31 Ekim 2006 tarihli konular

Leyla Bir Yudum Su

  • Kamber

Gaflet devam etmektedir. Zehirli bal kaşıkla değil, petek petek yenir. Gaflet içinde gaflet; "Gel ey Leyla, gel ey candan yakın canan uzaklaşma, / Senin derdinle canlardan geçen Mecnun'la uğraşma" yazdırmıştır defterin sırlı bir yerine.


Çile mevsimidir lâleler için... Soğuk, lâlenin kalbini yakmalı ki, içinde gizlenen esmâ aşkını nazarlara döksün... Çilesiz ruhlar ham yapılıdır, gelene sevinmez, gidene de üzülmez. Lâle kırağı görmeli ki, açsın. "Lâlenin çilesi de yalnızlıktır toprak altında." diyerek, bir yandan karı, diğer yandan donmuş toprağı eşeleyip içine tohum yerleştirenler, gözyaşı dökerken bunu mırıldanırlar. Ama anlaşılmaz bir dua daha vardır oracıkta dillenen; ancak bu ne duyulur, ne de hissedilir.

Eller açılıp, nefse tatlı gelenlerin terkedilme zamanı gelmiştir. Toprağın altındaki lâleler, üstündekilerin açılmasını beklerken bilinmez bir hisle kavrulmaktadır.

Gönlüme

  • Kamber

Kadim sevdalarla dalmışsın bu gâmistâna
Heyhat, çağdaş ayrılıklar hâkimdir her yana

Düştün de gül derdine, oldun bülbül i nâlân
Neylersin ki, mevsim sonbahar, bahçe perişân

Lisânın bi-haberdir, zikretmez başka hece
Virdin olmuş sanki "yâr", söylersin gündüz, gece

Eyyûb görse "ah!" eder, bu yâreli halini
Anlatmak beyhudedir, o yâre ahvâlini

Sevda ordusunu nâfile verdin telâşa
Bilmez misin, girdin mağlûbu belli savaşa

Aşk deryasında karaya vurmuş, kırık salsın
Bu âlemde bir nefeslik saltanatın kalsın


M. Bayram ÇELİK

FAYDALI EVLÂD ASİL ANNEDEN DOĞAR

  • Nalan

Üç tip kadın vardır: Ev kadını, sokak kadını ve zevk kadını.

Ev kadını; evinin ve erinin kadını olmakla övünen, ırkî ve İslâmî asalete sahip bulunan kadındır. Bu sınıfta yer alan kadın; zevcelik, annelik ve ev hanımlığının gerektirdiği vazifeleri müdrik kadındır.

Sokak kadını, gönül eğlendirmekten başka kaygısı olmayan kadındır. Bu sınıfta yer alan kadının zamanının pek çoğu sokak, sinema, gazino, park, kafetarya ve eğlence salonlarında geçer. Çocuklarının bakımı, evinin işi ve sofranın aşı ile ilgilenme lüzumunu duymaz. So-kaktan artan zamanı olur ve eğlenceye de kanaat ederse ancak o za-man eviyle ilgilenir. Çok defa karnını da sokakta ve ayaküstü doyurur.

ASİL EVLÂD YETİŞTİRMEK, HANGİ ŞARTLARA BAĞLIDIR?

  • Nalan

Bir milletin şerefini ve istiklâlini koruması ve geleceğine ümidle bakabilmesi, maziden gelen değerleri koruyacak bir idrake sahip çocuklar yetiştirmesine bağlıdır.

Bu ulvî hizmeti başaracak asil evlâd; imanlı anne ve babanın, sahih bîr nikahla kuracakları yuvada dünyaya gelip, helâl lokmadan oluşmuş sütle vücud yapısı; İslâm pınarından sunulmuş öğütle ruh yapısı beslenip büyütülen çocuktur.

Nasıl ki kıymetli bir meyvenin yetişmesinde, sadece dikilecek fidanın iyi cinsten olması yeterli değilse ve toprağın verimli, iklimin müsait olması da şart ise, asil evlâdın yetişmesinde de br takım şartlar bulunmaktadır. Ana, toprağın; baba, fidanın; verilmesi gerekli İslâm terbiyesi de iklimin benzeridir. Birbirini tamamlayan bu üç unsur, bir ailede toplanacak olursa, hayırlı evlada sahip olmaları müyesser olur.

