisinin ateşiyle yansınlar. Sonra onlardan celâlinin künhüyle perdelendi. Öyle ki onlar kibriyasının ve azametinin sahrasında şaşkın kalakaldılar. Bu bakımdan onlar ne zaman ki celâlinin künhünü mülahaza etmeye yeltenmek isteseler, onları akıl ve basiretlerinin yüzünü kaplayan dehşet kaplar. Ne zaman ki ümitsiz olarak o meydandan çekilmek isterlerse, cemalin çadırlarından 'Ey cehaletinden ve aceleciliğinden ötürü hakkı elde etmekten ümitsiz olan! Sabret!' diye çağrılır. Böylece onlar red, kavuşma, kabul, kovulma arasında, muhabbetinin ateşiyle tutuştukları halde marifetinin denizinde kalakalmışlardır.

2.Kulun Allah'a Olan Muhabbeti Hakkında Şer'î deliller

  • katip

Tüm müslümanlar gerek Allah'a, gerekse Hz. Peygamber'e muhabbetin her müslüman için farz olduğunda ittifak etmiştir. Acaba olmayan birşey nasıl farz kılınır? Acaba sevginin tabiî meyvesi olan ibadetle nasıl tefsir edilir? Elbette meyvesinden önce sevginin olması lâzımdır. Ondan sonra insan sevdiğine itaat eder.

Ayetler
Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler!(Maide/53)

İman edenler ise en çok Allah'ı severler.(Bakara/165)
Bu ayetler, muhabbetin ve muhabbette insanların değişikliğini isbata delildir.

Hadîsler
Hz. Peygamber, Allah'a olan sevgiyi, birçok hadîsinde imanın şartından kılmıştır.

3.Muhabbet'in Hakikati, Sebepleri, Kulun Allah'a Olan Muhabbetinin Mânâsı

  • katip

Bu fasıldan gaye, muhabbetin hakikatinin ancak Allah'ın marifetiyle keşf olunacağını, sonra şartlarının ve sebeplerinin marifetini, bütün bunlardan sonra Allah hakkındaki mânâsının tahkik ile keşfolunacağını anlatmaktır.

Birinci Esas
Marifet ve idrâkten önce, muhabbetin olması düşünülemez; zira insan ancak tanıdığını sever, cansız bir şeyin sevgiyi idrak etmesi düşünülemez. Sevmek, idrâk eden dirinin özelliğidir. Sonra idrâk olunanlar idrâk edenin tabiatına uygun ve zevk verici tabiatına zıt olan nefret ve elem verici ve tabiatına ne zevk, ne de elem vermeyen kısımlara bölünür. Bu bakımdan idrâkinde bir lezzet ve rahat olan herşey, idrâk edenin nezdinde güzeldir. İdrâkinden elem duyulan herşey, idrâk edenin nezdinde kötüdür. Kendisinde ne elem, ne de lezzet olan şey ne güzel, ne de çirkindir. Madem ki durum budur, her lezzetli kendisinden lezzet alanın nezdinde sevimlidir. Sevimli olmasının mânâsı tabiatta ona karşı bir meyil olması demektir ve nefret edilmesinin mânâsı tabiatının ondan nefret etmesidir. Bu bakımdan sevgi, lezzetli şeye tabiatın meyletmesinden ibarettir. Eğer o meyl artarsa, ona aşk adı verilir. Buğz, yorucu ve elem verici şeyden tabiatın nefret etmesinden ibarettir. Bu kuvvet bulursa adına makt denir. İşte sevginin hakikatinde esas budur.

4.Muhabbetin Sebep ve Kısımları

  • katip

Birinci Sebep: Her dirinin ilk sevdiği şey zatıdır. Kişinin kendi nefsini sevmesinin mânâsı, tabiatında varlığının devamına bir meyl olduğu gibi yokluğuna da bir nefret vardır; zira tabii olarak sevilen, sevene uygun olandır. Acaba insana nefsinden ve varlığının devamından daha uyan birşey var mıdır? Acaba insana, nefsinin yokluğundan daha ters birşey var mıdır? işte bunun için insan varlığının devamını sever. Ölümden ve öldürmekten nefret eder. Bunu sadece ölümden sonraki korku ve azabdan değil, ölümünün zorluklarından sakındığı için de değil, elemsiz, aniden öldürülse, sevapsız ve ikapsız öldürülse yine ölümden nefret eder. Ölümü ve katıksız yokluğu sevmez. Ancak bazen hayatta bulunan dehşetli bir elemden ötürü kişi ne zaman bir bela ile mübtelâ olursa onun isteği o belanın yok olması olur. Eğer yokluğu severse, yokluk olduğu için sevmez. O yoklukta belanın da yok olması söz-konusudur. Bu bakımdan helâk ve yokluk nefret edilen bir şeydir. Varlığın devamı sevimli olunca, varlığın kemâli de sevimli olur; zira eksiklik, kemâli engeller ve yok eder. Eksiklik, yok olan miktar nisbetinde yoktur. Eksiklik, kemâle nisbeten helâktır. Helâk ve yokluk, sıfatlarda ve vücudun kemâlinde nefret edilen bir şeydir. Nitekim zatın esasında da nefret edildiği gibi... Varlık esasının de-vamının güzel olduğu gibi, kemâl sıfatının varlığı da güzeldir. Bu, sünnetullah'ın hükmüyle tabiatlarda yerleşen bir özelliktir.