ÇOCUK TERBİİYESİNDE MUHİTİN YAPICI VEYA YIKICI TESİRİ

  • Nalan

Kâinatta müesses ilâhî nizam gözden geçirildiği zaman, gerek âlemdeki varlıkların birbiriyle olan bağlantılarında, gerekse insanlar arasında veya âlemle âdem arasında bir tesirin varlığı müşahede edilir.

Küre-i arzı her yönden kuşatmış bulunan atmosferin hayatî ehemmiyeti hâiz tesiri, izaha hacet bırakmıyacak kadar açıktır.

Bir tabak içindeki sofra tuzunun, rutubetli havanın tesiriyle nemlendiğini; kar ve buzun, sıcak muhitlerde erime gösterdiğini; hamama giren şahsın, terlemeye başladığı görülmekte ve bu hallerden müessir çevrenin eşya üzerindeki tesirini anlamış olmaktadır.

GENÇLİĞİN KIYMETİ VE GENÇLERE VERİLECEK ÖNEM

  • Nalan

Gençlik çağımızın paha biçilmez bir kıymeti vardır. Bu sözü birçok kimse söylemekte ve fakat insanlardan çok azı onun değerini bilmektedir. Fıkır fıkır hareketlerin depolandığı "gençlik çağının değeri hakkıyla bilinmiş ve yerli yerinde kullanılmış olursa memleketimizin geleceği için çok faydalı temeller atılmış olur. Bu anlayışı ihmâl etmemiz sebebiyle, çok değerli zamanlar boşa akıp gitmektedir. "Gençler bilebilseydi, ihtiyarlar muktedir olabilseydi" sözü, gereken çalışmanın yapılmayışı sebebiyle, üzüntümüzü dile getirmek için tekrarlanmaktadır.

PIRLANTA NESİL

  • Nalan

İnsan, güneşten ışık alan ve iktibas ettiği ziyayı etrafa yansıtan kamer gibidir. Güneş ile arasına dünya girdiği zaman nasıl ay kararır ve zulmetin merkezi haline gelirse, insan da iman ve ilmin ziyasından uzaklaştığı vakit cehlin, dalâlet ve sefaletin zulmetleri içinde bunalır ve perişan olur. İstiklâl ve istikbâlimizin ümit kaynağı bulunan neslimizi karanlık düşüncelerden ve karamsarlıktan koruyabilmek için aydınlatıcı usûller vardır. Onları ehemmiyet derecesine göre arzetmek istiyo-uz:

a) Kalbin iman nuru ile aydınlatılması:

Bir latîfe-i Rabbânî bulunan kalp, İslâm dininin belirttiği iman esaslarını tasdik etmekle aydınlanmış olur. Kelime-i tevhidin "Lâ"sı ile "illâ"sından oluşan menfi ve müsbet kutupların harekete geçmesi ile kalp fânûsu derhal ziya verecek hâle gelir. Gönül aydınlanınca, onun memuru durumundaki uzuvlar da tenevvür eder ve yüksek işler başar-maya ehliyet kazanır. Şöyle ki: Göz, röntgen ziyasını andıran bir şuâ ile, eşyanın mahiyetini müşahede etmeye başlar. Kulak, Cenâb-ı Hakk'ın kelâmını duymaya ve buyruklarına uymaya ünsiyet peydâ eder. Dil, hayrı ifade etmeye müsait hale gelir. Akıl, kalpten yansıyan nur ile, ince mânâları sezmeye ve gizli sırları çözmeye başlar. İman nurundan mahrum bulunan kimselere gelince, "Onların kalpleri vardır, (fakat) bununla idrak etmezler; gözleri vardır, bununla (hakikati) görmezler; kulakları vardır, bununla işitmezler..."(4).