5.Muhabbeti Lâyık Olan Ancak Allah'tır!

  • katip

Allah'a nisbet edildiğinden değil de şahsından dolayı başkasını seven bir kimsenin sevgisi cehaletinden ve Allah'ın marifetindeki kusurluluğundan ileri gelir.

Hz. Peygamber'i sevmek övülür; zira Allah sevgisinin aynısıdır. Âlimleri ve muttakîleri sevmek de böyledir. Çünkü mahbubun mahbubu mahbubdur. Mahbubun elçisi sevilir. Mahbubun dostu güzeldir. Bütün bunlar esasın sevgisine dönüşür. Onu geçip başkasına varamaz. Bu bakımdan hakîkatte, basiret sahipleri nezdinde Allah'tan başka sevilen ve sevgiye müs-tehak olan yoktur.

Bunun izahı şöyledir:
Biz daha önce zikrettiğimiz beş sebebe dönüp onların tam olarak Allah hakkında bir araya toplandıklarını beyan edeceğiz. Allah'tan başkalarında ise ancak bu sebeplerin bir tanesi vardır. O sebepler Allah hakkında hakikattir. Allah'tan başkası hakkında onların varlıkları vehim ve hayaldir ve katıksız bir mecazdır. Asla hakikati yoktur. Bu hakîkat anlaşılınca Allah sevgisinin kesinlikle muhal olduğunu hayal eden, aklen ve kalben zayıf olan kimselerin hayalinin tam zıddı her basiret sahibine inkişaf eder ki hakîkatta Allah'tan başkasını sevmemeyi gerektirir.

6.Zevklerin En Yücesi Marifetullah (Allah'ı Bilmek) ve O'nun Cemâlini Temaşa Etmektir!

  • katip

Zevklerin En Yücesi Marifetullah (Allah'ı Bilmek) ve O'nun Cemâlini Temaşa Etmektir! Ancak Bu Zevkten Mahrum Olanlar, Başka Zevkleri Tercih Edebilirler.

Lezzetler idrâklere tâbidir. insan birtakım kuvvet ve tabiatların derleyicisidir. Her kuvvet ve tabiatın bir lezzeti vardır. Onun lezzeti kendisi için yaratılmış olan tabiatının gereği olarak elde etmektir; zira bu tabiatlar boşu boşuna insanoğlunda yaratılmış değildir. Her kuvvet ve tabiat, eşyadan biri için ki o da tabii olarak istenilen şeydir terkib edilmiştir. Bu bakımdan öfke tabiatı, düşmandan intikam almak ve gönlünü rahat ettirmek için yaratılmıştır. Öyleyse onun lezzeti galebe çalmakta, tabiatın muktezası olan intikamdadır. Yemek şehvetinin tabiatı, mesela bedenin varlığına sebep olan gıdayı tahsil etmek için yaratılmıştır. Şüphe yok ki onun lez-zeti tabiatın muktezası olan bu gıdayı edinmektedir. Kulağın, gözün, burnun lezzeti, görmek, dinlemek ve koklamaktadır. Bu bakımdan bu tabiatların biri, idrâk edildiklerine nisbeten bir elem ve lezzetten uzak değildir. Öyleyse kalpte de bir tabiat vardır ki ona da ilâhî nur adı verilir.