DİNE YABANCI GENÇLİK

  • Nalan

İstikbalimizin ümit kaynağı ve geleceğimizin garanti belgesi durumundaki gençlerimiz, tıpkı karılmış alçı gibidir. Onun şekillenmesi için bir kalıp mesabesinde bulunan anne ve baba, çocuğa iyi bir örnek olmak ve onun faziletli bir şekilde yetişmesi için çok çalışmak mecburiyetindedir. İhmal edilen bir nesil, menfi telkinlerin tesiri altında bozulmakta, yabancı kültürleri benimseyerek millî harsları hor görmeye cür'et etmektedir. İleriyi gören, millet ve memleketini düşünen kimse-ler, bu ciheti dikkatten uzak tutmamak ve gereken çalışmayı yapmak zorundadırlar.

İSLAM'DA DERBEDERLİK YOKTUR

  • Nalan

Müntesiplerini maddî ve manevî sahada yücelten İslâm dini, yaşadığımız müddet içerisinde, kimseye yük olmamaya teşvik; boş durmayı ve başkalarının sırtından geçinmeyi takbih etmiş ve "ömür sermayesini israf etmeyi yasaklamıştır. İki günü birbirine müsavi olan kimseyi "aldanmış" olarak ilân eden Peygamberimiz, başkalarının sırtından geçinmeyi "süflî bir yaşayış" olarak tavsif etmiş; kendisini âvâreliğe veren ve başı boş, cebi boş dolaşan derbederleri yermiştir.

Ötede beride başı boş gezen, bir iş tutmayıp haylaz olarak dolaşan kimseye "serseri" veya "derbeder" adı verilmektedir. Dinî kayıtlardan uzak, iz'an ve irfandan mahrum olarak yetişmiş çocuğun büyümüşüne "serseri" adı verilmektedir. Her türlü akıma ve yıkıma müsait hâle gelen derbeder, iş tutmaz ve çalıştığı yerde dikiş tutmaz kararsız ve yararsız bir şahsın bütün özelliklerini üzerinde taşır.

TERÖR VE İRTİCÂ ÜZERİNE İSLÂMÎ GÖRÜŞLER

  • Nalan

"Müslüman, elinden ve dilinden müslümanın selamette olduğu
kimsedir" mefküresine ulaşan bir insan, imanını kemale erdirmiş ve insanlığın hakiki manasını kavramış olur. Yıldırma, korkutma ve tedhiş manalarında kullanılan terör, dinimizin tasvip etmediği bir insanlık suçudur. İnsanlar can, mal ve namus güvenliği yönlerinde; düşünce, ibadet, çalışma ve kazanç elde etme hürriyetlerinde eşit haklara sahip bu-lunmaktadır. Onları korkutup yıldırarak bu gibi haklardan mahrum et-meye teşebbüs edilmemesi gerekir.

Müslümanın terör karşısındaki tavrı, mutlaka fitneden uzak durmaktır. İki kampa ayrılmış taraflardan birini tercih etmek, asabiyetten kaynaklanıyorsa, kesinlikle yasaktır. Her nefesini insanlığın kurtuluşu için harcamış bulunan Peygamberimiz, ümmetlerini şöyle uyarmakta ve "Yakın bir gelecekte bir takım hadiseler, fitneler ve ihtilâflar olacak. O sırada, öldürülmek pahasına olsa da, kâtil olmamaya gücün yeterse (onu) işle" (15) buyurmaktadır.

ÖZGÜRLÜK VE CAZGIRLIK

  • Nalan

Hürriyet mânâsına eş olarak kullanılan özgürlük kelimesi, ilmî ehliyetten ve samimiyetten uzak bazı kimseler tarafından sulandırılarak "Hiçbr engel ve sınır tanımadan, dilediği şekilde hareket etme alışkanlığı" anlamında kullanılmaktadır. Bu sakat idrâkin sahipleri, hevâ ve heveslerine uygun hareket etmeyi, bu sakim anlayış ve anlatış içinde makul olarak göstermeye uğraşmakta ve bu tarz harekete "Özgürlük" adını vermektedirler.