3 Hz. Peygamber'in Güzel Ahlâkına İlişkin Alimlerin Derledikleri Bazı Rivayetler

  • gencc

Hz. Peygamber (s.a) insanların en hâlimi, en cesaretlisi, en âdili, en afifi idi. Mübarek eli cariyesi veya nikâhlısı veyahut mahremi olmayan herhangi bir kadının eline hiç değmemiştir.(9) Hz. Peygamber insanların en cömerdiydi. (10) Onun yanında hiçbir dinar ve hiçbir dirhem akşamlamazdı.(11) Eğer onun elinde fazla bir mal olsa ve verecek bir kimseyi bulamazsa ve gece de gelirse, onu muhtaç olan kimseye vermedikçe evine gelmezdi.(12)
Allah Teâlâ'nın vermiş olduğu nimetlerden ancak bir senelik nafakasını alırdı. Onu da elindeki malın en kolayı olan hurma ve arpadan alırdı. Diğerlerini Allah yoluna harcardı. Kendisinden herhangi bir şey istenildiği zaman muhakkak verirdi.(13) Sonra senelik nafakasına döner, fakirleri nefsine tercih ederdi. Hatta eline yeni bir şey geçmezse senesi dolmadan önce yeniden nafakaya muhtaç olurdu.(14) Ayakkabılarını diker, elbisesini yamardı.

7.Ahiret'teki Faziletin Dünya'daki Marifet'e Üstünlüğü

  • katip

İdrâk olunanlar, hayal edilen suretler, renkli cisimler, hayvanlar ve bitkilerden müteşekkil istekler gibi hayale dahil olan kısımlarla Allah'ın zatı, ilim, kudret ve irade gibi hayale dahil olmayan kısımlara bölünür.

Kim bir insanı görür. Sonra gözünü kapatırsa onun suretini zihninde sanki ona bakıyormuş gibi görür. Fakat gözünü açıp gördüğünde aralarındaki farkı idrâk eder. Bu ayrılık iki suretin arasında ihtilâfa dönüşmez. Çünkü görülen suret, hayal edilen surete uygundur.

Fakat ancak vuzuh ve keşfin fazlalığıyla meydana gelir; zira görünen suret, görmeden ötürü, daha iyi vuzuha kavuşmuştur. Bu, seher zamanında henüz gün ışığı yeryüzüne yayılmadan önce görünen bir şahıs gibidir. Sonra ışığın huzmeleri iyice yayıldığında aynı şahıs görünür, fakat gören iki durumu birbirinden ayıramaz. Ancak fazla inkişaf hususunda bir ayrılık yapabilir. Durum bu olunca hayal, idrâkin ilk basamağıdır. Görme hayal idrâkinin kemâle ermiş şeklidir. Bu da keşfin son raddesidir. Buna rüyet adı verilir.

Yaşamın Yankısı

  • Nisan Yagmuru

Daglik bir bölgede adam küçük ogluyla yürürken, çocuk ayagini tasa çarpar ve can acisiyla, "ahhhh" diye bagirir. Dagdan, "ahhhh" diye bir ses gelir ve bu sesi duyan çocuk hayret eder. Merakla, "Sen kimsin?" diye bagirir; ama aldigi tek yanit, "Sen kimsin?" olur.

Çocuk bu yanita kizar ve "sen bir korkaksin!" diye bagirir. Dagdan aldigi yanit da "sen bir korkaksin!" olur.

Babasina bakar ve "baba ne oluyor?" diye sorar.

"Oglum dikkat et" diyen baba, vadiye dogru, "Sana hayranim!" diye bagirir. Ses, "Sana hayranim!" diye yanitlar. Baba, "Sen harikasin!" diye yine bagirdiginda, bu kez dagdan, "Sen harikasin!" yaniti gelir.

Çocuk sasirmistir, ama hala ne oldugunu anlayamamistir.

Baba ogluna durumu açiklar; "Ogum, insanlar buna yanki derler; ama gerçekte yasamin ta kendisidir. Yasama ne verirsen sana onu yansitir. Yasam senin davranislarinin aynasidir.

-Eger yasaminda daha çok sevgi istiyorsan, insanlari daha çok sev.

-Eger sana saygili davranilmasini istiyorsan. insanlara saygili davran.

-Eger baskalari tarafindan anlasilmak istiyorsan, önce baþkalarini anlamaya gayret göster.

4 Hz. Peygamber'in Ahlâk ve Edebine İlişkin Başka Bir Bölüm

  • gencc

Ebu Buhterî'nin rivayet ettiklerinden bazıları şunlardır; Hz. Peygamber (s.a) ehli imandan herhangi bir kimseye küfretmemiştir. Küfrettiği zaman, onun kefaretini vermiş ve yerine rahmet okumuştur.(59) Hiçbir kadına ve hiçbir hizmetçiye lanet okumamıştır.(60) Savaş esnasında olduğu halde kendisine:
'Ne olur ya Rasûlullah! Bu kâfirlere lânet okuyup helâk olmaları için dua et!' denildiğinde Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Ben rahmet olarak gönderildim. Lânet okuyucusu olarak gönderilmiş değilim. (61)

Kendisinden, herhangi bir kimseye; ister Müslüman, ister kâfir, ister umumi, ister hususi olsun beddua etmesi istendiği zaman dua etmeye geçerdi.(62) Eliyle hiç kimseyi dövmemişti. Ancak Allah yolunda olursa başka.(63) Kendisine yapılan hiçbir kötülüğe karşı intikam almamıştır. Fakat Allah Teâlâ'nın hürmeti ihlâl edilirse başka. İki şey arasında muhayyer kılındığı zaman orada bir günah veya akrabalık bağının kesilmesi olmadıkça muhakkak onların en kolayını seçerdi. Eğer bir günah söz konusu olursa, Hz. Peygamber o işten insanların en uzağı bulunurdu. Ona gelen bir kimse, ister köle, isterse cariye olsun, muhakkak kalkıp onunla gider, ihtiyacını yerine getirirdi.(64)

8.Allah Sevgisini Takviye Eden Sebepler

  • katip

Ahirette hâl bakımından insanların en mesûdu, en fazla Allah'ı sevenidir; zira ahiretin mânâsı, Allah'ın huzuruna varmak, O'nunla mülâki olmanın saadetini elde etmek demektir.
Muhib (aşık) uzun zaman şevkiyle kıvrandığı mahbubunun huzuruna vardığında bulanmaksızın, hasım ve rakibi olmaksızın, sona ermesinden korkmaksızın, O'nun cemâlini ebedî bir şekilde müşahede etme imkânı bulunduğundan ötürü en büyük bir nimete mazhar olur. Ancak şu var ki bu nimet sevgi kuvvetinin oranında verilir.

Bu bakımdan muhabbet arttıkça zevk de artar. Kul, Allah'ın sevgisini ancak dünyada kazanır. Sevginin aslında hiçbir mü'min ayrılmaz. Çünkü marifetin aslından ayrılmış değildir. Sevginin kuvveti, kalbi aşk diye adlandırılan istihtar raddesine vardıracak şekilde istila etmesi ise, bundan birçok kimseler ayrılır. Bu ancak iki sebepten dolayı elde edilir:

9.İnsanların Sevgi Hususunda Farklı Olmalarının

  • katip

Mü'minler, muhabbetin aslında ortak olduklarından dolayı kökünde de ortaktırlar. Fakat marifette bir olmadıklarından, mu-habbetin aslında da değişik mertebeleri vardır. Dünya sevgisinde de durumları böyledir; zira eşya, ancak sebeplerin değişmesinden dolayı değişir, İnsanların çoğu, Allah Teâlâ'nın ancak sıfatlarını ve kulaklarına gelen isimlerini bilir, onları telkin olarak alıp ezberlerler. Çoğu kez o isimlere, Allah Teâlâ'nın münezzeh olduğu mânâları yüklerler. Bazen de o isimlerin hakikatlerine muttali olamazlar, fakat bozuk bir mânâyı da ona yüklemezler Sağlam bir imanla o isim ve sıfatlara inanırlar. O isimlerde araştırmayı bırakıp amele koyulurlar.

10.Marifetullah (Allah'ı Bilmek) Hususunda İnsanların Hatalı Anlayışlarının Sebebi

  • katip

Mevcudâtın (varlıkların) en açığı ve en görüneni Allah Teâlâ'dır. Öyleyse Allah'ın marifeti marifetlerin ilki, zihinlere ilk geleni ve akıllara en kolay geleni olmalıdır. Oysa durumu tam bunun tersi olarak müşahede edersin. Bu bakımdan bunun sebebini belirtmek gerekir.

Allah Teâlâ'nın, mevcudâtın en açığı ve en görüneni olduğunu bir misal ile anlaşılır bir mânâdan dolayı söyledik. Şöyle ki: Yazarlık veya terzilik yapan kimseyi gördüğümüzde, o insan diri olması hasebiyle, bizim nezdimizde mevcudâtın en açığı olur! Bu bakımdan o insanın ilmi, kudreti ve dikişe iradesi, bizce onun zâhir ve bâtın bulunan diğer sıfatlarından daha açıktır; zira şehvet, öfke, yaratılış, sıhhat, hastalık gibi bâtın sıfatlarının tümünü bilmeyiz. Zâhir sıfatlarının da bazısını bilmediğimiz gibi, bazısından şüphe ederiz. Uzunluğu ve renginin değişikliği ile diğer sıfatlar gibi...