İdrak ve tatbikatta karışıklığa sebep olmaması için, özgürlüğü iki kısma ayırmak istiyoruz. Şöyle ki: Dinimizin icaplarını hiçbir tazyik ve tâ'kibe mâruz kalmadan yapabilmeye, ibadetlerini zamanında ifâ edebilmeye, zekâtını ve kurbanının derisini istediği yere veya kimseye verebilmeye, faydalı ilimleri öğrenip öğretmeye, insanlığın hayrına olacak faaliyetlerde bulunmaya "Hürriyet-i vicdaniye"; İslâm dinine ters düşen, inançlarımıza zarar veren, meşruluk sınırlarını aşan ve insanı behimî heveslere esir eden inkârcılıklara ve nefse kölelik seviyesine indiren serbestlik anlayışına "Hürriyet-i nefsâniye" adı verilmektedir.

DİN KARDEŞLİĞİNİN DAYANDIĞI İLKELER

  • Nalan

Hilkatte bir eş ve hakikatte kardeş olarak yaratılan insanlar, aynı anne ve babanın çocukları bulunuyor ise "nesep kardeşi" denilmekte; soyca bir yakınlığı bulunmadığı hâlde, iki senelik müddet içinde, aynı kadından süt emmişlerse "sütkardeşi" adı verilmekte; İslâm dininin esaslarını kabul ve îman etmiş kimseler de "dinkardeşi" adını almaktadır. Nesep ve süt kardeşleri arasında, maddî ve hukukî sahada; dînkardeşleri arasında, mânevî ve ahlâkî alanda bir takım mükellefiyetler bulunmaktadır.

Din kardeşliği, İslâm güneşinin etrafında hâleleşen ve bu yüce di-nin inanç, vazife ve ahlâk esaslarını kabul eden insanların birbirlerine karşı olan sevgisinin ve sarsılmaz bağlarının adıdır.

İNSAN HAKLARINA SAYGI

  • Nalan

İnsan, müstesna bir yaratılışa sahip bulunan en şerefli bir varlıktır. O, yeryüzünün efendisi ve ilâhî mülellefiyetlerin hâmili bulunmaktadır. Âdemoğlunun taşıdığı bu değer, yaratılışında gizli bulunan fevkaladelikler ve kendisine yüklenen ulvî hizmetlerden kaynaklanmaktadır. O; imanla süslenmiş, akılla donatılmış, tefekkür melekesiyle teçhiz edilmiş ve Hâlik'a kulluk gibi yüce ve yüceltici vazifelerle mükellef tutulmuştur.

İnsan; iman esaslarına uygun bir yaşayış yolu takip edecek, aklını kullanacak, nereden gelip nereye gittiğini ve bu âleme ne için geldiğini düşünecek, kendisine yüklenen vazifeleri zamanında ve eksiksiz olarak yapacak olursa en kâmil bir insan örneği ortaya çıkar.

İNSANLIĞA HİZMETİN ÖNEMI

  • Nalan

İnsan, yaratılmışların şerefçe en üstünü olan ve faziletlere meyli bulunan bir varlıktır. Bu duygu, yüksek seciyeli insanda aşk derecesine ulaşır. Süflileşen kimselerde bile bu hissin izlerine tesadüf etmek mümkündür.

İnsan "hay"dir (13) fakat "hayvan" değildir. Bunu anlamak, insanın en başta gelen vazifelerindendir. Bîr şeye benzerliğin bulunması başka, o şey'in aynı ve tıpkısı olmak başkadır.

İnsan, beşeriyette faydalı olduğu, vatanını ve milletini sevdiği zaman mâşerî vicdanlarda taht kurup övülmeye lâyık olur. Bu idrak seviyesine yükselemeyen şahıslar, yaşarken fâni; öldükten sonra da unutulmaya mahkumdurlar.

MESKEN MASÛNİYETİ VE BAŞKASININ EVİNE GİRMEDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

  • Nalan

Edep ve nezaket dini bulunan İslâm, her hususu bir esasa bağlamış bir insana yaraşır tarzda yaşamanın ölçülerini tesbit etmiş bulunmaktadır. Bu cümleden olarak içinde oturanlardan izin almadan evlere ve mesken hükmünde bulunan otel odalarına girilemiyeceğini haber vermiştir. İman ve irfan sahibi bulunan her insanın bu hükümlere saygı ve dikkat göstermesi dinî bir terbiye gereğidir.

Mesken, iptidaîlikten uzak insan topluluklarının gece ve gündüz, fert veya aile olarak barındıkları ve her türlü medenî ihtiyaçlarını gördükleri ev, oda ve obadır.